Donald McRae’nin, 2014’te, Amsterdam’da Cruyff’la yaptığı ve onun, hayata bakışıyla alakalı birçok şeyin ortaya çıktığı söyleşi. McRea’nın, Cruyff öldükten sonra raftan tekrar çıkarıp yeniden yorumladığı röportajı sizler için çevirdik.
“Önemli değil.” dedi Johan Cruyff, omzumu, beni rahatlatmak için okşarken. Eylül 2014’te, Amsterdam’daki, eski Olimpiyat Stadyumunda, küçük bir kanepede oturuyorduk. “Artık böyle uzun röportajlar yapmıyorum.” dedi. Tam onu, tekrar böyle bir röportaja zorladığım için özür dilerken. İlgisizce omuz silkti ve “Bunu hakkıyla yapalım. Baksana bir sürü soru hazırlamışsın.” 67 yaşındaki efsane, Barselona’dan memleketine sadece bir günlüğüne gelmişti.
Cruyff, elimdeki karman çorman el yazımın olduğu lekeli kağıda alaycı bir bakış attı. Birkaç saat önce onu beklerken üzerine kahve dökmüştüm. 42 soru yazmıştım. “42 mi?” dedi. “Biliyorsun bu gece kaçırmamam gereken bir Barselona uçağım var”
Biliyorum şaka yapıyordu. Ben de kağıdın arka tarafını çevirdim ve arka sayfaya yazdığım diğer altı soruyu da görü. “Off! Şimdi de 48 oldu!” dedi sırıtarak. “Neyse, dur bakalım ilk sayfa için yeterli zamanımız var mı?”
Tabii ki ikimizde Cruyff’un 18 ay sonra öleceğini bilmiyorduk. Haberi duyduğumda, hemen bu röportajı arayıp buldum. Başlangıcımız hoşuma gitmişti. Bu komik başlangıçtan sonra Cruyff, resmiyeti bir kenara bıraktı. Röportaj veren olarak o, bana soru sormaya başladı. “Günün nasıl geçti? Eğlendin mi?”
Tüm sabahı Cruyyf’u takip ederek geçirmiştim. Eski, solmuş arenada, onun kurmuş olduğu vakıftan yararlanan yüzlerce engelli çocukla, mini-tenis, voleybol ve futbol oynadı. Normalde eski bir spor adamını gölge gibi takip etmek cezbedicidir. Ama Ajax ve özellikle de Barcelona’da teknik direktör olarak modern futbola büyük etki etmiş muhteşem bir futbolcuyla vakit geçirmek, ilginçti.
Sıkıldığı yada yorgun göründüğü zamanlar oldu. Özellikle “Cruyffie”* maskotunun içine girmiş yetişkin bir adam tarafından sürekli kucaklandığı zaman. Ve ya bir oyundan diğerine koştururken çocuklar tarafından etrafı sarıldığında ya da çocukların aileleri onunla fotoğraf çektirmek ve bir kez de olsa elini sıkmak için onu zorladıklarında. Ama Cruyff, tenis oynarken, beckhendi fileye takılsa da geride iyi bir izlenim bıraktı. Raketine şüpheyle baktı. Ayağıyla karşılaştırıldığında, topa eliyle vururken neden bu kadar sakar göründüğünü bir türlü anlayamadı.
Evet, günüm güzel geçti diyebilirim. Cruyff, başını salladı ve sonra beş dakika boyunca hiç durmadan engelli çocuklardan alabileceğimiz hayat dersleri hakkında konuşmaya başladı. “Onlara yardım ediyor olmam çok güzel ve çılgın bir şey. Aslında onlar bana yardım ediyor. Paralimpik oyunları başkanı bir keresinde, sağlam bir bireyle engelli bir birey arasındaki farkı anlatmak için ‘Engelli insanlar ne yapamadıklarına bakmazlar. Ne yapabildiklerini düşünürler.’ demişti. Keşke biz de böyle düşünebilmeyi öğrensek. Beni her zaman şaşırtıyorlar. Neler yapabildiklerini ve nasıl kendilerini geliştirdiklerini görebilirsin, çok şey öğrenebiliyorsun.”
Sorularıma geçmek için, topla birlikte bir balet gibi uçan Cruyff’u ormancı defans oyuncuları gibi yere serip konuşmasını kesmem gerekiyordu. Cruyff, görevimin onu, son birkaç aydır Manchester United’da görev yapan eski düşmanı van Gaal hakkında konuşturmaya yönlendirmek olduğunu fark etti. Militarist van Gaal hakkında konuşmaya isteksizdi. Ben de van Gaal’in futbol konusundaki çelişken algısı hakkında sordum.
“Şimdi bu, Van Gaal kötü iş çıkarıyor demekten daha ilginç.” dedi. “Çok fazla umurumda değil. İkimiz de Hollandalıyız fakat ikimiz arasında büyük farklar var. Ben her zaman topa ve hıza hükmetmeyi düşünürüm. Belki o benden daha çok biliyordur ancak ben her zaman kontrol isterim. Topun kontrolü bende değilse ne yapacağım? Kazanmak için baskı yapacağım. Bu savunmanın da bir yolu. Fakat hepsinden önemlisi topa sahip olmayı seviyorum. İşte bu yüzden oyuncuların düzgün bir şekilde hazırlanması için bireysel antrenman seanslarına inanıyorum. Takımın iyiliği için bireysel olarak ilgilenmelisin. Pep Guardiola’da ortaya çıkardığımız iş, bunun için çok iyi bir örnek.”
Bu andan sonra soru listemi bir kenara bıraktım. Cruyff’u dinleyip, konuşmanın akışına göre tepkiler vermenin, belirli bir soru listesine bağlı kalmaktan daha iyi olacağını fark ettim. Cruyff da canlandı. “Eğer oyuncularım düşünmeye başlarlarsa, ben mutlu olurum. Guardiola çok iyi bir örnek. Oyuncu olarak O, taktiksel açıdan harikaydı fakat bir gün bana defans yapamadığını söyledi. Ben de ‘Katılıyorum ama tamamen değil.’ dedim. Bütün bu alanı savunmaya çalışırsan evet kötü bir savunmacısın ancak sana ait küçük bir alanı savunursan, sen en iyisisin. Dikkat et, diğer alanları savunmak için sahada başka insanlar da var. Eğer buna dikkat edersen çok iyi bir savunmacı olabilirsin. Ve sonunda çok iyi oldu.”
Cruyff, Old Trafford’da başarısız olan zavallı van Gaal hakkında öldürücü bir şeyler söylememişti ancak, sohbeti Guardiola’dan, kariyerinin başında ona büyük etkileri olan İngiliz teknik adamlar Keith Spurgen ve Vic Buckingham’a getirmesi beni oldukça mutlu etti. Onlar Cruyff’un başıboş yeteneğine disiplini işlemişlerdi ve Buckingham 1964’te Ajax’a ona ilk forma veren teknik adamdı. Barcelona’da da onun teknik direktörlüğünü yaptı.
“Keith ve Vic bize profesyonellik verdiler. Çünkü Biz Hollanda’da çok çok aşağıdaydık bu konuda. Ancak taktiksel düşünce Rinus Michels’le birlikte geldi.”
Michels’le birlikte Total Futbol’u harika bir şekilde geliştirmeleri üzerine konuşması için konuyu tekrar tekrar önüne getirmek istemedim. Zaten o da öyle duygusal ve nostaljik birisi gibi durmuyordu. O zamanlar bundan bahsetmemiştim ama Cruyff, çok ilginç bir şey söylemişti. “Bence futbol hala diğer sporların çok çok gerisinde.”
“Mesela golfte, drive için bir hocan vardır, bir hoca yaklaşma oyunu için ve deliğe topu sokmak için başka bir hoca. Bir oyuncu için üç tane farklı uzmanla çalışılır. Futbolda bir antrenör 25 futbolcuyla ilgilenir. Bir forvet oyuncusuyla, sağ kanat oyuncusunu yada bir orta saha oyuncusunu karşılaştıramazsın. Hepsinin farklı gereklilikleri, birçok farklı nitelikleri ve fiziksel yetenekleri var. Bu yüzden bireysel antrenman sistemine inanıyorum. Herkesle bireysel olarak ilgilenmek zorundasın.
Paranın, futboldaki saflığı, temizliği yendiğinden bahsederken melankolikleşti. “Artık futbolda her şey parayla alakalı. Oyunun içindeki değerlerde artık problemler var. Bu çok üzücü çünkü futbol dünyadaki en güzel oyun. Sokakta oynayabiliriz. Her yerde oynayabiliriz. Uzun ya da kısa, şişman ya da zayıf, fark etmez herkes oynayabilir. Ama bu değerler artık kayboldu. Bu değerleri geri getirmek zorundayız.
Sohbetimiz sırasında sürprizler de vardı. Mesela Roberto Martinez’i, Everton’daki başarısı için takdir etti. Geçtiğimiz sezonu Everton, ilk dördün hemen altında bitirdi. Şampiyonlar Ligi’ne çok yaklaşmışlardı. “Martinez’in bu işi nasıl başardığına bakarsanız, güzel bir başarı hikayesi görürsünüz. O, iyi bir arkadaşımdır. Tamam, şampiyonluğu kazanamadı ama şu an herkes mutlu.”
Bu şu aralar Martinez yönetimindeki Goodison Park’ta pek aynı havadan bahsetmem mümkün değil. Cruyff aynı zamanda Barcelona’nın ileri ucunda bir araya gelecek Messi, Neymar ve Suarez hakkındaki kuşkularından da bahsetti. Şimdi Cruyff’un, hayatının son aylarından bu muhteşem üçlüyü, Barcelona’nın en büyük tehditlerinden biri olarak izlerken büyük keyif aldığını düşünüyorum.
Cruyff da insandı. Küçük bir tenis kortunda backhand’i fileye takıldığında da, Perşembe günü kansere yenildiğinde de. Fakat 2014’ün bulutlu bir Eylül gününde hayat doluydu. Sadece o gece neden Barselona’ya dönmek zorunda olduğunu anlatırken yoruldu. “Yarın UEFA, Platini ve tüm sponsorlarla toplantımız var.”
Canı sıkkın bir tonla bunları söylemişti. Cruyff, daha felsefi konuşmaktan daha mutlu oluyordu. “Futboldaki her şey aynı hayattaki gibi. Bakmak, düşünmek, hareket etmek, boşluk bulmak ve başkalarına yardım etmek zorundasın. Aslında çok basit.
Uzun günün sonunda bazı ödüller vermesi gerektiği hatırlatıldığında bile sohbet etmeye devam etti. Ben nereliydim? Güney Afrika mı?
Ben bu gerçeği kabul eder etmez o yeni konuya geçti. Güney Amerika’da ırk ayrımı nedeniyle konulan televizyon yasağı kalktığında gördüğümüz ilk spor olayının Arjantin 1978 Dünya Kupası olduğunu ona anlatmaya çalışmadan önce Afrika futbolu üzerine konuştuk. Hollanda finalde ev sahibine kaybetmişti.
Öğrenciydim. Cruyff’un formda zamanında Hollanda formasıyla katıldığı ve finalde Batı Almanya’ya kaybettikleri bir önceki Dünya Kupası’nı hiç görmemiş olma gerçeği beni kahrediyordu. Cruyff, bana dikkatle baktı. “Belki de gerçek kazananlar bizizdir.” dedi. Gözleri birden parladı. “Bence tüm dünya bizim takımı daha çok hatırlıyor.”
Bu futbolcu ve teknik adam olarak hırslı, iddialı Cruyff’un bakışıydı. Yeniden rahatladı ve Felemenkçe anlayıp anlayamadığımı sormak için kendi dilinde konuştu. Ben Güney Afrika dilinde “Sadece biraz.” diyerek cevap verdim. Beni geçmek için yine Felemenkçe röportajdan memnun kalıp kalmadığımı sordu. Yazmam için yeterli miydi?
Ben kafamı sallayarak ona teşekkür ettiğimde o da bana elini uzattı. “ Bütün o 48 soruyu cevaplamadık.” dedi. “Ama belki de bu hali daha iyidir? Bir sohbet, röportajdan belki de daha ilginçtir.”
Bu röportaj ilk olarak 26 Mart 2016’da The Guardian’da yayımlanmıştır.