50.yıl falan değil aslında; bildiğin bir asrı geçen bir mazisi var Trabzon futbolunun. Ve hiç şüphe yok ki 70’lerden bu yana, şampiyon olsa da olmasa da Türk futbolunun başat aktörlerinden biri olma özelliğini koruyan Trabzonspor’un arkasında, bu tarihi birikim yer almakta…
Trabzonspor, yeni bir kulüp olarak kurulmadı. Trabzon’un en köklü kulüpleri olan İdmanocağı ve İdmangücü kapatıldı. Trabzonspor kuruldu. O nedenle Trabzonspor’un kuruluş tarihi bu kulüplerin en eskisinin tarihi olmalıdır” demişti yakın zamanda kaybettiğimiz Trabzonspor’un değil ama Trabzon futbolunun efsane ismi Krino Kafato. Kuruluş tarihini değiştirmek mümkün değilse de Trabzonspor’u efsane yapan tarihi birikimi unutmamak lazım vesselam…
Futbolun yayılması ile limanlar arasındaki bağlantı, Trabzon’da futbolun birçok Anadolu şehrine göre neden daha önce ‘neşv-ü nema’ bulduğunu anlamaya yardımcı olabilir. Öte yandan futbolla tanışmayı limanla açıklamak mümkün iken oyunla kurulan ilişkinin kısa zamanda tutkuya dönüşmesini açıklamak için belki de anahtar kavram, günlük hayatta iklim ve coğrafya ile yürütülen ‘mücadele’… Keza oyun, gerçek hayatı bir ters yüz ediş olarak tanımlanırsa, günlük hayatta alabildiğine bireysel (mezarlıkların dâhil toplu olmadığı bir bölge) oyunda ise alabildiğine ortaklaşa ve senkronize (horon) hâl belki her Trabzonlu erkeğin doğal futbolcu olması geleneğini açıklamaya yardımcı olabilir.
Trabzon’da futbolun oynanmaya başlandığı 19.yy sonlarında şehir, ABD, İngiltere, Fransa gibi ülkelerin konsolosluk düzeyinde temsil edildiği, son derece kozmopolit ve renkli bir sosyo kültürel hayata sahiptir. Elbette ki İzmir, Selanik ve İstanbul’da olduğu gibi Trabzon’da da önce gayri Müslümler sahne alır sonra Türkler… Cihan harbi öncesi kurulup savaş başlayınca tüm oyuncuları cepheye gittiği için kapansa da ‘uşakların’ futbolla kurumsal birlikteliği 1913 yılı, Trabzon İdman Yurdu ile tescillenir. Bilahare 1921 İdman Ocağı ve 1923 İdman Gücü ile ‘mücadele’ başlamış olur. 1922 yılında Asosyeşın Futbol isimli futbol kitabının yazılıp basıldığı bir şehirden bahsediyoruz. 1926 yılında şehirde çıkan Çalıkuşu isimli bir kadın dergisinin Çalıkuşu Kupası adı altında bir futbol maçı organize ettiği bir şehirden…1921 yılında Lig usulü maçların oynanmaya başladığı şehrin çocukları, 1923 yazında Kazım Karabekir Paşa’dan İstanbul’a spor müsabakaları yapmaya gitmek için yardım isterler ve belki de Anadolu’dan İstanbul’a ‘ilk deplasman’ gerçekleşir Gülcemal vapuru ile…
Biraz Trabzonspor tarihine aşina olanlar bilir ki Trabzonspor’un kurulması bir tercih değil zaruret hâlidir. Ankara’nın “Ya birleşirsiniz ya hiçbirinizi almayız” resti işe yaramış başta dönemin valisi olmak üzere bürokratların da hakem rolüyle mahkemelere kadar uzayan Trabzonspor’un kuruluş süreci tamamlanmıştır. Nasıl sancılı bir doğum olduğunu anlamak için renklere karar vermek için yapılan müzakerelerin günlerce sürdüğünü belirtmek kâfi galiba… Tıpkı kurulması gibi o zamanki ismiyle 1. Lig’e yükselmesi de ‘zaruretten’ oluşturulan bir kadro ile oldu Trabzonspor’un. Bir önceki yıl ciddi harcamalarla oluşturulan kadro son anda 1. Lig’e çıkmayınca şehrin uşaklarından oluşan bir iskeletle başladı asırlık hikâyenin Türkiye tarafından tanınması… Burada bir parantez açıp Trabzonspor’un efsane başkanının Kırşehirli Şamil Ekinci olduğunu hatırlatalım. Bu ayrıntı şu açıdan önemli; oyunun kulüpçülük tarafı hayatın gerçeği ile doğrudan ilişkili ve bu alanda ortak akıl çıkarmak bölge insanının pek becerebildiği bir durum değil sanki. Öte yandan Şamil Bey’in nasıl bir başkan olduğunu anlamak için ilk şampiyonluğun devre arasına gidelim: Trabzonspor’un teknik direktörü Fenerbahçeli Şükrü Ersoy’dur ve takım beklenenden iyi gitmektedir. Ancak bazı yöneticiler hoca değişiminin gerekli olduğunu savunur. Şamil Başkan hiç de böyle düşünmese de konuyu yönetim kuruluna getirerek oylamaya sunar. Kendisi Şükrü Ersoy’la devam yönünde oy kullansa da çoğunluk Ahmet Suat Özyazıcı’dan yana olunca, başkana rağmen devre arasında değişiklik yapılır. Örneği bugünle mukayese etmeyi okuyucuya bırakıp devam edelim…
Arkasına en az 60 yıllık bir birikimin rüzgârını alan Trabzonspor, 1975 1985 arası Türk futbolunun “hâkim takımı” oldu. Kulüp veya futbol takımı öyle sine şehirle özdeşleşti ki Trabzonspor Trabzon’un takımı değil, Trabzon Trabzonspor’un şehri hâline geldi. Şehir bir anlamda ‘100 yıllık yalnızlığını’ (ki burada kastettiğim vaktiyle çok önemli bir vilayetken merkez tarafından ihmal edilmişliktir) Trabzonspor’la giderdi, eski güçlü ve şaşaalı günlerini Trabzonspor’la hatırladı. Sadece şehir değil elbette ve sadece gurbetteki Trabzonlular da değil, Anadolu’nun her yerinde Trabzonsporlu futbolseverler çoğaldı. Çoğaldı çünkü Trabzonspor’un hikayesi, Türk filmlerindeki hâlâ tadı damaklardan kaybolmamış ‘fakir çalışkan ve gururlu delikanlı’ klişesi ile örtüştü. Toplumun hemen her kesiminin kolayca sevebileceği bir hikaye sundu…
Peki, sonra neden “duraklama” dönemi başladı?
Öncelikle mesela 1984 yılındaki şampiyonluk kutlamalarının sönüklüğüne bakılacak olursa artık şehir başarıyı kanıksadı. 1. Lig şampiyonluğu ‘vakayı adiyeden’ olunca yeni hedeflere ihtiyaç vardı lakin Türk futbolunun bu hedefleri aralayacak geçmişi yoktu. Allah var Trabzonspor da o hedefleri idrak edecek kırılma maçlarında kısmetsizdi. 78 Liverpool, 81 Dinamo Kiev, 84 Inter… İlki değil ama diğer ikisiyle başa baş oynadı Trabzonspor. Hele deplasmandaki Inter maçı bir Türk takımının Avrupa’da hakem faktörü ile en ciddi imtihanlarından biri olarak anlatılır. Ve eğer o tur geçilse, yani İnter elense, şehirde Trabzonpsor’la başlayan ve başarı yorgunluğuna dönüşen süreç başka bir maceraya evirilebilirdi. Ama olmadı… Diğer taraftan meşhur 24 Ocak kararları ve akabindeki 12 Eylül darbesi ile başlayan ülkenin sosyo ekonomik dönüşümü kısa bir süre sonra futbolu da başka bir hâle soktu. Oyun en az saha içi kadar saha dışında da üstelik “ayak oyunu” biçiminde oynanmaya başlandı. Trabzonspor’un veya Trabzon şehrinin “Şampiyonluk da önemliymiş yahu” dediği günler geldiğinde toplumun ve oyunun bu yeni hâline cevap verebilecek kudreti kalmadı; rakiplerle ara açıldı…
Trabzonspor’u anlamaya çalışırken mutlaka hatırlanması gereken bir diğer olgu göç… İlginç olan Trabzonspor adına cümle kurarken kullanılan hemen her kavramın “Benim derdim dermanım” kıvamında olması. Gurbette kazanılan paralardan sonra gelen zenginlikle memleketin unutulmaması derman, unutulmama göstergesi olarak yaylaya apartman dikilmesi derdidir Trabzonspor’un.
Bir yandan şehrin sürekli göç vermesi Trabzon’un -ve doğal olarak Trabzonspor’un- sosyo kültürel anlamda kısırlaşmasını beraberinde getirirken diğer yandan gurbetteki Trabzonsporluların tutkusu başarısız geçen yıllara rağmen sektörün kulübe olan ilgisini mecbur kılmıştır. Demek istiyorum ki Trabzonspor’u merkezin gözünde ‘büyük’ yapan elde edilen şampiyonluklardır ama ‘büyüklüğün’ devamına mecbur bırakan gurbetteki Trabzonsporlulardır mesela… Ve Trabzonspor bu dert-derman dengesini kuramadığı için, kökü mazide olan atiyi inşa edemedi bir türlü. “İstanbul takımlarının yaptığının aynısını yapalım, masaya yumruğunu vuran başkan bulalım” ile “70’lerde ne yaptıysak aynısını yapalım” arasında bir med-cezir hâlinden çıkıp; ‘üçüncü bir yol’ bulmayı başaramadı… Dünün ilham verici gücünü, bugünün gerçekliğine taşıyamadı. Buna rağmen yine bir başka derdi ve aynı zamanda dermanı olan ‘inat’ ile, hem kendisi hem rakipleri ile dövüşe dövüşe ayakta kalmayı ve hâlâ kendisinden ümit besleyenleri sadakatle kendisine bağlı kılmayı başardı. Bugün hâlâ, ömründe Trabzon’u görmemiş, Trabzon’la alakası olmamış Türkiye’nin hemen her ilinden hatırı sayılır bir kitle yeniden horon vaziyeti almak için bir kemençe tınısı bekliyorsa, Trabzonspor hâlâ çok büyük demektir. Kim bilir belki de bu potansiyelin harekete geçip, Avrupa’da okunan dünyada bilinen bir hikayeye dönüşmesi için yeni bir ‘zaruri’ hâl gerekli; tıpkı 1967 ve 1974’te olduğu gibi…