Finlandiya futbolu denilince akla gelen ilk isim Jari Litmanen… Peki Finlandiya futboluna 70’li ve 80’li yıllarda damga vuran ve yolu bu topraklardan geçen Atik İsmail’i biliyor musunuz? Üstelik Finlandiya Ligi’nde oynadığı dönemde gol krallığını kimseye bırakmayan, ülkesinin altın karmasında yer alan. 1978-79 sezonunda Beşiktaş forması da giyen ve halen Finlandiya’da yaşayan, aynı zamanda da yazar olan Atik İsmail ile konuştuk.
Futbola nasıl başladınız?
Her futbolcu gibi benim de futbol tutkum küçükken başladı. 4-5 yaşlarındaydım. O zaman kardeşimle fırsat buldukça hep futbol oynardık. Finlandiya milli maçlarını da özellikle kaçırmamaya çalışırdık. 10 yaşına geldiğimde HJK Helsinki’nin alt yapısında oynamaya başladım. Benim için bir hayalin gerçekleşmesiydi. Düşünsenize, küçük bir çocuksunuz ve ülkenin yani Finlandiya’nın en iyi ve en ünlü takımında oynamaya başlıyorsunuz.
İsminiz ve soyadınız Türkçe ama Finlandiyalısınız…
Aslen Tatarız. 1900’lerin başında büyükbabamlar o zamanlar Rus İmparatorluğu’ndaki Kazan şehrinden Finlandiya’ya göç etmişler. Ama kökenimizi korumuşuz. İsmail soyadı oradan geliyor. İsmimin ise daha ilginç bir hikayesi var. Babam Talat güreş sporunu çok severdi. Onun gençlik yıllarında, (1951) Helsinki’de düzenlenen Dünya Güreş Şampiyonası’na katılan iki büyük Türk güreşçi varmış: Adil Atan ve Celal Atik. Babam ikisine de hayranmış. Kardeşimle isimlerimiz onlardan geliyor. Ben Atik, o Adil.
Beşiktaş’a transferiniz nasıl oldu?
HJK Helsinki ile Finlandiya liginde, milli takımla da Avrupa arenasında iyi maçlar çıkarmıştım. O dönem Beşiktaş kulübü benimle ilgilenmeye başladı. Özellikle de sanırım genel sekreter Ferhat Dinçer. Hatta beni transfer etmek için, 1978 yılında kulübün 75. yıl kutlamaları için Ağustos ortasında yapılan Eintracht Frankfurt maçına özel davet ettiler. Maçta forma giydim, Finlandiya’ya geri döndüm. Sonrasında Ferhat Dinçer, HJK’in o dönemki başkanı Paavo Einiö ile bonservisim konusunda anlaştılar.
O sırada sizinle ilgilenen başka kulüpler var mıydı? Geçmiş gazeteleri karıştırdığımızda, spor sayfalarında adınız Fenerbahçe ile de geçmiş…
Evet, Beşiktaş’tan önce bazı Belçika kulüpleri ve özellikle İngiltere’den Derby County takımı benimle ilgilenmişti ama Fenerbahçe’den gelen bir teklif yoktu. En azından bana yansıyan bir teklif yoktu.
Türkiye’ye transferiniz öncesinde, Beşiktaş ve Türkiye’de ilk forma giyen Finlandiyalı futbolcu Tommy Lindholm ile hiç temasa geçtiniz mi? Türk futboluyla ilgili bilgi aldınız mı?
Türk futboluyla tanışmam aslında çocukluğuma dayanıyor. 10 yaşındayken ailecek Türkiye’ye gelmiştik. Turistik bir geziydi. 1967 yılında oynanan Fenerbahçe-Altay maçına da gitmiştik. Sanırım kupa maçıydı. O zamandan beri elimden geldiği kadarıyla Türk futbolunu hep takip ettim. Özellikle 2002 Dünya Kupası’nda Türkiye muhteşemdi. Tommy Lindholm’e gelecek olursak. Çocukken Finlandiya Milli Takımı’nın evimizde oynadığı her maçını takip ederdim. Lindholm de o takımın en iyi oyuncularından biriydi. Ama onunla transferimi konuşmadım.
Türk futboluyla ilk temaslarınızdan biri de sizin ilk milli maçlarınızdan biri. O zaman Finlandiya Genç Milli Takımı’nda forma giyerken Türkiye’ye karşı oynuyorsunuz…
Evet 1975 yılı, İsviçre’de düzenlenen 18 Yaşaltı Avrupa Şampiyonası’ydı. Türkiye ile yarı finalde karşılaşmıştık. Maçı 1-0 kazandık ve finale çıktık. Ama finalde, uzatmalarda İngiltere’ye 1-0 kaybettik. Türkiye de o turnuvada Macarlara yenilip dördüncü olmuştu.
Beşiktaş’a 75. yılını kutladığı sezon geldiniz… O dönemde siyah-beyazlılar bir türlü şampiyon olamıyordu. Nasıl bir ortam vardı?
Evet şampiyon olamamanın bir baskısı vardı. Her Beşiktaş taraftarı şampiyon olmak istiyordu. Ama baskının yanında muazzam bir ortam da vardı. Hele maçlarda taraftarlar marş söylemeye başladı mı… Saha dışında da onların ilgisi güzeldi. Taraftarlarla tavla oynar, bol bol beraber çay içerdik.
Beşiktaş ne zaman 60’lar ve 80’lerde zirveye oynasa bu başarı hep altyapıdan gelen futbolcularla hatırlanır. Yabancı futbolcular kulübe ve taraftarlara kendini kabul ettirme konusunda zorlanırlardı. Siz de aynı duyguları yaşadınız mı? Takımda nasıl bir ortam vardı?
Her futbolcu bana dostane yaklaştı. Hiçbirisiyle bir problem yaşamadım. Özellikle Rasim Kara bana çok yardımcı oldu. Antrenörümüz Doğan Andaç mükemmel biriydi. Menajerimiz Sanlı (Sarıalioğlu) hoca da çok iyiydi. Takımda hatırladıklarımdan biri de “sarı saçlı” genç Arda. İyi futbolcuydu.
Peki o dönem Beşiktaş’ın yaşadığı ekonomik krizden etkilendiniz mi? Mesela bugün, o dönemki topçulardan kiminle konuşsak, “zor yıllardı, bazen 4-5 ay maaş alamazdık” der…
Öyle bir şey hatırlamıyorum. En azından, bana verilen sözlerin hepsi tutuldu diyebilirim.
Sezona çok iyi başladınız. İlk üç maç gollerinizi attınız ama sonra bir düşüş oldu. Bunda sebep o dönem Türkiye’de oynanan futbolun sert olması olabilir mi? Hele deplasmanlarda? Yoksa hali hazırda devam eden Finlandiya Ligi’nden gelip hemen Türkiye’de yeni başlayan ligde dinlenmeden oynamaya başladığınız için mi?
Açıkça söylemek gerekirse bazı problemlerim vardı. Çok içki içiyordum çünkü Helsinki’yi çok özlüyordum. Benim için kolay günler değildi… Düşüşümün en büyük sebebi buydu diyebilirim. Bir de o zamanlardaki futbol dünyası günümüzdekinden çok farklıydı.
Beşiktaş’tan ayrılışınıza bu mu sebep oldu? Sözleşmenizde Finlandiya’nın resmi maçları için özel izin maddesi varmış. Ama Irak ile oynayacağınız hazırlık maçına gidiyorsunuz ve kulüple sorun oluyor.
Söylediğim gibi hayatım o zamanlar düzende değildi. Ayrıca Irak maçına gittim çünkü milli maçlar her zaman benim ilk önceliğimdi.
Dönüp o günlere baktığınızda hata yaptığınızı düşünüyor musunuz?
Şimdi söylemek kolay ama evet o zamanlar hata yaptım. Beşiktaş’ta kalıp, uzun yıllar siyah beyazlı formayı giyebilirdim.
Bir de Beşiktaş-Diyarbakır maçı var. Karşılaşmada hakemle bir diyalog yaşıyorsunuz ve ceza kuruluna sevk ediliyorsunuz.
Evet, hakeme söylenmemesi gereken bazı cümleler söyledim. Maç sırasında çok sinirliydim çünkü. Ama geçmişte kaldı.
Türkiye liginde rakip oyunculardan aklınızda kalan bir oyuncu var mıydı?
Fatih (Terim)! Oyun içerisinde çok becerikli bir oyuncuydu.
Beşiktaş’tan ayrılıp ülkenize döndüğünüz dönemde (1979), Türk basınında Finlandiya Milli Takımı antrenörü Jiri Pesek ile sorun yaşadığınız yazıyor. Sizi İtalya kampına almıyor, kadro dışı bırakıyor. Sebebi neydi?
Aslında ortada ilişki anlamında bir sorun yoktu. Evet bir sorun vardı ama o, kurallar çerçevesindeydi. Pesek, Finlandiya Olimpik Milli Takımı’nın hocasıydı. Ve ben Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası elemelerinde forma giydiğim için, kurallar gereği olimpik takımda yer alamıyordum. O sebeple Pesek beni kadro dışı bıraktı herhalde…
Kardeşiniz Adil İsmail de futbolcuydu. Hatta beraber futbol oynadınız. O, Türkiye’de oynamayı düşünmüş müydü?
Adil, futbol konusunda çok yetenekli değildi. Zaten sonrasında futbolu bırakıp, eğitim kariyerini seçti. Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti ki; kariyeri için iyi bir seçenekti.
Gençliğinizde bildiğimiz kadarıyla Mario Kempes hayranısınız. Bir sebebi var mıydı?
En başında, uzun saçlıydı… Şaka bir tarafa golcülüğü muazzamdı ama attığı gollerden sonraki sevinci ise daha unutulmazdı.
1979 yılında Finlandiya Milli Takımı’nda oynarken, Avrupa Şampiyonası elemelerinde Sovyetler Birliği ile Helsinki’de 1-1 berabere kalıyorsunuz ve golü siz atıyorsunuz. O dönem Sovyetler maçlarda açık ara favori. Bize biraz o maçı anlatır mısınız?
O maçta harika oynadık. Hava yağmurluydu ve biz de bir çok gol pozisyonuna girdik. Önce Sovyetler öne geçti ama sonra biz beraberliği yakalamayı başardık ve maç 1-1 bitti. Daha sonra Moskova’daki karşılaşmada da berabere kaldık (2-2). O zaman iyi oyunculardan kurulu güzel bir milli takımımız vardı. Belçika’nın Beerchot takımında forma giyen Arto Tolsa ve Almanya’nın Armenia Bielefield kulübünde oynayan Pasi Rautiainen ilk aklıma gelenler.
Kulüp düzeyinde de 1982’de HJK ile bir Liverpool zaferiniz var. Evinizde Ada temsilcisini mağlup ediyorsunuz. O maçtan biraz bahsedebilir misiniz?
Liverpool o maçta çok baskındı. Sürekli atak yapıyor ama bir türlü gol bulamıyorlardı. Bizim ise tek bir şansımız oldu. Onda topu 30 metre sürdüm ve ceza sahası yayından vurdum. Top, Bruce Grobbelar’ın yanından ağlarla buluştu. Maçı 1-0 kazandık. Bizim için muazzam bir zaferdi.
Hem kulüp hem de milli takımda, evinizde (Finlandiya’da) oynadığınız maçlarda deplasmana göre daha iyi bir performans sergilemişsiniz… Bunun bir sebebi var mıydı?
Evet deplasmana göre evimizde daha iyiydik. Bunun tek sebebi vardı: Deplasmanda oynarken her zaman karşı takımdan korkardık!
İskandinav ülkeleri arasında, konu Avrupa Şampiyonası ve Dünya Kupası olunca performans anlamında Danimarka ve İsveç her zaman bir adım önde. Yanına Norveç’i de koyabiliriz. Ya da yeni yeni İzlanda’yı… Ama Finlandiya, potansiyeli olmasına rağmen maalesef bu seviyeye ulaşamadı. Sizce neden?
Aslında bu günlerde iyi malzememiz yok. İyi futbolculara sahip değiliz. Evet geçmişte çok iyi oyuncularımız vardı ama o zaman da kötü şansa sahiptik. Jari Litmanen ve Sami Hyypia’lı kadro çok iyiydi ama onların olduğu dönemde gruplarda ya Almanya ya da İngiltere olurdu.
Finlandiya futbolu için Litmanen ne ifade eder?
O, her zaman kraldı. Hala da kralımız!