-Bir Gelişimspor röportajı-
Johan Cruyff, 25 Nisan 1947 günü Amsterdam’da doğdu. Ajax takımında futbola başladı. Ajax’la üç kez Avrupa Şampiyon Kulüpler Şampiyonu oldu. Futbolunu Barcelona’da sürdürdü. Ardından ABD’ye giderek Los Angeles, Cosmos, Washington ve Levante takımlarında oynadı. Tekrar Avrupa’ya döndü, Ajax ve Feyenoord formalarını giydi. 1985 yılında Ajax’a teknik direktör oldu. 1987 yılında Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda şampiyonluğa ulaştı. Şu sıralar Barcelona’nın başında ve 14 yıldır şampiyonluk görmeyen Katalan takımını Real Madrid’in yanında şampiyonluğa doğru taşıyor. Futbolun unutulmaz sarı faresini futbolla ilgili ilginç görüşlerinden dolayı ikinci kez söyleşimize konuk ediyoruz.
Antrenmanlarınızı izleyenler takımızın ligdeki durumu ve aldığı sonuçlar ne olursa olsun, antrenmanların son derece iyi geçtiğini ve sizin çok neşeli bir çalıştırıcı olduğunuzu söylüyorlar.
Doğrudur. Bu benim futbola, daha doğrusu spora bakış açım. Ben üzüntüye yer vermeyi sevmiyorum. Bu özel hayatımda da böyle. Ben futbolcularıma en iyi çalışma ortamını sağlamak zorundayım. Zaten bu sevincimi ya da insanları sevindirme yeteneğimi yitirirsem antrenörlüğü bırakırım. Mutlu ve neşeli insanlar iyi ve güzel şeyler yapabilirler. Bakın size bir sır vermek istiyorum: Hücum futbolcuları ve hücum futbolu oynatan antrenörler her zaman daha neşeli, daha sevimli ve daha sevilen olurlar. Savunmacılar ise daha karamsardırlar.
Bu haliniz futbolculara da yansıyor
Elbette yansır ama bu şımarmaya neden olmamalı. Ana amaç daha iyiye doğru gitmektir. Hem bireysel olarak hem de kolektif olarak.
Cruyff dendi mi akla hemen Ajax geliyor
Bundan normal bir şey yok. Ajax genç takımında başladım. Takım büyük başarılar kazanırken ben de içindeydim. Gittim. Sonra antrenör olarak geri geldim. Beni ben yapan her şey o takımın kırmızı-beyaz formasıyla bağlantılı.
Barcelona’ya antrenör olarak gelişinizden beri yaptığınız işler ve yerleştirmeye çalıştığınız düşünceler gerçek bir ihtilal girişimi olarak niteleniyor.
Herkes istediği gibi niteleyebilir. Ben futbolu en güzel yanından ve ana amacından ele alıyorum: Gol. Bunu başarmak, yani gole ulaşmak için gerekli ortamı sağlamak gerektiği inancındayım. Hiçbir zaman takımın yarısını gerilere hapsedip “Aman ha sakın gol yemeyin. Sizin göreviniz gol yememek” demiyorum. Hiçbir oyuncumu şartlamıyorum. Futbolun amacı golse sahadaki bütün oyuncuların amacı da bu olmalı. Hatta kalecinin bile. Gol atan futbolcunun sevincini görüyorsunuz. Herkes bu mutluluğu yaşayabilmeli ki, izleyenler de mutlu olabilsin. Futbol sahadaki oyuncuya keyif verdiği ölçüde tribüne de keyif verir. Şartlandırılmış oyuncular ise mutlu olamazlar. Benim felsefem bu.
Real Madrid maçında herkes cesaretinize saygı duydu. 5 oyuncuyu forvette oynatırken sadece üç oyuncuyla savunma kurdunuz.
Sonuçta kaybettik ama o maçı seyredenlerden hiçbiri yaşadığı sürece o maçı unutamayacak. Ne muhteşem bir gösteriydi. İki kez öne geçtik ama koruyamadık. Üçüncü kez öne geçseydik kazanabilirdik diye düşünüyorum. Ama daha önemli olan o gün Barnabeu’dan çıkarken rakip taraftarların bizi çılgınca alkışlamasıydı. O gün tribünlerde yüz elli bin mutlu insan bıraktık.
Gösteri yönü iyi ama kulüpler sonuçlara bakmazlar mı? Yanılmıyorsak başarılı olmak gerekmiyor mu?
Barcelona kazanmak istiyor ve zorunda. Bunun için gereken şartların en mükemmeline de sahibiz. Bu sezon en az 30 maçımızı 90 bin seyirciye oynadık. Artık Barcelona taraftarı futbola ve gole doyduğu maçlar izlemeye alıştı. Bu kulüpçülük açısından bir başarıdır. Bu mali başarıya sportif bir başarıyı, yani şampiyonluğu eklemek ise hiç zor değil. Sadece biraz şans meselesi.
Bu başarı Cruyff’un mu?
Alçakgönüllü olmaya gerek yok. Evet… Antrenörlüğüm sırasında da futbolculuk dönemimde olduğu gibi halkı etkim altına almayı başarabiliyorum.
“Dahi antrenör” ve “futbol büyücüsü” gibi yakıştırmaları reddediyorsunuz. Ama büyük başarılar arifesinde bıraktığınız Ajax, sizden hemen sonra karışıyor ve düşüşe geçiyor. Barcelona ise hemen yükselmeye başlıyor.
Bu söyledikleriniz doğru değil. Yani nedenlerini ortaya koymadığınız için söylediğiniz gibi görünüyor. Ajax’ın düşüşünde önemli etken benim ayrılmam değil, yönetim içindeki mali sorunlar ve düşünce yanlışlıklarıdır. Ben kalsaydım bile bu sorunlar olabilecekti. Ayrıca da Van Basten ve Rijkaard gibi iki önemli oyuncularını yitirdiler. Ajax yönetimi Barcelona’nın elde ettiği başarıları ister, ama hazırladıkları şartlar on kat daha kötüdür.
Ajax transfer konusunda biraz cimri galiba…
Süper oyuncuları astronomik fiyatlara sattılar. Fakat yerine kimseyi almadılar. Elbette ki bütün futbolcular transfer edilebilir futbolculardır. Bu sadece bir para sorunudur. Ajax parayı almayı sever de vermeyi bir türlü öğrenemez.
Tekrar çalışma prensiplerinize dönelim. Oyuncularınızdaki canlılığı nasıl sağlıyorsunuz?
Genel olarak, günümüz futbolcuları fizik olarak daha iyi yapıya sahipler ve daha güçlüler. Fakat onlarda da teknik bazı eksiklikler var. Büyük bölümü rakibi geçmeyi, ayaklarını doğru şekilde kullanmayı bilmiyorlar. Ben onları küçük alanlarda kısa pas ve dripling çalışmalarıyla canlandırıp kendilerine gelmelerini sağlıyorum.
Hollanda futbolu dendi mi hâlâ akla 1970’lerin Ajax’ı, 1974 ve 1978 Dünya Kupaları’nın finalisti Hollanda Milli Takımı geliyor. Yerinize gelenler bir de Avrupa Şampiyonluğu unvanını kazanmalarına karşın sizi unutturamadılar. Gullit, Van Basten, Rijkaard; Cruyff, Neeskens, Krol ve Haan’ı silemediler…
Ajax’ın futbolunun ve 1974 Hollanda Milli Takımı’nın bugünkülerden daha profesyonel bir ekip olduğu inancındayım. Teknik ve taktik olarak bambaşka bir ekiptik. Ve ayrıca bir de olgunluğumuz vardı. Bugünkü takım bizimkine oranla daha az moral güce, daha az kişiliğe sahip. İnanıyorum ki zaman içinde onlar da gelişecekler. Bakın bugün Hollanda futbolu her yerde hâkim. Geçen yıl Ajax, PSV, Avrupa kupalarını götürdüler. Avrupa’nın bütün liglerinde en süper futbolcular hep Hollanda kaynaklı. Bu yıl finalleri kasıp kavuran İtalyan takımlarında da Hollandalılar var. Milan tipik bir Hollandalı. Birkaç yıl içinde Hollanda futbolu bizi unutturacak başarıları elde edebilir.
Sizin antrenörlüğünüz sizle birlikte oynayan takım arkadaşlarınızı şaşırtmadı mı?
Şaşırttı. Çünkü iyi oyuncular her zaman iyi antrenör olmazlar. Oyuncuyu kişiliği ile antrenör kişiliği arasında farklar var.
Ama siz sahadayken de antrenör gibiydiniz?
Bunu anlayamadım. Ever her zaman olayları idare etmeyi severim. Maç sırasında da tecrübenin verdiği ağırlığı ortaya koyar, inisiyatif kullanırdım. Bu rolü oynamaya mecbur olduğum için girerdim. O bir nevi genişletilmiş kaptanlık göreviydi. Ama antrenörlük daha farklı bir şey.
Barcelona istediğiniz gibi oynuyor mu?
Son derece hoşnudum. Sabit fikirli birkaç futbolcum dışında hiçbir sorunum yok, onlar da bu yıl gidici.
Alışkanlıklar edinmiş oyunculara yeni şeyler öğretmenin en güç tarafı ne?
Her şey iyi giderken, şimdi olduğu gibi, neyin yanlış olduğunu bir türlü gösteremezsiniz. Hatalar kötü sonuçlara neden olmadıkça göze batmazlar ve kimse onları düzeltmeye çalışmaz. Oysa sonuç kötü olduktan sonra değiştirmenin faydası yoktur ki. İşte bunu anlatmak çok zor oluyor.
Bu yüzden mi kadroyu geniş tutuyor, rekabet ortamı yaratıyorsunuz?
Futbolcularla teker teker uğraşmıyorum. Bir hatalarını görürsem uyarıyorum. Bir dahaki maç düzeltirse sorun yok. Yok düzeltmemişse kadro dışına alıyorum. Aslında uyumlu ve daha dar bir kadroyla çalışmayı yeğlerim. Ne var ki şimdilik bu zor. Yoksa özelliklerini ve ne yapabileceklerini bildiğiniz oyuncularla daha çok şey başarırsınız.
Oyuncuların sürekli birbirleriyle rekabet halinde tutmak zararlı değil mi?
Bu dostça bir rekabet. Bir şut alıştırması sırasında insan en iyi şut atanla yarışmadığı müddetçe, kendini geliştiremez. Hepsini kendini aşmaya zorluyorum. Risk almaya zorluyorum. Oyuncularıma gerektiğinde maç sırasında bile hatırlatmaktan çekinmediğim bir şey var ki, o da futbolun kişisel veya kolektif başarılara dayalı olduğudur.
Peki uluslararası planda futbolun gelişimi için ne diyeceksiniz?
Çok geniş bir soru. Pek umutlu olduğum söylenemez. Oyuncular çok iyi yetişiyor olsalar bile teknik olarak çok zayıf gelmeye başladılar. Şimdiki futbolcuları, güreşçi, boksör, atlet veya ne isterseniz onu yapabilirsiniz. Ama benim için önce futbolcu kaliteleri sonra sporcu kaliteleri gelir. Bir futbolcu top sevgisiyle dolu olmalı. Topa yapışıp, topla sevişebilmeli, tribünlere topla hep beraber oynadıkları hissini verebilmeli. Artık bu görüntülere pek rastlayamıyoruz. Bu da futbola olan ilgiyi azaltıyor.
*Bu söyleşi ilk olarak Gelişimspor’un 31 Mayıs 1989 tarihli sayısında yayımlanmıştır.