-Bir Mehmetcan ARISOY yazısı –
Chelsea tarihi pek çok kimseye göre Roman Abramoviç öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılarak yorumlanır. Özellikle, Rus iş adamı Londra ekibin satın almadan önce kulübün büyük bir başarısının olmadığı savunulur. Ancak doksanlı yılların sonlarına gelindiğinde yaşananlar, bugün bile büyük bir özlem ile anılmakta.
Milenyuma yaklaştığımız günlerde Premier Lig’in zirvesinde Manchester United yer alıyordu. Arsenal, Leeds United, Newcastle United ve Liverpool gibi güçlü ekiplerin varlığı, Chelsea’nin olası bir zirve yürüyüşünü doğrudan engellemekteydi. Kazanılan son domestik kupa 1970 FA Cup, kazanılan son uluslararası kupa ise 1971 Kupa Galipleri Kupası idi. 1996/97 sezonunda gelen FA Cup ile bir nebze rahatlayan Londra ekibi, gözünü zirveye dikmişti. 1997 yılının yaz günlerinde yeni sezon başlarken kaptan Dennis Wise, unutulmaz sezonda yaşanacaklara dair adeta bir ipucu veriyordu: “FA Cup zaferinden sonra daha fazlasını kazanabileceğimizi biliyorduk ve kendimize güvendik.”
Sezona oyuncu-menajer Ruud Gullit yönetiminde başlayan Chelsea, FA Cup kazanan kadroya önemli eklemeler yaptı. Graeme Le Saux, Celestine Babayaro, Ed de Goey ve Tore André Flo dörtlüsü toplam 16 milyon sterlin tutarken, Gustavo Poyet içinse Real Zaragoza’ya herhangi bir meblağ ödenmedi. Sezonun ilerleyen döneminde oyuncu-menajer olarak Gullit’in yerine geçecek İtalyan forvet Gianluca Vialli liderliğindeki hücum gücü, Chelsea’nin Stockholm’de oynanacak final yolculuğundaki en önemli silahı olacaktı.
Londra / Bratislava
İlk turda Sloven Bratislava ile eşleşen Chelsea, Stamford Bridge’de oynanan maçta rakibini 2-0 mağlup etmeyi başardı. Gullit’in 4-4-2’sinin ileri ucunda İtalyan forvetler Vialli ve Gianfranco Zola yer alıyordu. Orta sahada ise Paul Hughes ve Denis Wise gibi iki İngiliz’in yanı sıra, Roberto Di Matteo ve Gustavo Poyet gibi iki yabancı da mevcuttu. Chelsea kadrosundaki bu birlikteliği en iyi özetleyen söz de, 1990-1999 yılları arasında Mavilerde oynayan Eddie Newton’a ait olsa gerek: “İngiltere’de, İngiliz oyuncuları yabancı oyuncularla birleştiren ilk takımlardan biriydik ve başarılı olduk.” Goller Di Matteo ve Dany Granville’den gelmişti. Özellikle Granville’ın golü izlemeye değerdi: Bir savunma oyuncusu olmasına rağmen sağ kanattan açılan ortayı ustaca kontrol etmesi ve ufak bir dokunuşla rakibinden sıyrılıp voleyi vurması, Chelsea’nin turnuva boyunca oynayacağı güzel futbolu adeta müjdeler nitelikteydi. İkinci maçta skor aynıydı, goller ise İtalyanlar’dan geldi. Bratislava kalecisi Miroslav König’in beceriksizce uzaklaştırdığı top Vialli’nin sırtına çarptı ve üst direğe de çarpan top çizgiyi geçti. İlk maçta açılışı yapan Di Matteo, bu kez kapanışı yaptı ve Chelsea iki maçta alınan toplam 4-0’lık skorla üst tura yükseldi.
Tromsø / Londra
“Korkunç, değil mi?”
Chelsea kafilesi Norveç’te oldukça soğuk bir hava ile karşılaşınca kaptan Wise durumu böyle özetlemişti. Mavilerin Norveçli forveti Tore André Flo ise bu duruma fazlasıyla alışık gözüküyordu: “Eskiden Tromsø’de oynamıştım, bu yüzden yaşanacakları tahmin edebiliyordum. Yılın herhangi bir zamanında bu hava ile karşılaşabileceğimiz konusunda bizimkileri uyarmıştım. Tromsø aslında çok güzel bir yer ancak çok kuzeyde! Eğer hava açık olsaydı, kuzey ışıklarını görebilirdik. Ruud Gullit’in oyunun nasıl devam ettiğine şok olduğunu hatırlıyorum. Hayal kırıklığı içinde kar yığınına tekme attı!” Gullit ayağını kırmıştı. İçinde top olduğunu düşündüğü kar yığınının altında taş vardı. Ekim ayının son günlerinde, Norveç’in en kuzeyindeki Tromsø’de kaybedilen bir maçın her zaman telafisi olmayabilir. Ancak o gün yoğun kar yağışı altında çaresiz kalan Chelsea, Stamford Bridge’de oynana rövanş maçında İskandinav rakibini 7-1 ile geçmeyi başardı. İlk maçta Vialli’nin bireysel çabasıyla attığı iki şık gol, Chelsea’nin en zor koşullarda bile mücadeleyi bırakmadığının göstergesiydi. İkinci maçta Zola nefis bir frikik golü atmış, Vialli ise dominant oyununu tam dört gol ile süslemişti. Chelsea’nin İtalyan oyuncularından aldığı maksimum verim, daha sonraki yıllarda çok daha kıymetli bir birlikteliğe dönüşecekti.
Oyuncu değişikliği
1998 yılının Şubat ayına gelindiğinde Chelsea Premier Lig’de ikinci sırada yer alıyordu. Öte yandan Lig Kupası’nda yarı finalde, Kupa Galipleri Kupası’nda ise çeyrek finaldeydi. Bu olumlu gidişata rağmen Hollandalı menajer Ruud Gullit’in kovulması herkesi fazlasıyla şaşırttı. Gullit’in yerine geçecek isim ise halihazırda bu takımın içinden biriydi.
“Zor bir geçişti, bizim için büyük bir sürpriz oldu. Luca, takım arkadaşımızken müdürün ofisine geçti ve tabii ki bir yandan oynamaya devam ediyordu. Başarılı olmayı sürdürdük, bu yüzden takım üzerinde kesinlikle olumsuz bir etkisi olmadı.” Chelsea’nin başarılı savunmacısı Le Saux, yaşananları böyle özetliyordu. Takımın 33 yaşındaki yıldız golcüsü Gianluca Vialli artık hem oyuncu hem de menajer olarak görev yapacaktı.
Sevilla / Londra
Ruud Gullit görevden ayrılıktan sonra koltuğu devralan Gianluca Vialli, menajer olarak ilk maçına Arsenal karşısında çıktı. 3-1 kazanılan karşılaşmanın ardından İspanya’ya giden Chelsea’nin çeyrek finaldeki rakibi Luis Aragonés’in Real Betis’i idi. Sezon başında ülkesinin SK Brann takımından transfer edilen Norveçli forvet Tore André Flo, maçın hemen başında dört dakika içinde bulduğu iki gol ile turun kapılarını aralamış oldu. 2-1 biten maçın rövanşında ise öne geçen Real Betis olacaktı. Finidi George ile bulduğu golden sonra umutlanan Betis, on dakika sonra Chelsea’nin Frank Sinclair ile verdiği cevaptan sonra bu umutları yitirdi. Fişi çekmek ise İtalyanlara kalmıştı. Önce Di Matteo, sonrasında ise Zola’nın golleri ile 3-1 kazanan Chelsea yarı finalin yolunu tuttu. İlk maçın yıldızı Flo, o günleri şöyle anlatıyor: “Onca yıldızın bulunduğu bir soyunma odasına girmek korku vericiydi. Eğer gençseniz, işiniz gerçekten zor. Macera gibiydi, aynı zamanda çok heyecan vericiydi. Kendime, ‘eğer bir şans bulursam elimden gelenin en iyisini yapmak zorundayım’ derdim. Seviye çok iyiydi ancak bu takıma girme ihtimalim olduğunu hissetmiştim. Her şeyden önce, Zola’dan çok daha uzunum!”
Vicenza / Londra
Chelsea’nin İtalya ile olan bağlantısı kaçınılmazdı. Ancak bu kez tarihindeki en başarılı sezonu geçiren küçük bir İtalyan takımı söz konusuydu. İlk maçta 1-0 kazanan Vicenza’nın Chelsea’ye karşı sineceği yahut çekingen bir oyun oynamayacağı anlaşılmıştı. Ancak Stamford Bridge’deki rövanş maçı, birçokları için mucizevi bir gece olacaktı. “Üç gol bulmamız gerekiyordu. Çok özel bir geceydi. Eğer Stamford Bridge’deki en özel geceyi seçmem gerekirse, Vicenza maçını seçerim.” Gustavo Poyet’in sözleri, 32. Dakikada geriye düşen Chelsea’nin içinde bulunduğu durumu anlatır nitelikteydi. İlk maçta Paquale Luiso ile golü bulan Vicenza, sonrasında skoru tutmayı başarmıştı. Şimdi ise yine Luiso’nun ayağından beklenmedik bir gol bulmuşlar, final için iyiden iyiye hayal kurmaya başlamışlardı. Ancak sahneye Poyet çıktı ve Vicenza’nın golünden yalnızca üç dakika sonra Chelsea maça ve tura tutunmayı başardı. İkinci yarıda önce Zola’nın nefis kafa golü, devamında ise Hughes’un güzel bitirişi Vicenza’nın rüyasını bitiyor, Chelsea’yi ise Stockholm’deki finale götürüyordu.
Stockholm
“Oynamanız ya da kenarda oturup yerinize bir başkasını seçmeniz gerekiyor. Bu maç için ‘oynamam gerekiyor’ diye düşündüm. Gianfranco (Zola) ile geçirdiği iki-üç haftalık sakatlıktan sonra sadece birkaç kez antrenman yapabilmiştik.”
Chelsea’nin finaldeki rakibi Joachim Löw’ün çalıştırdığı Stuttgart idi. Vialli’nin sahada yapacakları kadar saha kenarını da düşünmesi gerekiyordu. Bu kupayı daha önce Sampdoria forması giyerken kazanmıştı ancak bu başarının üzerinden neredeyse on sene geçmişti. Menajerlik bambaşka bir görevdi. Sezon başında da böyle bir düşüncesi olamazdı zira her şey çok ani gelişmiş, Gullit’in ayrılmasından sonra bir anda kendini takımın başında bulmuştu. Takımın yıldızlarından Zola, Le Saux ve Wise’ın sakatlıkları sürmekteydi. Kaptan Weis ilk on birde yer almayı başarmıştı ancak Le Saux onun kadar şanslı değildi. Maç sakin bir tempoda geçerken iki takım da aradığı golü bulamamıştı. Bitime yaklaşık yirmi dakika kalmıştı. O sırada Flo kenara doğru geldi. Oyuna giren isim Gianfranco Zola idi. Sonrasında yaşananlar ise Londra ekibinin tarihine geçecekti. “İnanamıyordum. Oyuna girmeden önce ısınacak vakit bile bulamamıştım. Sonrasında Küçük Cüce (Dennis Wise) bana harika bir top yolladı.”
Oyuna girdikten saniyeler sonra harika bir son vuruş ile topu ağlara gönderen Zola, Chelsea’nin İtalya bağlarını iyiden iyi kuvvetlendiriyor, kulübe yeni bir kimlik kazandırıyordu. “20 gün önce sakatlanmıştım. Oynayabileceğimi sanmıyordum, bu yüzden başarabildiğim için çok şanslıydım. O golü atmak bir rüyaydı. Gol sevincim, yaşananların benim için ne anlama geldiğini açıklar nitelikteydi. İlk on birde başlamadığım için çok memnun değildim! Sahada olmayı her zaman umursardım, bu yüzden oynamadığım için mutsuzdum. Ben de böyle tepki verdim.”
Sezonun devamında Lig Kupası’nı da kazanan Chelsea, aynı sezonda hem domestik, hem de uluslararası kupa kazanarak harika bir sezonu geride bırakmıştı. Chelsea’nin Gianluca Vialli ile başlayan İtalyan bağlantısı, ileriki yıllarda kulüp tarihindeki en özel anlarda ön plana çıktı. Bu takımın önemli isimlerinden Di Matteo, 2012 yılında geçici olarak Chelsea’nin başına geçmiş ve Şampiyonlar Ligi’ni kazanmıştı. Claudio Ranieri, Carlo Ancoletti, Antonio Conte gibi isimler ile şampiyonluklar yaşayan Londra ekibinin bugün bile takımın başına Maurizio Sarri’yi getirmesi, kulübün İtalya bağlarına ne denli önem verdiğini gösteriyor.
Eğer bir kırılma noktası seçmemiz gerekecekse bu nokta pekala 2003 yazı olabilir. Rus iş adamı Roman Abramovich’in yatırımı ile Chelsea bambaşka bir kimliğe büründü, birçok kupa kazandı. Ancak bugün gelinen noktada Abramovich’in çeşitli sebeplerden dolayı Maviler ile yollarını ayıracağı konuşuluyor. Belki de Chelsea için en iyi senaryo ‘gerçek kimliğine’ geri dönmesi olacaktır. Çünkü bundan yaklaşık 20 sene önce yaşananlar hiçbir zaman unutulmayacak.