Özellikle 60’lı yılların önemli santrhaflarındandı Süreyya Özkefe. Her ne kadar Beşiktaş ile şampiyonluklar yaşasa da memleketi Eskişehirspor’a hizmetten de geri kalmadı. Unutulmaz savunmacı ile Es Es kariyerinin unutulmaz anlarını konuştuk…
Futbola 56-57 senesinde Işıkspor’da başladım. Işıkspor, mahallemizin amatör takımıydı. 1958 yılında genç milli oldum. Ben Eskişehir’de Devlet Demir yolları Çıraklık Okulu mezunuyum. İşçi statüsündeydim orada. Genç milli takımda oynamaya başladıktan sonra, Ankara Demirspor beni istedi. Naklimi, Ankara’ya, genel müdürlüğe aldılar. Burada işçiydim, çok ağır çalışıyorduk, anam ağlıyordu. Ankara’da memur yaptılar beni. Üç sene Ankara Demirspor’da oynadım. Hava Gücü’nde askerliğimi yaptım. Askerliğimi yaparken de Ordu Milli Takımı’na girdim. Milli Takıma da çağrılıyordum ama hep yedek kalıyordum. O zamanlar daha oynayamamıştım. Naci Erdem vardı benim yerimde. Santrhaf o oynuyordu Milli Takım’da.
Babanız pek futbol oynamanızı istemezmiş galiba?
Babamdan çok dayak yedim. Top oynuyorum diye çok kızardı. Işıkspor’dayken 16-17 yaşındaydım. O sıralar çok döverdi beni. Sonra Genç Milli Takım’a seçilince “Aferin oğlum.” dedi. Sırtımı sıvazladı.
Bak bir anımı anlatayım; sarkaç ne o zamanlar bilmezdim. Beşiktaş’a gidince öğrendim sarkacı. Evde ampul vardı. O ampulle kafa çalışırdım. Dedim buna vuracağım. Bir gün saçım değdi. Ben farkında değilim. Rahmetli Hacı babam gelmiş, kapıyı açmış girmiş. Ben de odada çalışıyorum. Sol ayağımla bir timing yaptım, alnımla bir vurdum ampule, pat kırıldı. Arkadan bir tokat bana. “Ne yapıyorsun lan!” dedi babam. “Manyak mısın?” “Kafa çalışıyorum baba.” Dedim ben de. “Ne kafası lan!” dedi.
Beşiktaş’a transferiniz nasıl gerçekleşti?
Bir gün Gençlik Park’ında oturuyordum. Demirspor’la anlaşmak üzereydim ama Galatasaray, Fenerbahçe de beni istiyordu. Bir baktım üç kişi yanıma geldi. “Seninle bir yemek yiyelim, konuşacağız.” dediler. “Tamam.” dedim, gittik. Yemeği yedik. Biraz da içirdiler bana. Yataklı trene bilet almışlar. Aldılar İstanbul’a getirdiler beni. Meğer Beşiktaşlı idarecilermiş. Beşiktaş’a bu şekilde imza attım. Zaten hasta Beşiktaşlıydım. Allah nasip etti, 10 sene futbol oynadım Beşiktaş’ta.
Sonra da memleketinize, Eskişehirspor’a geldiniz…
10 sene bittikten sonra, yaş 32’ye geldi. Beni isteyen takımlar vardı. Bir gün evde oturuyorum. Teşvikiye’de oturuyorum o zamanlar. Annem-babam da üzülüyorlardı. Gazeteden, radyodan falan duyuyorlardı. İkinci lig takımları istiyor diye. Baktım, Aydın Begiter geldi. “Gel seninle yemek yiyelim.” dedi, Sonra aldılar beni Eskişehir’e götürdüler. “Sen hiç bir yere gidemezsin, Eskişehir’in formasını giyeceksin.” dedi. Hiç para konuşmadım. “Sen ne verirsen.” dedim Aydın Begiter’e. O zamanın parasıyla 120 bin lira verdi; 20 bini peşin. Geri kalanını da 24 ay takside böldü. Her ay bin lira bin lira… ben de hiç itiraz etmedim. Ama geldiğim için çok mutluyum. O kadroda oynadım. Türkiye Kupası, Cumhurbaşkanlığı Kupası, Sevilla maçları bunların hepsinde kadronun bir parçası olduğum için gurur duyuyorum.
Oturmuş bir kadro vardı. Formayı almanız zor olmadı mı?
Geldiğim zaman oynar mıyım, oynamaz mıyım diye düşünüyordum. Nur içinde yatsın, Nuri ve İsmail ikisi oynuyordu. Kadro bozulmuyordu hiç. Bir gün maçtan önce Nuri sakatlık numarası yaptı. Allah yardım etti işte. Bir şans geldi bana, takıma bir girdim, İsmail’le iki sene oynadık. Ben libero, o stoper oynuyordu. Ben ona yağ çekiyordum, gaza getiriyordum. “Koçum benim!” diye. Kartal gibi çıkıyordu o da . Sağ bek İlhan oynuyordu, Abdurrahman ve Faik de vardı. Orta sahada Kamuran, Koko Burhan ve Vahap vardı. Ben böyle orta saha hayatımda görmedim. Onlara topu verdin mi, biz İsmail’le beş dakika dinleniyorduk. Halil, Nihat, Fethi, Ender, filelere gönder! Böyle bir kadroda oynadım. O yüzden çok mutluyum.
Eskişehirspor’daki arkadaşlık ortamı, en az takımın performansı kadar efsane. Siz dışarıdan gelen bir futbolcu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aaa! Ayrılmazdık birbirimizden hiç. Hala daha öyleyiz. Eski efsaneleri hep çağırırız biz. Mümin, İsmail, Nihat hepsi gelir. Dışarıda olanlar bile gelir. Hiç ayrılmayız.
Peki, o dönemde takımın Eskişehirli oyunculardan kurulu olduğu dikkat çekiyor. Trabzonspor şampiyon olduğu dönemde de aynı durım geçerli. Bir Ender Konca İstanbul’dan gelmişti ama hep Eskişehirli oyuncular dikkat çekiyor.
Ender’i de buradan evlendirdik ama! Buraya yerleşti, gitmiyor da. Mümin de buradan evlendi. Taşkın mesela, çok iyi insandır. Alo dediğimiz zaman atlar gelir hemen. Böyle bir sevgi saygı var o zamanlardan gelen. Başarının sırrı da o. Birbirine küsme yok. Şaka kaldırırsın. Fethi de kaptan olarak hep başımızdaydı…
Geldiğinizde teknik direktör Gegiç’ti değil mi?
Evet Gegiç’ti. Ama Abdullah Matay’ın da hakkını yiyemem. Hem psikologdu, hem antrenörümüzdü bizim.
Beşiktaş’ta Spajic ile çalıştınız. O da Yugoslav ekolünden geliyor. Bir karşılaştırma yaparsanız hangisi ağır basıyor sizce?
Gegiç ağır basar. Bu işi çok iyi biliyordu. İdmanları çok iyiydi. Spajic öyle değildi. Sürekli koşturuyordu bizi. Ama burada biz topla idman yapardık. Spajic sürekli koşturur, anamızı ağlatırdı. Pist 400 metre, gelir “Altı tur!” derdi, geçerdi kenara, hiç karışmazdı. Biz altı tur koşardık. Sonra kültürfizik hareketleri yapıp, çift kaleye geçerdik. Antrenman bu kadar. Ama Gegiç öyle değildi. Topla idman yaptırırdı. Zevkle çalışırdık. Gegiç gibi hoca görmedim. Yardımcısı Matay da öyle. Gegiç’ten de çok şey öğrendi ayrıca. Abdullah Matay’a karşı da oynamıştım ben. Beykoz’da oynuyordu. Kıvrak bir oyuncuydu. Bir maçta çalımlarla geliyordu. Ben de kademedeydim. Tam bana çalım atacaktı, bir daldım ona hop, piste. Tatarca, “Ne yapıyorsun lan!” dedi. “Bir şey yapmıyorum abi, topa girdim.” dedim. “Böyle topa mı girilir lan!” dedi bana bir fırça çekti.
Eskişehirspor’da oynarken Amigo Orhan’ın size nasıl etkisi oluyordu?
Çok iyi bir insandı. Eskişehirspor için çok şeyler verdi. Biz de sayardık onu. O da bizi sayardı. Çok saygılı bir insandı.
Meşhur Sevilla maçını hep hücumculardan dinledik. Bir de savunmadan dinlesek, neler yaşamıştınız o gün?
1-0 İspanya’da mağlup olmuştuk. Burada çıktık sahaya, yine yedik bir tane gol. Hemen sonra, Fethi golü attı 1-1. İsmail geldi yanıma; “Süreyya abi, yemeseydik iyiydi be abi.” dedi. “Oğlum üzülme. Oyununa bak!” dedim. Sonra ikinciyi attık. İsmail yine geldi. “Süreyya abi, yemeseydik keşke.” dedi. Ama atak üstüne atak yapıyoruz. Tatar İlhan sağ bek, Fahri sol bek oynuyor. Artık son dakikalara yaklaştık. Tatar İlhan geldi; “Süreyya abi, ben gidiyorum.” dedi. “Git oğlum!” dedim. Faik; “Ben de gidiyorum abi.” dedi. Santrada İsmail’le ikimiz kaldık. Hepsi hücumda. 89’uncu dakikada yine Fethi golü attı, dünyalar bizim oldu. O sevinci hiç unutmam; İsmail’le yere yattık, sevinçten ne yapacağımızı bilmedik.
Ardından da Twente maçı ve deplasmandaki üzücü sonuç…
Evet, ama o takım da çok iyiydi. Çok erken yedik golleri. Erken yeyince gol atmak için atak yapmak istiyorsun. Onlar da çok iyilerdi. Geldiklerini attılar, öyle yedik altı tane.
Santrhaflar genelde takımın lideri olurlar. Sizin de saha içinde Gegiç’in sağ kolu olma durumunuz var mıydı? Yaş olarak da takımdan daha olgundunuz.
Ben tecrübeliydim takıma göre. Tecrübemden faydalandılar. Takımı saha içinden ben de yönlendirirdim. İlhan atağa kalktı mı sağ bek, Faik atağa kalktı mı sol bek oluyordum. İsmail markajda kalıyordu. Ben Faik’in arkasına kaçan, İlhan’ın arkasına kaçan topları topluyordum. Mesela bir Bursa maçında, Mesut vardı Bursa’da. Faik’in arkasına kaçmış, soldan geliyor. Bir girdim, hoop piste kadar uçtu! Bir daha da sahaya giremedi zaten. Faik geldi, öptü beni. Teşekkür etti!
Hayatınızda Aydın Begiter önemli bir yerde değil mi?
Aydın Abi, Eskişehirspor’u Eskişehirspor yapan adam. Çok geniş muhiti vardı. Federasyonda olsun, hakem camiasında olsun. Yani Eskişehirspor’a çok faydası oldu. Paranı günü geldiği zaman öderdi. Transfer parası olsun, pirimler olsun, maaşlar falan hep zamanında ödenirdi. Futboldan çok iyi anlardı. Hepimizi o aldı getirdi. Vahap’ı o aldı. Koko’yu Fener’den aldı geldi.
Ender Konca ile konuştuğumuzda söylemişti. Eskişehir’e geldiğinde sahayı yemyeşil görünce çok şaşırmış. Eskişehir’in imkanları İstanbul’a göre daha iyiydi herhalde?
Maçtan sonra her yerim toprak olurdu İstanbul’da. İzmir Alsancak’a gidiyorsun, toprak. Bir çift daldığın zaman her tarafın paramparça oluyordu. Bir de kramponlu ayakkabılar vardı. Adidas yoktu daha o zamanlar. O çiviler batardı. Neler çektik! Ama Eskişehir’in sahası çok iyiydi. Ama yine de kenarlar çimdi. Ortaları o kadar çim değildi. Çim saha diye geçiyordu. Öyle halı gibi saha yoktu. Avrupa’da gördük biz çim sahaları. Avrupa’da Müller’e, Beckenbauer’e karşı oynadık. O zaman…
Beckenbauer de sizin mevkiinizin oyuncusuydu. Onu nasıl gözlemlediniz?
Ben hep onu izlerdim. Bir keresinde İstanbul’a geldiler. Eskişehir’den atladım İstanbul’a gittim, sırf onu izlemek için. Daha doğrusu bütün Eskişehirspor olarak gittik. Aydın Begiter aldı götürdü bizi. Özel olarak izlememiz için…. Maç oynanıyor, atak yapıyor Almanlar, ben başka tarafa bakıyordum. Döndü bizimkiler; “Nereye bakıyorsun sen?” diye sordular. “Beckenbauer’e bakıyorum.” dedim. 90 dakika onu seyrettim. Ne yapıyor, nasıl kademeye giriyor, nasıl, nereye pas atıyor? Hep onu izledim.
Siz de üst seviye bir santrhaftınız. Onu diğerlerinden ayıran yönü neydi?
Çok soğukkanlıydı. Aldığı topu hemen en müsait yere verirdi. İstop, pas. İstop, pas. Öyle çalım atayım falan yok. Riske girmiyordu. Top sıkıştı mı, hemen geri pas. Taca da atıyordu topu. Mesela bazı futbolcu taca atmaz topu. Yeri geldiğinde atacaksın!
Sahada ağırlığı vardı değil mi?
Büyük topçuydu. Olmaz mı? İzlediğim en büyük liberoydu. Onun üzerine tanımam.
Tekrar Es Es’e dönelim… Eskişehirspor, sahası kapatılan ilk takım. Olaylı Galatasaray maçından sonra. O maçta siz de vardınız. Neler oldu o gün?
Taraftar sahaya girdi. Birini tuttum, sahanın içinden aldım ve içeriye soktum. Baya kurtardık hakemi o gün.
Peki, maçta hakem çok mu kötüydü?
Rezaletti, rezillik. Hakemler, üç büyük takımı tutuyorlardı. Çünkü öbür hafta yine maç verecekler. Şimdiki hakemler bile öyle.
Eskişehirspor’a hakemlerin kötü davrandığını hep okuduk, dinledik. Trabzonspor bunu kırmayı nasıl başardı?
Trabzon’dan kaçmak zor. Nasıl kaçacaksın oradan! Ama Trabzon da çok iyi futbolcu yetiştirdi.O bölgeden iyi faydalandı. Eskişehir’in etrafında oyuncu potansiyeli olarak faydalanabileceği bir yer yoktu. Hep Aydın Begiter’in bireysel çabalarıyla bulundu oyuncular. Gençleri hep izlerdi. Matay da izler, takip ederlerdi. Mahalle aralarına kadar izlerlerdi hem de.
Sizden çok genç olmasına rağmen Fethi Heper’den kaptanlıkla ilgili bir talebiniz olmadı değil mi?
Yok olmadı. Çok saygı duyardım.
Ayrılış nedeniniz ne oldu?
Sonra yaş 34’e geldi. Devlet Demiryolları ısrar etti illa gel diye. Eski kadromu verdiler bana. Demirspor’da hem antrenörlük hem menajerlik yaptım. Bir kaç maç da oynadım. Ondan sonra da bıraktım. Hayat böyle devam ediyor işte. Yaş 77’ye geldi şimdi.
Peki, 80’li yılların sonlarına doğru yaşanan o çöküşten sonra uzun süre 1996’ya kadar birinci lige çıkamadı Eskişehirspor. Siz de kulübün içindeydiniz, neler oldu o dönem?
O zamanlar herkes dağılmıştı. Eskişehirli kimse kalmadı kadroda. Şimdi bile kaç tane var, onu bile bilmiyorum. Hep yabancılar aldı paraları. Dünyanın parasını alıyorlar. Yazık! Hiç olmazsa formanın hakkını verin. Ama yok!
Geçirdiğiniz kaza sonrası elinizde kalıcı bir hasar kaldı ve sizde eliniz hep sarılı olarak oynamaya devam ettiniz. Zor olmuyor muydu?
Evet, oynamaya devam ettim. Trafik kazasında kolum kırıldı ama durumu ciddiydi. Kolumun kesilme tehlikesi vardı ama bu şekilde kurtulduk. Eskişehir’de yaptım kazayı. Beşiktaşlı idareciler duyunca kazayı hemen geldiler. Burada kangren tehlikesi var diye elimi keseceklermiş. Selahattin Akel vardı, başkandı o zaman Beşiktaş’ta. Aldı beni, yataklı vagonla İstanbul’a getirdi. Numune Hastanesi’ne yatırdılar. Orada da kesmeyi düşünüyorlardı. Her gün pansuman yapıyorlar koluma. Bir gün, yine doktor geldi pansuman yapmaya. Açtı elimi, açar açmaz bir kan fırladı suratına. Nasıl mutlu oldu ama. “Süreyya, kolunu kurtardık. Kesmeyeceğiz.” dedi. Sonra ameliyat ettiler, alçıya aldılar. Ama ben farkında değilim alçıda düm düz duruyor el. Beş buçuk ay falan yattım. İyileştikten sonra elindeki şişlik kalacak dediler. O şekilde idmanlara başladım ben de. Bir maçta şans verdiler, oynadım. Bir gün Fenerbahçe’yle maçımız vardı. Nedim Doğan’la kafa topuna çıktık. Ben farkında değilim. İnerken elimdeki şişlik kafasına gelmiş. Bakıyor yüzüme. “N’oldu, ne bakıyorsun?” dedim. “Taş attılar kafama.” dedi. “Taş değil lan! Benim kolum geldi kafana.” dedim. Ondan sonra kafaya çıkarken saklandı hep. Bu kol avantaj oldu sonra hep. Eskişehirspor’da oynarken de çok vurdum.