1960’lı yılların sonu, 70’li yılların başında Eskisehirspor’a oynattığı futbol ile bir devrim yapan Abdullah Gegiç’i bu sayıda anmadan olmazdı. Es-Es’e Cumhurbaşkanlığı Kupası, Türkiye Kupası kazandıran, lig ikincilikleri yaşatan ve insanlığı ile de herkesin takdirini kazanmış bu büyük antrenörü gelin o efsane takımın futbolcularına soralım. Türk futbolundaki köşe taşlarından biri olan Gegiç’i onlardan dinleyelim.
Mümin Özkasap:
Ben, Altınordu’da oynarken de milli kaleciydim ama Eskişehirspor’da Gegiç’in antrenmanları ile komple bir kaleci oldum. Daha önce çizgide dururken, onun idmanlarıyla ceza sahasına hakim olmam gerektiğini öğrendim. Antrenmanlarda sürekli Yaşin, Maier ve Banks gibi büyük Avrupalı kalecilerden bahseder, onların sadece çizgide değil, 18 içinde kalecilik yaptığını, özelliklerini ve çalışmalarını anlatırdı. Takım karşı sahada hücumdayken, ceza sahası dışında beklememiz gerektiğini belirtirdi. Bu, bugünün modern kalecileri dahi hali uyguluyor. Genel olarak da o kadar bilinçli antrenmanlar yaptırırdı ki Eskişehirspor, onun çalıştırdığı dönemde çok az sakatlık görmüştü.
İlhan Çolak:
Antrenmanları çok özel bir şekilde dizayn ederdi. İdman bittikten sonra duş alırdık ve hiç yorgunluk hissetmezdik. Her maça aynı ciddiyetle hazırlardı. Kolay rakip, zor rakip ayırt etmezdi. Kolay bir rakiple oynayacağımız hafta, zor bir rakiple oynayacağımız zamandan daha fazla çalıştırırdı bizi. Boş vermişliğe hiç yer vermezdi. Bir öğretmen gibiydi. Hele de bizim gibi aç talebelerin karşısında…
Şöyle bir şey var; sahada uygulayacağımız pozisyonları küçük kağıtlara çizerek anlatırdı. Hafta içi de eğlenceli bir şekilde yanına çağırırdı. “Gel bakalım, anlat. Ne anladın?” diye sorardı, küçük testler yapardı. Her şeyi bu temelin üzerine kurmuştu. Sağ kanattan ben oyuna girip topla buluştuğum zaman sol tarafta kimin nerede olduğunu ben bilirdim. Onlar da ben oraya gittiğim zaman topun nereye gideceğin bildiği için ona göre pozisyon alırlardı. Bunları bizlere defalarca defalarca tekrar ettirirdi. Ancak kötü bir özelliği vardı, sona yaklaştıkça korkardı, panik yapardı. Son 6-7 maç kalınca paniklerdi. Sürekli hücum oynuyoruz son maçlarda “Aman ilk önce yemeyelim” derdi. Mesela beni yedek bırakırdı. Gol yiyince de “Hadi bre İlhan gir.” derdi. Büyük takımların oyunuyla biraz da bu yüzden sonuna kadar getirdiğimiz şampiyonlukları kaçırdık.
Bir kere Mithatpaşa’da Beşiktaş’la oynuyoruz. 3-0 yeniliyoruz. Nihat (Yayöz) vardı Beşiktaş’ta bizimle dalga geçti. Bastı topa ayakkabısını bağladı oyun devam ederken. Bizim de deplasmana nereden baksan 500-600 taraftarımız gelirdi. Hepsi de objektif, bilinçli adamlar. Eskişehir’e gidince herkese anlatmışlar olayı. Ertesi sene Eskişehir’de Beşiktaş’la oynarken 2-0 öndeyiz, taraftar başladı; “Bağla, Bağla!” diye bağırmaya. Ben de kapalının önünden topla gidiyordum. Bastım topa ayakkabımı bağlamaya başladım. Hemen kulübeden fırladı geldi yanıma; “Bre sen maçın ciddiyetini bozuyorsun. Cezalısın!” diye kızdı bana.
Faik Şentaşlar:
Abdullah Gegiç çok değerli bir insandı. Bize ekip ve ekol anlayışını getirdi. O güne kadar oynadığımız kulüplerde bize hep pasif futbol anlayışı öğretilmişti, o ise bize aktif futbol anlayışını benimsetti. Meşhur Sevilla ile ilk oynadığımız maçtan sonra soyunma odasında bir baktım ayak parmaklarımdan birinde kanama var. Masörümüz baktı, bana bir şey demeden Gegiç’e gitmiş. Meğerse parmağım kırılmış. Ona da durumu anlatmış. Gegiç de “Bre, sakın Faik’e söyleme! Onu Sevilla rövanşında oynatacağım ama ilerleyen dakikalarda problem olmaz değil mi? ” diye sormuş. Masörümüz de “Ben ona maçtan önce öyle bir iğne vururum ki bir şey olmaz” demiş. Nitekim de öyle oldu. Ben bu gerçeği yıllar sonra öğrendim. Hatta bir karşılaşmamızda bizzat Gegiç’e de sordum. O da gülerek bu olayı doğruladı.
İsmail Arca:
İnönü’de Fenerbahçe ile oynayacağımız bir maçtan önce kamptayız. Antrenman sonrası yemek yedik ve dinlenmeye çekildik. 5-6 kişi oturuyoruz; Fethi, Nihat ve malzemeci Salih var. Canımız sıkıldı, muziplik yapalım dedik. Kapının üzerine bir kova dolusu su koyduk, kapıyı da yarım açık bıraktık. Rahmetli Abdullah Matay kapıyı bir açtı, tüm kova başından aşağıya döküldü. Çok sinirlendi ama “Gegiç gelir, yapmayın etmeyin” dedi. Bizse Gegiç’in geleceğine ihtimal vermiyorduk, kovayı doldurup tekrar koyduk. Sonra Gegiç gelip kapıyı açmaz mı! Çok sinirlendi, kendi aksanıyla “Hangi pezevenk yaptı?” dedi, malzemeci Salih’i baya sıkıştırdı bu konuda. Nihat ile Ender, Salih’i savundu; atsan atılmaz satsan satılmaz. Hepimiz korkmuştuk; Fenerbahçe maçı var. Bu maçı kazanamazsak idam edilirdik! Neyse ki 3-1 kazandık.
Süreyya Özkefe:
İşi bilen muhteşem bir hocaydı. Sadece sahada değil, saha dışında da takıma çok şey öğretirdi. Mesela yemekte nasıl davranılması gerektiğini anlatırdı. Çatalı sola koyduruyordu, bıçağı sağa. Hemen yemeğe başlayınca kızardı. Matay gelmeden, büyükler gelmeden başlatmazdı.
Süleyman Çağlar:
Bir öğretmen gibi ilgilenirdi. Yaptırmak istediği bir şeyi ısrarla tekrarlatırdı. Hoşgörülüydü. Değişik hocalarla çalıştık. Ancak aralarından, çalıştığım en iyi antrenör oydu diyebilirim. Ben takımda İsmail Arca’nın yedeği konumundaydım. Çok fazla forma şansı bulamıyordum. Ancak yedek kaldığım halde bile onun tüm kararlarına saygı duyardım. Takdir ederim yaptıklarını. Onu rahmetle anıyorum.
Nihat Atacan:
Kanat organizasyonlarını, ön direk, arka direk koşularını anlatırdı ve bu organizasyonlarla birçok gol atardık. Beklerin oyuna katılmasını isterdi ki o zamanlar bekler yarı sahayı geçmezdi. Bu bindirmeler sonucunda da iyi orta atmaları için çok çalıştırırdı. Ben sakatlığım nedeniyle futbolu erken bıraktım. Bana ‘Antrenör olursun” dediler. Kurslara falan gittim, antrenörlüğü öğrendim ama Gegiç’in çalışma programını uygulayarak iyi yerlere geldim. Malatyaspor’u namağlup üst lige çıkardım.
Kamuran Yavuz:
İki üniversite bitirmiş, spor akademisi tahsili görmüş bir adamdı. Futbolu, bilimle birleştirebilen çok önemli bir çalıştırıcıydı. Sadece bize değil, ilk antrenörümüz olan ve daha sonra da Gegiç’in yardımcılığını yapan Abdullah Matay’a da çok şey öğretmişti. Geldiğinde 19 yaşındaydım, ondan önce bir takımın ne şekilde bir antrenman yapacağını bilmiyorduk. Üst düzey bir takım kimyası vardı ama bunu kullanamıyorduk. Futbolun nasıl oynanacağını bize öğreterek çok iyi bir takım yarattı. Beslenmemizden uyku düzenimize kadar programlı çalıştık. O zaman Türkiye’deki takımlar haftada üç-dört idman yaparken, Gegiç bize günde iki idman yaptırırdı. Bu, ülkemizde ancak 90’larda uygulanmaya başlayan bir sistemdi.
Maçlar 4-5 gibi oynanırdı, o sabah muhakkak antrenman yapardık. Beklerimiz forvet gibi oynardı. Ama hepsi bir düzen içerisindeydi. Bir sene boyunca kanat varyasyonu için antrenman yapmıştık. Bu terimi pek sevmiyorum ama ‘Total Futbol’ denen modeli uyguluyorduk. Bütün takımlar nasıl oynadığımızı bilir ama çare bulamazdı. Bir de işine karışmayan insanlar vardı Eskişehir’de. Fenerbahçe’de işe başladıktan sonra çevresinde 50 tane Gegiç türemeye başladı. Bizde ise elindeki kültürlü jenerasyonu ve kumaşı iyi kullandı.
Fethi Heper:
Pazartesi, futbolcuların izin günüdür ama Gegiç bizi çağırır “Hayde bre çocuklar, biraz koşun.” derdi. 15 dakika sonra, gözümüz soyunma odasında “Yeter mi hocam?” diye sorarız, “Kaptan bre, biraz da basket…” Bir saat de basketbol oynarız, bu sefer de “Biraz da depar.” der ve bir buçuk saat bize ter idmanı yaptırırdı. Muhteşem bir eğitmendi. İyi ki Fenerbahçe kovmuş da bize gelmiş!
Vahap Özbayer:
Çok büyük antrenördü, büyük taktisyendi. Perşembe günleri çift kale maçlarımız olurdu, cuma günü ise çift kale idmanlarda çalıştığımız taktiklere yenilerini ekler, savunma ve hücum oyuncularını ayrı ayrı çalıştırırdı. Savunma ile Abdullah Matay, hücumla da Gegiç ilgilenirdi.
Bunun yanında futbolcularla ilişkisi muazzamdı. Kamplarda kağıt oynardık, Gegiç de aramızda dolaşırdı… Joker’i olan oyuncuları işaret eder, “Pantolonsuz burada!” derdi. Bir de yemeklerden sonra kamp yaptığımız Şeker Fabrikası’nın parkında yürüyüş yapardık. Sigara içen futbolcuları ima ederek, “Ateş böcekleri arkadan gelsin!” diye espri yapardı.
Sevilla ile oynadığımız maçta Ender sol açık oynuyor… Karşısındaki sağ bek de Ender’i çok zorlamaya başladı; bir türlü adamı geçip orta atamıyor Ender. “Ender, sen sol içe geç, ben senin yerine geçip bu adamı oyundan çıkartacağım!” dedim. Bu arada Gegiç de yerime geçmem için ikazda bulundu ama el hareketiyle kulübeye geçmesini söyledim. Neyse, biraz sonra sol bek Faik Ağabey’den topu istedim ve İspanyol sağ beke topla karışık sert girerek pistin dışına attım. Adam, oyun dışı kaldı ve Ender, Sevilla savunmasını alt üst etti. Bir ara oyun durdu, bir baktım Gegiç beni kenara çağırıyor. Yerimi terk ettiğim ve onu dinlemediğim için beni oyundan almış. “Sir, sağ beki oyundan çıkartmak için yaptım.” der demez, “Hayde bre Vahap, git duşa!” dedi.
Ender Konca:
Kartonları boynumuza iplerle bağlıyordu. Topu hiçbir şekilde görmüyorduk. Top sürme antrenmanlarını o kartonlarla yapardık. Değişik metotlar buldu; kurşun yelekler falan taktırırdı mesela… Çok bilgili bir hocaydı. Hiç unutmuyorum, Köln Spor Akademisi’ne gidip eğitim alabilmek için Fenerbahçe’ye transfer olduğunda ona verilen Feneryolu’ndaki evini satmıştı.
Taşkın Yılmaz:
Modern futbolunun temellerini atan büyük bir hocaydı. Sarkaç topla çalışmayı, Türkiye onunla öğrendi. İsmail Arca, hava toplarındaki hakimiyetini bu çalışmalara borçludur. Biz kaleciler için de büyük bir şanstı tabii. Mesela 1992 yılında Rasim Kara, milli takımlar kampı için İzmir’e geldiğinde, ben de görevli olarak antrenmanları izliyordum. Rasim’in bana orada dediğini hiç unutmam: “Taşkın Ağabey kusura bakma, 1970’li yıllarda yaptığınız antrenmanları yaptıracağım.” Gegiç’in çalışmaları, döneminin çok ötesindeydi.
Onunla ilgili unutamadığım bir anı da Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandıktan sonra verilen yemekte yaşanmıştı. Gegiç, ağzına alkol koymamış bir adamdı. Kutlamalar sırasında bir kadeh viski ikram ettiler… İçer içmez suratı değişti ve “Bu, şampiyonluktan da acıymış bre!” dedi.
Halil Güngördü:
Sakat olsam da “Hayde bre, oynarsın oynarsın.” derdi. Kendimi iyi hissetmediğim bir PTT maçında da aynısını yaptı ve sahada kalarak takımın galibiyet golünü atmıştım. Oyuncularına güvenirdi ve bunu da oyuncusuna yansıtırdı. Sevilla ile Eskişehir’de oynadığımız maçta durum 0-0 iken beni ısınmaya göndermişti. Isınmaya çıkar çıkmaz gol yedik, bu kez de “Hayde bre Halil, sen mi çevireceksin maçı? Gel, otur!” diye yanına çağırdı. Sonra Fethi Kaptan bir tane attı, 1-1 oldu. Gegiç: “Halil, ne duruyorsun? Isınsana bre” dedi bir kez daha. Sonra oyuna girdim, bir asist yaptım 2-1 oldu, Fethi Kaptan bir tane daha attı; 3-1 ve turu geçtik.
Orhan Atmacan:
Bizler futbola başladığımızda taktik, sistem vb. şeyler görmemiştik. Onları Abdullah Gegiç ile gördüm. Onunla saat, dakika ile çalışırdık. Mesela ondan önceki teknik direktörlerin antrenmanlarında bitimde soyunma odasına sürünerek giderdik, onun antrenmanlarında ise kendimizi kuvvetli hissederek. Kelimenin tam anlamıyla araba çarpsa bana bir şey olmaz gibi hissederdim. Kendisi Türkçe’yi de iyi bilirdi. İlk başlarda ara ara Koko Burhan ona tercümanlık yapardı ama bazen Gegiç derdini ondan daha iyi anlatırdı. Bu da aramızda esprilere konu olurdu. Takımdaki son yıllarına doğru Türkçe’sini çok geliştirmişti. Yer yer çok güzel Türkçe espriler yapardı.
İdmanları meşhurdu bir de. Salıdan itibaren her gün günde çift antrenman yaptırırdı. Maç günü de sabahları 45 dakika ter antrenmanı… İlk başlarda “Bu ne dedik!” ama her seferinde “Hayde bre, tamam” derdi. Mesela otobüsle deplasmana mı gidiyoruz, yolda bir saha gördü mü hemen otobüsü durdurur, bize antrenman yaptırırdı. Takımda herkesle arası çok iyidi ama disipline de önem verirdi. Kamp, maç, antrenman zamanı başka şeylere izin vermezdi. Mesela bir antrenman günü yakın bir arkadaşımın nişanı vardı. Nişana gitmek için izin istedim, ama vermedi. Hatta “Kuşçu” Nuri’nin de öyle bir hikayesi var. Hanımı hamileydi, doğum yakındı. O sırada da bizim önemli bir İstanbul deplasmanımız var. Nuri, otobüse binmek istemedi. Gegiç en sonunda “Bre bak, bir ton doktor ayarladık, gözün arkada kalmasın” dedi.
Ruhi Yavuz:
Bir anıdan ziyade şunu anlatmak isterim: Böyle bir insan bir daha dünyaya gelmez. Bir baba ya da abi gibi her zaman futbolcuyla konuşan, her zaman ilgili bir insandı. Onun gelişiyle antrenmanlarımızda olumlu değişiklikler oldu, çalışmalarımız çok daha faydalı bir hal aldı. Çoğunluğu amatör takımlardan yeni gelmiş oyunculardan oluşan bir takımdık. Her şeyin en iyisini ondan öğrendik ve neyse ki mahcup etmedik.