Arada koca bir 24 yıl vardı ama yaşananlar ve sonuçlar fena halde benzeşiyordu. İtalya Milli Takımı’nın Alp’lerden kupaya uzanan macerasına davetlisiniz.
Dakikalar 79’u gösteriyordu. Cabrini’nin volesi, Van Basten’in altı yıl sonra atacağı golün yanından geçemese bile, Gök Mavililer’in eşitliği sağlaması için yeterliydi. 1982 Dünya Kupası’na hazırlanan İtalya, mağlubiyetle ayrıldığı Fransa ve Doğu Almanya maçlarından sonra, rahat bir galibiyetle moral aradığı İsviçre karşısında da mağlup olmaktan son anda kurtulmuştu. Üstelik kurtarıcı Paolo Rossi de Cenevre’deki Charmilles Stadyumu’nun çimlerinde arz-ı endam etmekteydi. Totto Nero skandalında ceza alan Rossi, özel izinle kadrodaydı ve iki yıldır ayak basmadığı yeşil zemine yabancılaşmış bir şekilde sahada geziniyordu. 1-1 biten karşılaşma sonunda, ata sporu ‘eleştiri’ olan İtalyan basını, hançerlerini hazırlamıştı. Hedef, Enzo Bearzot olacaktı. Son iki sezonun gol kralı Roberto Pruzzo’yu milli takıma almayan kurt hoca, ‘şikeci’ Rossi’ye kıyak geçmişti İtalyan basınına göre. Totto Nero skandalının etkisinden kurtulamayan İtalyanlar, değil Dünya Kupası’ndan, futboldan bile ümitlerini kesmişlerdi. 28 Mayıs 1982, İtalyan futbolunun çöküşünün yeni bir başlangıcı mı olacaktı?
Dünya Kupası arifesinde heyecan, vücudumuzda çıkabileceği en yüksek noktada… İtalyan futbolu, yine ‘şike’ hastalığına düçar olmuş, Juventus ve Milan ipe gitmek üzere… İtalyan futbolunda fon müziği, “Bindik bir alamete gideyoz gıyamete” … Tek güvence Marcelo Lippi ve İtalyanların kıvanç duyduğu 73 ve 76 kuşağı. Del Piero, Cannavaro, Nesta ve Totti’nin yanına 70’lerin sonunda doğan futbol sanatkârı Pirlo da eklenmiş. Gruplarda her zamanki gibi rahat ilerleyen İtalya, kupa öncesi hazırlık maçlarında da fena değil. Ev sahipliği yapacak olan Almanya’yı geçen Azzuriler, 31 Mayıs 2006 tarihinde İsviçre ile Cenevre’de karşı karşıya geliyor. Stadyum manidar! Charmilles Stadyumu’nun yerine dikilen Cenevre Stadyumu. İtalya taraftarı olan bendenizde bir heyecan var. Serde futbol tarihi bilginliği var ya; çevremdekilere 1982’deki maçı anlatıyorum ve buradan da bir beraberlik beklediğimi söylüyorum. İtalyanlara has totem zehri bana da zerk etmiş ne de olsa! Ama pek iplenmediğim de aşikâr. Çünkü dostlarda Türkiye heyecanı var. İsviçre ile yapılan meydan muharebesinden ağır hasarlı çıkan Türk futbolu, yine aynı naralarla hedef belirlemiş: “Yeni bir yapılanmayla hedef 2010!”. Bu yapılanmanın ilk provalarından birisi de İtalya-İsviçre maçıyla çakışan Suudi Arabistan-Türkiye maçı oluyor. Sıkça vatan hainliğiyle suçlansam da İtalya’nın maçı varken, Türk Milli Takımı’nda bir dönemini üç direk arasında geçirmiş sevgili babam oynasa bile Suudi Arabistan-Türkiye maçını izlemem ama İtalya maçının yayını olmaması, beni Suudi Arabistan-Türkiye maçına muhtaç ediyor. Tabii bu arada sık sık kafamı kurcalayan Lippi’nin sol bek seçimi de merakımı eşeliyor. Can Arat, Mehmet Topuz ve Hüseyin Çimşir’li kadrosuyla yeniden yapılanan(!) Türkiye’yi izlemeye koyuluyoruz. Hayatımın en uzun 45 dakikası. Tekrar 24 yıl geriye gidiyorum Marty McFly misali…
Paolo Rossi’nin hayaleti, İtalyanları epey ürpertmişti 1982 öncesinde. 1978 Dünya Kupası’nın umut vadeden Perugia’lı golcüsü, maç eksiğini kapatamayacak gibiydi. İtalyan basınını rahatsız eden bir diğer husus da takımın huzur evine dönmesiydi. Kaleci Zoff’a laf söylemeye pek cüret edemeseler de, Juventus efsanesi, dönemin Udinese futbolcusu Franco Causio’nun kadroda olması, İtalyan matbuatına koz vermek için yeterliydi. Anlayacağınız, Milne ve Robert McDonald arasındaki askerlik arkadaşlığı, Causio ve Bearzot için de dillendirilmeye başlamıştı. Halbuki mağlup kapatılan Doğu Almanya ve Fransa maçlarında Causio sahada değildi ama bir dakika oynaması bile bir Akdenizlilerin eleştiri yeteneğini ortaya çıkarması için yeterliydi. Aslında İtalya, diğer iki maçta olduğu kadar kötü bir futbol oynamamıştı ama 1980 Avrupa Şampiyonası’ndan kalma ‘gol atamama’ sendromu, etkisini devam ettiriyordu. Bearzot, Euro 80’de bu durumu Rossi’sizliğe bağlamıştı ama artık bahanesi yoktu.
Dr. Emmett olmadan geçmişten dönmek biraz zor olmuştu. Kendime geldiğimde, bilgisayarın başındaydım. ‘Canlı Skor’ sitelerinden İtalya-İsviçre maçını takip ediyordum artık. Bu arada Türkiye, Necati’nin golüyle 1-0 öne geçmiş, İtalya’da da Gilardino sahneye çıkmıştı. Kariyerlerinin ilerleyen yıllarında, attıkları gollerle takımlarına önemli başarılar kazandıran ama pek vefa göremeyen iki gol makinesi de aynı anda çalışmaya başlamıştı. İtalya öndeydi ama durumdan rahatsızdım. Bir kere maç berabere bitmeli ve Dünya Kupası için son totemim de yerini bulmalıydı. Bir diğer sıkıntım da, Lippi’nin Zaccardo tutkusuydu. Zambrotta gibi bir sağ bek varken iki maçtır Zaccardo’ya forma vermesi beni korkutuyordu. Tabii ki Zambrotta’nın sakatlığı bu kararda baş etkendi ama “Ya sakatlığı düzelmezse?” korkusu da bünyemde önemli bir yer kaplamaktaydı. Bu arada İsviçre’nin golü de gelmişti. Nitekim maç da istediğim gibi 1-1 sonuçlandı. Şimdi şampiyonluk hazırlıkları yapabilirdim…
Evet, İtalya 1982’de olduğu gibi Cenevre’den 1-1’lik skorla ayrılmış ve bana kupa için ümit vermişti. Hatta daha sonra da Ukrayna ile bir beraberlik daha patlatmıştı(!) Azzuriler. Ama futbolseverlerin %99’u için bu durum geçerli değildi. İtalya, tatsız bir futbol oynuyordu ve çeyrek finalden öteye geçmesi zordu. İtalya basını ise Totto Nero’dan sonra bir kez daha sarsıldığı şike operasyonun etkisiyle, 24 yıl önce yaşananların tekrarlanmasından korkuyordu. Men cezası alabilecekler listesi hazırlanırken, klasik Dünya Kupası geyiklerinden de geri kalmıyorlardı. Bunların en başında ‘20’ numaralı forma tartışması yer almaktaydı. Malum, İspanya 82 öncesinde ve grup maçlarında tel tel dökülen 20 numaralı Paolo Rossi, nam-ı diğer ‘Şikeci’ Rossi, daha sonra resitalini sunmuş ve kupayı Zoff’un ellerine teslim etmişti. Onu yerden yere vuran İtalyan basını için 11 Temmuz 1982’den sonra Rossi dokunulmazdı ve Simone Perotta gibi vasat bir oyuncu, ‘20 numarayı’ giyemezdi. Fakat bu batıl inancın çürütülmesi gecikmeyecekti. 9 Temmuz 2006’da bu sefer Fabio Cannavaro, kupayı havaya kaldıran İtalyan efsanesi olarak tarihe geçti.
Aynı yaz yeniden yapılanan ve hedefi 2010 Dünya Kupası olarak belirleyen Türkiye ise bol dalgalı bir 2008 macerasından sonra Güney Afrika’yı da televizyon başından izlemeye mahkûmdu. Aslında Suudi Arabistan ile oynanan hazırlık maçında galibiyet golünü atan Necati Ateş, her şeyi özetliyordu: “Daha önceki hazırlık karşılaşmalarında da iyi oyun oynadık. Çok pozisyona girdik ama isteğimiz sonuca ulaşamadık. Bugün gol attık, kazandık. Üç puan aldık, sevinçliyiz.” (!)