Piet Keizer, efsane Ajax takımının sol kanadında durdurulmaz performanslara imza attı. Birçoklarına göre tek büyük rakibi vardı: Takım arkadaşı Johan Cruyff.
“Gerek Beşiktaş’ta gerek milli takımda dünya çapında birçok oyuncuya karşı oynadım. Mesela Ajax’lı Keizer müthiş oyuncuydu. Harika bir sol ayağı vardı. Ajax’la yaptığımız maçta bir frikik kullandı, topu bloke etmek isterken çeneme çarptı ve çenemin altında topu tuttum. İki gün sıvı gıdayla beslenmek zorunda kaldım.”
Beşiktaş ve milli takımın 1960’lardaki file bekçisi Necmi Mutlu, yaklaşık bir sene önceki sohbetimizde “Cruyff’un diğerlerinden farkı neydi?” sorusuna cevap vermeye bu şekilde başlamıştı. Cümlenin sonunda ise başaktöre sıra geliyordu: “Fakat bunların arasında rakibim olarak Cruyff’u ayrı bir yere koyarım. En yeteneklisi oydu.” Petrus Johannes Keizer ve Hendrik Johannes Cruijff’un yolları bir kez daha aynı cümlede kesişiyordu…
1960’lı yıllar Hollanda futbolunun amatörlük kabuğunu kırmaya başladığı dönemdi. Futbol dışı işlerle maişet derdine çare bulan gençler, futbol sahalarına hobi maksatlı adımlarını atıyorlardı. 1960’lar, mesleği ‘futbol’ olan Hollandalı gençlerin yetişmesine sahne oldu. Başkent Amsterdam’ın mütevazi takımı Ajax da bu değişime ayak uyduracaktı. İngiliz antrenör Vic Buckingam’ın 1961’de A takımda şans verdiği sarışın, solak bir genç de bu profesyonellik furyasının ilk üyelerindendi. Piet Keizer’in kariyerini geçireceği Ajax günleri böyle başlamıştı…
Solak gencin Hollandalı futbolseverleri büyülemesi kısa sürdü. Ama bu performansı, 1964’te ciddi bir sakatlıkla kesintiye uğradı. DWS Amsterdam futbolcusu Andre Pijlman ile çarpıştı ve kafatası kırıldı. Futbol hayatını hatta yaşamını tehlikeye sokan bu olaydan sonra zor olsa da sahalara dönmeyi başaracaktı. Aynı yıl, Keizer’den boşalan ‘heyecan verici genç’ tahtına, 17 yaşında, cılız bir yeni yetme oturacaktı: Johan Cruyff…
1965, Ajax tarihinin dönüm noktalarından biriydi. Rinus Michels, takımın başına geçmiş ve hanedanlığın tohumları De Meer Stadı’na serpilmeye başlamıştı. Michels’in sisteminin parlayan ismi Johan Cruyff’tu. Keizer ise sakatlığın da yarattığı sorunlarla arka plana itilmişti. Bundan şikayetçi de değildi üstelik…
Piet Keizer, harika sol ayağı, sert şutları ve imzası haline gelen makas hareketi ile rakiplerine kâbus anları yaşatırken ilgi çekmeyi hiç düşünmedi. Gece maçlarından nefret etti, imza dağıtmaktan uzak durdu. Sahada Johan Cruyff’tan eksiği yoktu ama stadyum mesaisi bittikten sonra sahadaki ortağının zıt karakteri olarak basının ve taraftarın karşısına çıktı. Topclub Ajax yıllığında dört yıl boyunca yazılar kaleme alan gazeteci Fritz Barend, “Cruyff’u bu kadar özel yapan nedir?” başlıklı yazısında, ikilinin maçlardaki birlikteliğini övdükten sonra şunları söylüyordu:
“Saha dışında Cruyff, takım arkadaşından daha profesyonel. Maçlardan sonra gazetecilerle konuşur ve futbol söyleşisi için onları evine davet eder. Keizer gibi reklamı sevmeyen bir oyuncu, elbette gazetelerde daha az görünecektir. Futboldan anlayan biri, onun kalitesini takdir edebilir ama daha az bilgisi olanlar için Keizer, asla Cruyff gibi bir idol olamayacak. Ajax-Marsilya maçından sonra Fransız basını Keizer’in Cruyff’la eş düzeyde bir futbolcu olduğunu düşünüyordu. Ama -onların deyişiyle- “Kroof” daha çok tanınıyordu.“
Keizer, kendine has oyununu oynamaya devam etti. Ajax, 1971’de Panathinaikos’u yenerek Şampiyon Kulüpler Kupası’na ilk kez uzanırken, Dick van Dijk’ın golündeki asisti, taraftarın görmeye alıştığı bir ‘Keizer klasiği’ idi. Ama France Football’un Ballon d’Or oylamasında, o yılın birincisi ‘Kroof’ olacaktı. Cruyff, Michels’in Total Futbol’undaki en önemli parça haline gelmişti, sistemin merkezi olmuştu. Gerçi Keizer’in Michels’in sistemiyle ilgili de sorunları vardı…
Savunmada rakip kovalamayı ve sahada özgür kalmadığı anları sevmiyordu. Cruyff’la birlikte yaptığı bir röportajda Michels için şunları söyleyecekti:
“Diktatör insanları sevmem. Michels de böyleydi. Tahmin ediyorum diğerleri onu seviyordur ama Johan ve ben… Michels konuşurken birbirimize bakar, gözlerimizi devirirdik… Soyunma odasından çıkarken diğerlerine, sahada onlardan ne istediğimiz anlatır ve istediklerimiz alırdık.”
Röportajda, bu kısımlar yayımlanmadı. Daha sonra ortaya çıktığında ise birçok kişi şaşırmayacaktı. Soyunma odasında Michels’in dışarı çıktığı ve Keizer ile Cruyff’un takıma taktik verdiği kulaktan kulağa yayılmış bir şehir efsanesine dönüşmüştü zaten. Keizer’in Michels nefreti de aynı şekilde… ‘General’ lakaplı antrenör, 1971’de Barcelona’nın yolunu tuttuğunda haberi alan sol açık, masanın üzerine çıkıp dans ederek ‘özgürlüğünü’ kutlamıştı. Üstelik ‘Rinus nefreti’ Keizer’e has bir tutum değildi. Türkçeye Ve Maç Başlıyor olarak çevrilen Alman kaleci Toni Schmacher’in otobiyografisinde de Köln’de üç sene çalıştığı Hollandalı antrenörle ilgili yazdıkları Keizer’i doğrulayacak cinstendi:
“Kemik gibi sertti. Weisweiler’den bile daha sert. Çalışmalar işkenceden farksızdı: Jimnastik, ölene kadar koşu ve her türlü küfürle gelen aşağılamalar. Arkadaşlarım Pierre Littbarski ve Klaus Allofs, öfkeden köpüren kişilerdi. Kendilerini esir kampında hissettiklerini söylerlerdi. Her tarafta mutsuzluk ve nefret vardı. ‘Tipik Hollandalı, Almanlardan nefret ediyor.’ ‘Vahşi domuz!’ Bunlar, soyunma odalarında, duşlarda duyulan konuşmalardı. Hiçbir çalıştırıcının Rinus Michels kadar sevimsiz olabileceğine, oyuncularından bu denli gülümsemeyi esirgeyebileceğine ve onlar aşağılayabileceğine inanmıyorum.”
Disipline alışık bir Almanın bu söylediklerinden sonra ‘rahatına düşkün’ bir Hollandalının nefreti anlaşılacak bir şeydi aslında…
Michels ayrıldı ve Ajax’ın yeni antrenörü, taktik uzmanı Stefan Kovacs oldu. Cruyff-Keizer ortaklığı son sürat devam ediyordu. Ajax, 1972 ve 1973’te iki kez daha Avrupa’nın en büyüğü olacaktı. Fakat 1973’te Barcelona seyahatine çıkma sırası Cruyff’a gelmişti. Bu sefer sebep, direkt Piet Keizer idi…
1973-1974 sezonu çalışmalarına George Knobel antrenörlüğünde başlayan Ajax topçuları, De Lutte’daki kampta, artık bir Ajax geleneğine dönüşmüş seçim için toplanmıştı. Her sezon takım kaptanı oyla seçiliyor ve o sezon için pazubandı koluna geçiriyordu. Johan Cruyff, egosunun da yardımıyla kendinden emin bir şekilde sonuçları beklerken büyük bir şok yaşayacaktı. Yeni kaptan, Piet Keizer seçilmişti. ‘Sarı Fare’ odasına çıktı, arkadaşlarının artık ona güvenmediği ve inanmadığı düşündü, menajeri Cor Coster’i aradı. Cor Coster aynı zamanda Johan Cruyff’un eşi Danny’nin babasıydı. Danny ve Cruyff çifti, Keizer’in düğününde tanışmış ve 1968’de evlenmişti. Keizer, Cruyff’un hayatındaki bir diğer önemli kararda yine başroldeydi.
Cruyff, telefonu açan kayınpederine, transferin gerçekleşmesini istediğini söyledi. Barcelona’nın sık sık tekrarladığı teklif kabul edilecek, birkaç hafta sonra Johan Cruyff, ayrı bir tarih yazacağı Katalan topraklarına inecekti.
Kısa bir ayrılık olsa da ‘ihtiras’ üçgeni, 1974 yazında Almanya’ya taşınacaktı. Rinus Michels yönetimindeki Hollanda, 1974 Dünya Kupası’nda izleyenleri büyülerken en büyük yıldız yine Johan Cruyff’tu. Piet Keizer, gösteriyi çoğunlukla kenardan izliyordu. Sadece İsveç’e karşı sahadaki yerini almıştı. O maçta da akıllarda kalan Keizer’in performansı değil, Cruyff’un İsveçli savunmacı Jan Olsson’a attığı ve ‘Cruyff Turn’ olarak dünya futbol tarihine geçecek muazzam çalım olacaktı. Michels, sol açık tercihini Cruyff’a ikizi kadar benzeyen Rob Rensenbrink’ten yana kullanıyordu. Finalde Rensenbrink sakatlandığında “Keizer’e şans gelir mi?” sorusu sorulsa da Michels, Rene van de Kerkhof’u sahaya sürerek bir nevi Keizer’den intikamını alacaktı…
Almanya’daki duruma fena halde içerleyen Keizer, Ajax kampına döndüğünde bu sefer antrenör Hans Kraay’la sorunlar yaşamaya başladı. Orta sahada oynamak istediğini bildirdi ama ret yedi. Kararını vermişti. Takım arkadaşı, bir diğer Ajax efsanesi Sjaak Swart’ın deyimiyle, ‘Ondan beklendiği gibi’ 31 yaşında, henüz genç denebilecek yaşta futbola veda etti.
Piet Keizer, bir daha futbolla içli dışlı olmadı. Kariyeri boyunca niçin sadece Ajax’ta oynadığını soran gazetecilere, “Amsterdam benim dünyam. Daha fazlasına ihtiyacım yok.” cevabını verdi. Sadece fikri sorulduğunda konuştu, niye futbolun içinde olmadığını “Benim sıram geçti.” sözleriyle kestirip attı. Yine de 1994 Dünya Kupası öncesinde televizyonda Johan Cruyff’la girdiği tartışma ile Hollanda futbolunda gerektiğinde Cruyff’a zıt fikir belirten nadir insanlardan biriydi. 2000’li yıllarda Ajax Altyapısı ile ilgili söyledikleri, futbolculuk yıllarında ‘futbol düşünürü’ rütbesini almasının kanıtıydı aslında:
“Bugünkü sistemde bireysellik anahtar nokta. Ama esas olan takım oyunudur. Bireysel yeteneklere sahip futbolcular, güçlü oldukları özelliklerini geliştirerek takımlarını daha iyiye taşırlar. Bir oyuncunun bir özelliği öne çıkıyorsa onu daha da geliştirmelidir. Ama şimdi zayıf olan özelliklerini geliştirmek için onları çalıştırıyorlar. File dans etmeyi öğretemezsiniz!”
Çok övülen taktik zekasını, Cruyff’un aksine hiç kullanmadı. Antrenörlük kurslarına başladı ve kâbus olarak hatırladığı tecrübesini yarıda bıraktı. Kendisine göre yine haklı mazeretleri vardı: “Düşünsene Keizer ve Cruyff gibi iki oyuncum olacak. Bizim yaptıklarımız yarısını yapmalarını bile istemem, dayanılmaz olur. Çok zor insanlardık, defalarca antrenöre kafa tuttuk!”
Kendi köşesine çekilen Piet Keizer, zaman zaman şöhretler maçlarına çıktı zaman zaman da Ajax’ın etkinliklerinde boy gösterdi. Johan Cruyff’tan yaklaşık bir sene sonra, 9 Şubat 2017’de hayata veda ettiğinde, ölüm nedeni akciğer kanseriydi. Tıpkı garip ilişkileri olduğu ve sürekli kıyaslandığı ‘zor’ dostu Johan Cruyff gibi…
Keizer’le ilgili birçok yazı ya da konuşma, Hollandalı yazar Nico Scheepmaker’ın “Cruyff en iyisiydi, Keizer ondan da iyiydi.” sözüyle başladı ya da bitti. Tartışma kişilere göre farklı sonuçlanabilir ama zor beğenen Cruyff’un 1997 Nisan’ında verdiği röportajda söyledikleri, Keizer’in yeteneklerinin abartılmadığının garantisi olarak kalacak:
-Hazır konu açılmışken, beraber oynamaktan en çok keyif aldığınız oyuncu kimdi?
-Elbette ki en iyi Piet Keizer’di. Sanırım ikimiz de dış dünyaya karşı farklı bir dalga boyundaydık. Top Keizer’deyken ve bir şey yapmak üzereyken, ne olacağını ve nereye gideceğini bilirdim. Koştuğum yer burasıysa, top buraya gelirdi. Keizer, herkesten daha fazlasını yapabilen birisiydi.
-Keizer, birlikte oynadığınız insanların Einstein’ı mıydı?
-Evet, bence öyle…