Türkiye Kupası; adıyla, statüsüyle ve fikstürüyle son yıllarda epeyce tartışma konusu. Kupanın ilk yıllarından bugüne kadar izlediği yola ve kupaya damgasını vuranlara bir göz atalım.
“Çocuklar, bütün sene sizlerden çok şey istedik. Hepsini de yerine getirdiniz. Avrupa’da sekiz takım arasına girdiniz. Ligde şampiyon oldunuz. Şimdi sizlerden Türkiye Kupası’nı almanızı istiyoruz. Yorgunluğu unutun, bıkkınlığı unutun, çıkın bu kupayı alın ve çift kupalı resimlerinizi ölünceye kadar övünmek için evlerinizin duvarlarına asın.” 29 Haziran 1963’te oynanan ilk Türkiye Kupası Finali öncesinde unutulmaz futbol adamı Gündüz Kılıç, futbolcularına bu konuşmayı yapar. Ezeli rakip Fenerbahçe’yi iki gün üst üste mağlup eden Galatasaraylı futbolcular da Baba Gündüz’ü kırmazlar. İlk Türkiye Kupası’nı müzesine götüren sarı-kırmızılılar, Türk futbol tarihinin ilk dublesini de yapmış olur.
Kupanın düzenleme aşaması biraz sancılı olmuştur aslında. Türk futbolunu geliştirmek adına fikir üretme seanslarını arttıran Orhan Şeref Apak, UEFA tam üyeliği için epey çaba sarf etmektedir. Bu namzetlik, belirli sorumlulukları da yanında getirir. Bunlardan birisi de UEFA’nın yeni organizasyonu olan Kupa Galipleri Kupası’na katılacak takımı belirleyecek olan kupadır. Kupaya, ülkelerindeki kupayı kazanan takımlar iştirak etmektedir ve Türkiye’nin bu yapıda bir organizasyonu yoktur. Kolları sıvayan federasyon başkanı Orhan Şeref Apak, 1960’ların başında bu girişimi yapsa da, fikstür sorununa takılan fikir, 1961 ve 1962 yıllarında hayata geçemez. 1962’de UEFA’ya tam üye olunmasıyla birlikte Türkiye Kupası elzemdir artık.
Nihayetinde 1962-1963 sezonuyla Türkiye, kupasına kavuşur. 19 Mayıs Stadı’nın 2 no’lu dış sahasında yapılan Ankara Güneşspor- Yenimahalle maçıyla kupa başlar. Çeyrek finale kadar tek maçlı eliminasyon sistemiyle oynanan kupa, yazının başında da belirttiğim üzere Gündüz Kılıç’ın antrenörlüğündeki Galatasaray’ın olur. İstanbul’un üçüncü büyüğü Beşiktaş ise bir başka dalda tarihe geçmiştir. 2. Kademe maçlarında Altındağ ile karşılaşan Kara Kartal, rakibini deplasmanda 0-8 yener ve 40 yıl kırılamayacak olan ‘Deplasmanda En Farklı Galibiyet’ rekorunu ilk yıldan eline geçirir. Fenerbahçe ise ilk finalini kaybederek, daha sonra sekiz kez yaşayacağı hayal kırıklığında perdeyi açar.
Girişi Baba Gündüz’le yapmam boşa değil tabii ki. İlk dört kupaya ambargo koyan Galatasaray, bu zaferlerin üçünü onunla yaşamıştır. Kısa süreli ayrılığın yaşandığı 1963-1964 sezonunda ise takımın başında Coşkun Özarı vardır. Bu finalde dikkat çekici bir diğer nokta ise, Galatasaray’ın kupayı hükmen kazanmasıdır. Dünya Ordulararası Futbol Şampiyonası maçı nedeniyle Ayhan Elmastaşoğlu, Uğur Köken ve Talat Özkarslı gibi önemli oyuncularını milli takıma veren Galatasaray, 28 Haziran’daki maçın ertelenmesini, rakibi Altay ise maçın oynanması ister. Federasyon, Galatasaray lehine karar verince de maça çıkmama kararı alan Altay, hükmen mağlup olur ve kupa ikinci kez sarı-kırmızılı oyuncuların ellerinde yükselir. Takip eden iki sezonda Baba Gündüz’üne kavuşan Galatasaray, namağlup olarak kupa koleksiyonuna devam edecektir…
60’ların sonunda moda ‘Devrim’dir ve Türk futbolu da bundan nasibini alır. Şeref Apak’ın en büyük icraatı olan ‘Futbolu Anadolu’ya Taşıma’ fikri, yavaş yavaş yeşil sahalarda görülmeye başlar. İlk olarak Altay, 1966-1967 sezonunda kupaya uzanır. Halil Bıçakçı’nın öğrencileri, kupayı İstanbul sınırlarından çıkarmayı başardığı gibi Galatasaray’ın namağlup unvanına da çeyrek finalde son verir. 1969 ve 1970 yıllarında kupanın adresi yine İzmir olacaktır. Türk futbolunun devrimci antrenörlerinden Adnan Süvari’nin Göztepe’si, iki sene üst üste kupayı kazanarak, oynadıkları akıcı futbolun meyvelerini toplar. Altay ve Göztepe’nin açtığı yoldan önce Eskişehirspor, sonra da Ankaragücü geçer ve kupanın Anadolu turunu devam ettirir. Kupa, tam manasıyla ‘Türkiye Kupası’ olmuştur artık. Anadolu fırtınasının durulduğu 1968 yılında ilk kupasını müzesine götüren Fenerbahçe ise beş kupalı unutulmaz sezonunu daha da anlamlı kılmıştır. Sarı Kanarya’nın Macar antrenörü Ignac Molnar da Türkiye Kupası’nı kazanan ilk ecnebi çalıştırıcı olarak tarihteki yerini alır.
1972’de Ziya Taner’in çalıştırdığı Ankaragücü’nün kupa zaferiyle Anadolu Devrimi, ilk perdeyi indirir. Hoş, 1973’te kupayı Brian Birch’ün Galatasaray’ı kazansa da en unutulmaz maç, İstanbul’da oynanan Fenerbahçe-Ankaragücü yarı final mücadelesi olmuştur. Ankara’nın sarı-lacivertlileri, 8 kişi kaldıkları maçta renktaşlarını 1-2 yenmeyi başarır. Brian Birch’ün üç sene üst üste kazandırdığı lig şampiyonluğunun yanında gölgede kalan Türkiye Kupası, ertesi sezon da Didi’nin Fenerbahçe’sine gider. 1975 Finali ise bir ilke sahne olacaktır. Beşiktaş, kulüp tarihinin ilk Türkiye Kupası’nı kazanırken; finaldeki rakibi Trabzonspor da Türkiye’de estireceği fırtınanın sinyallerini verir. Bu finalin bir diğer enteresan hususu da kariyerinde kullandığı 40 penaltıyı da gole çeviren Vedat Okyar’ın 41. penaltıda Şenol Güneş’e takılması olmuştur. İlk sinyalleri 1975’te veren Karadeniz Fırtınası ise 1977 ve 1978’de kupayı müzesine götürerek ‘Bu kupada ben de varım!’ der. Bordo-mavili efsaneyi yaratan adam Ahmet Suat Özyazıcı, bu iki zaferde de takımın başındadır. Unutulmaz futbol adamı, 1984’te kazandığı Türkiye Kupası ile Gündüz Kılıç’ın üç kupalı rekorunu da egale edecektir. 79-80 sezonun şampiyonu ise Altay’dır. Olaylı final sonunda kupa, Mustafa Denizli’nin ellerinde yükselir. Finali daha da ilgi çekici yapan, antrenör Ayfer Elmastaşoğlu’nun hem futbolcu hem de antrenör olarak kupa sevinci yaşayan ilk futbol adamı olarak Türk futbol tarihine geçmesidir.
Türkiye, 12 Eylül’le değişime uğrarken, kupanın ismi de bundan nasibini alır. 1980-1981 sezonundan itibaren ‘Federasyon Kupası’ adıyla oynanan organizasyonun ilk sahibi Ankaragücü olur. İkinci ligden gelerek kupayı müzesine götüren Ankara temsilcisinin antrenörü Yılmaz Gökdel, futbolculuk döneminde üç kez yaşadığı şampiyonluğa antrenör olarak da ulaşmış ve Ayfer Elmastaşoğlu’nun başarısına ortak olmuştur. Fakat bu büyük zafer, Kenan Evren’in ‘Biz futbolu da iyi biliriz!’ yaklaşımıyla gölgede kalacaktır. Takvimler 15 Haziran 1983’ü gösterdiğinde ise kupa tarihinin bir diğer unutulmaz anı yaşanır. Mersin İdmanyurdu’nu saf dışı bırakan Fenerbahçe, dördüncü kez mutlu sona ulaşır. Durumu enteresan yapan ise Sarı Kanarya’nın kupa hasretinin 29 yıl sürecek olmasıdır.
70’lerin başında kesilen Anadolu rüzgarı, 80’lerin ortasında bir daha esmeye başlar. 1986’da Bursaspor, 1987’de Gençlerbirliği ve 1988’de Sakaryaspor, kupa şampiyonu olur. Metin Türel’li Gençlerbirliği, finalin ilk ayağında Eskişehirspor’u 5-0 yenerek kupa tarihinin en farklı final galibiyetine imzasını da atmıştır. Oğuz’lu, Aykut’lu, Engin’li yıldızlar topluluğu Sakaryaspor’un çalıştırıcısı Necdet Niş ise Fenerbahçe ile kazandığı Türkiye Kupası’ndan sonra, Federasyon Kupası’nda da şampiyonluğa uzanmasını bilir. Bu yıldan sonra kupa, üç büyükler arasında bir çıkmaza girer. Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor, rakiplerine şans tanımazlar. Bu arada 1992-1993 sezonunda kupa tekrar eski ismine kavuşmuştur: ‘Türkiye Kupası’
Üç büyüklerin 90’lardaki hanedanlığına köstek, körfezden gelir. Holger Osieck’in çalıştırdığı Kocaelispor, 90’lı yılların başında ses getirmeye başlamış ve 1997’de de Trabzonspor’u mağlup ederek kupaya ulaşmıştır. Bu başarının, sitayişi önceki senelere göre daha çok hak ettiği bir gerçektir. Nitekim 90’lı yıllarda bir başka Anadolu takımı bu başarıyı tekrarlayamamıştır (Trabzonspor dışında). Galatasaray dört, Beşiktaş üç, Trabzonspor ise iki kez gülen taraf olur bu dönemde.
2000’li yılların başında Kocaelispor ve Gençlerbirliği, kupa zaferlerine bir yenisini daha eklerler. 2005-2006 sezonuyla da statü değiştirme modasına maruz kalan kupada grup maçları oynanmaya başlar. Statüyle beraber isim de değişikliğe uğramış, daha doğrusu ön ad almıştır: ‘Fortis Türkiye Kupası’. Bu periyodun en dikkat çekici başarısı Kayserispor’dan gelir. Tolunay Kafkas’ın takımı, Gençlerbirliği’ni penaltı atışlarında yenerek, kulüp tarihinin ilk Türkiye Kupası’nı kazanır. 2005’te Galatasaray ile Fenerbahçe’yi beşleyen Hagi, antrenör-futbolcu dublesini yapan ilk yabancı isim olur. Bu arada beş kez final oynayan Fenerbahçe, ikincilik madalyasına abone olmuştur.
2009-2010 sezonuyla birlikte Ziraat Türkiye Kupası adını alan turnuva, Sarı-lacivertlilere uğurlu gelir. Üç kez final oynayan Fenerbahçe, son iki kupayı müzesine götürerek 29 yıllık özleme son verir. Aykut Kocaman ise antrenör ve futbolcu olarak bu kupayı kazanarak, bu dalda dubleyi yapan dokuzuncu ve son isim olmayı başarır.
Değişen statüsüyle ve ismiyle, özellikle büyük takımların ‘gazozuna’ addettikleri organizasyon, bu sene sürprizlerle başladı. Her yıl, ‘Niye bir FA Cup olamıyor?’ sorusuyla başlayan turnuva, aslında hala Anadolu takımlarının İstanbullu ağabeylerine karşı onur mücadelesi verdiği, Avrupa kapısını açan en kısa yol. Büyük takımlar için ise kazanılınca değerli, havlu atılınca ise angarya bir turnuva.