Manchester United’ın kızıl ordusu 25 bin mensubuyla Avrupa’nın en büyük limanını istila etti. O gün, Avrupa’da Alex Ferguson çağı resmen başlayacaktı.
I
1991 yılı Kupa Galipleri Kupası’nın resmi yayıncısı ITV, Manchester United ve Barcelona arasında oynanacak maç için Rotterdam’a muhabirlerini yollamıştı. Onlardan biri akşam haberleri için yaptığı bantta, Manchester United’ın “kızıl ordusunun” Rotterdam’ı istila ettiğini anlatıyordu. 15 bin bilet satın alan İngilizler şehre 25 bin kişiyle gelmişti. Çoğu deniz yolunu kullanarak limana ulaşmış, şehrin sokaklarını ve barlarını tıka basa doldurmuştu. “Heysel faciası sonrası yaşanan altı yıllık sürgünün ardından, İngiliz kulüpleri Avrupa’ya finalle döndü.” diye ekliyordu muhabir heyecanlı ses tonuyla. Manchester United’ın eski golcülerinden Denis Law da oradaydı. Maç öncesi canlı yayına bağlandığında gün boyu yağan yağmurdan pek de şikayet ediyor gibi değildi: “Çok kötü bir gece ama İngiliz futbolu için de bir o kadar güzel bir gece. Manchester United için çok daha iyi olmasını umalım.”
Basın mensupları, heyecanı İngiltere’ye taşımaya çalışırken, Rotterdam’da United’lı futbolcular arasında maçın heyecanı artıyordu. Aralarında en heyecansız gözükeni ise Mark Hughes’dü. Maç öncesi konakladıkları otelde Clayton Blackmore’la birlikte aynı odada kalıyorlardı. Maça sadece altı saat kala Hughes, uyumak istediğini söyledi. Blackmore bu isteğe pek anlam veremese de takım arkadaşı yatağa uzanmıştı bile. Hughes, daha önce Barcelona forması giymişti. Katalonya macerası pek istediği gibi gitmese de Siesta kültürünü benimsemişti. Gündüz vakti uyumayı seviyordu. O uyurken, Blackmore, adrenalin etkisini çoktan hisseder olmuştu. Onun için zaman geçmiyordu. Sonunda televizyonda Arnold Schwarzenneger’in oynadığı Komando filmini bulup izlemeye başladı. Ancak sesini kısmayı unutunca, filmin bir sahnesinde bir anda patlayan silahların sesi, Hughes’ü de uykusundan etti. Uykusunu alamayan Galli forvet, maça kadar yaşlı bir adam gibi homurdanıp durdu.
6 yıl sonra Avrupa’da boy gösteren ve finale kadar ulaşan İngilizler maç öncesi oldukça heyecanlıydı ama Manchester United’ın başındaki Alex Ferguson tam tersi bir sakinlik gösteriyordu. Kendinden gayet emindi. Haftalar önce Barcelona’ya gelerek, nasıl bir oyun planına sahip olduklarını incelemiş ve maç için hazırlanmıştı. Oradayken, Aberdeen’den eski öğrencisi ve bir dönem Barcelona forması giyen Steve Archibald’la özel bir toplantı yaparak, Katalanlar hakkında daha geniş bilgi almıştı. Ancak Archibald, Barcelona teknik direktörü Johan Cruyff’a da Manchester United hakkında önemli bilgiler vermişti.
II
Her ne kadar takımı Avrupa finaline taşısa da İskoç teknik adamın, İngiltere kariyeri istediği gibi başlamamıştı. 5 sene evvel göreve geldiğinde takım 20. sıradaydı. Taraflarlar içinde küme düşme korkusu baş göstermişti. Takım içinde alkol alışkanlığı inanılmaz ölçülere ulaşmıştı ve hâlihazırdaki oyuncular katkı veremiyordu. Ferguson, çok daha sonraları yayınlanan biyografisinde durumu şöyle anlatacaktı: “Göreve gelir gelmez Alkol kullanımının halledilmesi gereken ve bir gün bile ertelenmeyecek kadar ciddi bir sorun olduğunun farkına vardım.”
Ferguson, kulüpte hem zihniyet hem de taktiksel olarak bir devrim başlattı. Ama ilerleyişin yavaşlığı, onun çok büyük bir eleştiri bombardımanına maruz kalmasına neden oluyordu. Dört yıl sonra, 1990’da kazanılan FA Cup, adeta kendisini pamuk ipliğiyle görevine bağlamıştı, Şimdi ise ligde durumlar hâlâ pek istenildiği gibi olmasa da, Kupa Galipleri Kupası’nda finale kadar gelinmişti. Onun için tek hedef, 1983’de Aberdeen’i çalıştırırken finalde Real Madrid’i yenip futbol tarihinin en büyük mucizelerinden birine imza atarak kazandığı bu kupayı yeniden elleri arasına almaktı. Bunu da yeni kulübünde inşa ettiği sistemin bir sonucu olarak elde etmek istiyordu.
Rakip gerçekten çok güçlüydü. Johan Cruyff’un Barcelona devrimi, Ferguson’a göre çok daha hızlı gerçekleşmişti. Katalanları dipten alan Hollandalı, Real Madrid’in 5 yıllık serisini yıkarak, takımı şampiyonluğa taşımıştı. Kadroda, Andoni Zubizarreta, Hristo Stoichkov, Michael Laudrup, Alexanco, Ronald Koeman, Julio Salinas, Albert Ferrer gibi çok önemli oyuncular vardı. Maç öncesi de açık ara favori olarak gösterilen taraf onlardı. United için tek şans belki de sakatlık nedeniyle Zubizarreta ve Stoichkov’un kadroda yer alamayacak olmasıydı. Diğer taraftan, Johan Cruyff da dört saat süren baypass ameliyatının etkilerinden yeni yeni kurtuluyordu ama yine de kulübüdeki yerini alacaktı.
Barcelona’daki iki önemli eksiğin ardından Ferguson’un dikkati Laudrup ve Koeman’ın üzerine yoğunlaşmıştı. Oyuncularına talimatlarını vermişti, Orta alanda Laudrup’un kullanabileceği hiçbir boşluk bırakmayacaklardı. Brian McClair ise Koeman’a adam markajı yapacak ve geriden oyun kurmasına engel olacaktı. Bu sayede Barcelona’nın kendi oyununu sahaya yansıtmasının önüne geçilecekti.
Soyunma odasında son hazırlıklar tamamlanırken, tribünler saatler öncesinden maça hazırdı. Şehri istila eden Mancehster taraftarı tribünlerin de büyük çoğunluğunu oluşturuyordu. O yıl, henüz 20 yaşına girmemiş olmasına rağmen, United’ın sol kanatını emanet alan, Highbury’de 6-2’lik maçta Arsenal’a karşı hat-trick yapan ve en sezonun iyi genç oyuncusu ödülünü kazanan Lee Sharpe taraftarı gördüğü anı, bir röportajında şöyle anlatacaktı: “Stadyum tamamen doluydu. Üçte ikisi United taraftarıydı ve yüzlerce bayrak vardı. İnanılmaz bir atmosferdi. Taraftarlar ‘Sit Down’ ve ‘Always Look on the Bright Side of Life’ şarkılarını çılgınca söylüyorlardı.” İngilizler sahaya çıkar çıkmaz ise kızıl meşaleler yakıldı ve 6 yıllık sürgünün açısını çıkarmak isteyen taraftarlar muhteşem bir şova imza attı. Taraftar, Avrupa’ya dönmenin hakkını vermişti, sıra futbolculardaydı.
III
İlk büyük fırsatı bulan taraf, İngilizler oldu. Aslında bu bir intikam sayılırdı. Maç öncesi Johan Cruyff, Manchesterlı oyucular Steve Bruce ve Gary Pallister’ın pas yapma becerisine sahip olmadıklarını söylemişti. Bu sözler özellikle Pallister’da kendini kanıtlama arzusu yaratmıştı. Maçın henüz daha başlarında, Pallister, kendi yarı sahasından derinlemesine öyle bir pas attı ki, top dört Barcelonalı oyuncu arasından metrelerce süzülüp, McClair’ı kaleciyle karşı karşıya bıraktı. McClair her ne kadar bu büyük gol fırsatını değerlendiremese de, Pallister pastan sonra bir yolunu bulup Cruyff’la göz göze geldi. O andan sonra, işlerin pek de beklendiği gibi gitmeyeceği anlaşılmıştı. Favori yeşil sahaya çıkana kadar Güneylilerdi, ama ilk düdük çaldığından beri Kuzeyliler beklentileri alt üst etti.
Gol perdesini açan yine United’lılar oldu. 67 ve 74’de siestası bozulduğundan beri huysuzlanan Mark Hughes, iki gol birden attı. Ferguson’un taktiği de çok iyi çalışıyordu. Koeman, oyunu kurmakta zorlanıyor, Laudrup bir türlü istediği boşluğu bulamıyordu. Açık oyunda istediğini bulamayan Barcelona’nın golü duran toptan geldi. Koeman 79’da frikik golüyle, Katalanları yeniden maça ortak eden golü attı.
Maçın en önemli anı ise son dakikalarda geldi. Bruce’un pas hatasında Salinas topu kazandı, sol kanattan ceza sahasına girip, aut çizgisine kadar topu taşıdı. Şık bir hamleyle kalesini terk eden ve o gün ilk kez 11’de forma şansı bulan kaleci Les Sealey’i terse yatırdı. Sonra topu geriye doğru, ceza sahasına hücum eden Laudrup’a çıkardı. Danimarkalı, maçın başından beri ilk kez boşluğu bulmuştu. Tek topta şutunu çekti. Top iki United’lı oyuncunun arasından geçerek kaleye doğru ilerledi. Ancak tam kale çizgide Blackmore yerini almıştı ve topun daha fazla ilerlemesine izin vermeyerek beraberlik golüne engel oldu. İki oda arkadaşı maçın kaderini belirlemişti o gün. Hughes golleri, atmış, Blackmore topu çizgiden çıkarmıştı. Ferguson’a göre, Blackmore’un o müdahalesi, United tarihinde unutulmazlar arasına girmişti: “Calyton’ın kırmızı formayla en iyi anıydı. Manchester United olduğu sürece, bu kurtarış her zaman hatırlanacak.” Blackmore ise yıllar sonra, topu kaybeden arkadaşı, Bruce’un hâlâ her gördüğünde ona teşekkür ettiğini açıklayacaktı.
Maçın son düdüğü çaldığında United bir kez daha Avrupa’nın zirvesine yerleşmişti. Kameralar hemen Ferguson’u buldu. 1986’da, takımın başına geçen ve kendini tam bir kaosun içinde bulan İskoç teknik adam, kendi felsefesiyle yeniden yarattığı takımın, başarıya ulaşmasını kutluyordu. Seneler sonra Avrupa’ya dönen İngilizler, kupaya Ferguson sayesinde ulaşmıştı.
Manchester’ın kızıl ordusu, kupa zaferinin ardından, istilaya son vererek, yine deniz yoluyla kendi şehrine çekildi. Bir sene önce, çok ağır eleştirilerin hedefi olan ve kazandığı FA Cup sayesinde göreve tutunabilen Alex Ferguson ise, İngiltere ve bütün Avrupa’yı kasıp kavuracak istilasına yeni başlamıştı. O maçla birlikte, futbolda Alex Ferguson çağı resmen başladı.
İllüstrasyonlar: Mehmet Süleyman Sağlam