– Bir Batu ANADOLU yazısı –
Türkiye’ye gelen kariyerli hocalar çoğu zaman medyaya düşen demeçleriyle gündem yarattılar. Manşetleri süsleyen iddiaların kimisi isyanı kimisi ise gerçekleşmeyecek rüyaları yansıtıyordu…
Genellikle üç büyüklerin radarında olsalar da zaman zaman Anadolu’daki takımlara gelerek de şaşkınlık yaratan teknik direktörlerin Türkiye maceralarını belirli aşamalarla sınıflandırmak zor olmasa gerek. Bu hocalarımız ilk geldiklerinde krallar gibi karşılanırlar ve “iddialı” demeçler verirler. Kamp dönemi oldukça iyi geçer, Türk oyunculara övgüler yağdırılır. Arada aynı milletten 1-2 tane “yancı” transfer edilir. Lig başladıktan sonra alınan kötü sonuçlarla bir anda tesis, çim saha ve tembel Türk futbolcusu sorunları ortaya çıkmaya başlar. Bu esnada hocaların kendi ülkelerine yaptığı seyahatler sıklaşır, dedikodular artar. Kulüpten “hocamızın arkasındayız” mesajı gelse de bardağı taşıran bir maç her zaman bulunur. Hoca kapının önüne konur, o da “futbolcular topsuz oyunu bilmiyorlar” ya da “bu kulüp sahipsiz” gibi yorumlarla ülkeyi terk ederler. Bazen de birkaç yıl sonra sessiz sedasız geri dönerler. Fakat ne olursa olsun, ülke futboluna bugün baktığımızda bile 20-30 yıl önce teknik direktörlerin söylediği çoğu şey doğrudur. Kaoslardan kaos beğenen yöneticilerimiz ve futbol adamlarımız ise bu düzende yollarını bulmaya, kolay yoldan köşeyi dönmeye çalışırlar. Bakın ülkeden kimler geçmiş, neler neler demişler…
Krum Milev (Beşiktaş-1969/70)
Bugün pek hatırlanmasa da Bulgar teknik direktör Krum Milev, özellikle Bulgaristan futbol tarihinin en büyük isimlerinden biridir. CSKA takımını 16 yıl çalıştırıp 11 kez şampiyonluk yaşayan Milev, 1968/69 sezonunda Beşiktaş ile çoğu zaman olduğu gibi üçüncülük elde edebilen Milovan Ciric’in yerine gelir. Takımla anlaştıktan sonra çok iddialı açıklamalarda bulunur; “Beşiktaş başa güreşir, benim çalıştırdığım takım şampiyon olur!” sözleriyle dosta güven verir, düşmana korku salar. Lakin Milev’in gerçekçi gözlemleri de çok gecikmez. Bir röportajında “Türkiye’de futbol geri değil, futbolcular tembel ve çalışmıyorlar” tespitini yapar. Üstüne de Beşiktaş’ın en karışık dönemlerinden birine girilir. Yönetim kurulunun ciddi biçimde borçlanması ve kuruldan birkaç ismin Milev’in aleyhine konuşması sonucu Recep Adanır ismi, teknik direktörlük için ön plana çıkar. Adanır, Hakkı Yeten’in isteğiyle yardımcı antrenörlüğe getirilirken sahadaki Beşiktaş da bu karmaşada top oynamayı unutur. Milev’in, “Ben Allah değilim ki istediğim zaman takımı şampiyon yapayım” demeci dikkat çekerken “Türkiye’de futbolcu yok” dediği de iddia edilir. Milev sözlerinin çarpıtıldığını öne sürerek oyuncularının kondisyon durumunu eleştirir. Bir Fenerbahçe maçı sonrası futbolcusu Sami Gören’i eleştirmesi üzerine medyada alay konusu edilir. Aynı dönemde ne hikmetse usta teknik direktör Helenio Herrera’nın “Türkiye’de Gündüz Kılıç ve Milovan Ciric dışında kimseyi tanımam. Milev’i Avrupa’da kimse bilmez!” açıklaması da gündem yaratır. Bir süre sonra Milev’in görevine de son verilir. Milev ülkeyi sessiz sedasız terk ederken Şükrü Gülesin’in şu sözleri hatırlanır: “Milev sessiz geldi, çığırtkanlık yapmadan centilmence dönüyor. Türkiye’ye gelmiş geçmiş en efendi ve ciddi adamdır.”
Malcolm Allison (Galatasaray-1976/77)
Türkiye’ye gelen en renkli isimlerden biri, şüphesiz ki Malcolm Allison’dur. Galatasaray’ın İngiliz modasını takip ettiği 70’lerde Alan Wade’in tavsiyesi ile getirilen Allison, çoğunlukla fötr şapkası ile hatırlansa da bundan biraz daha fazlasıdır. Takımla anlaştıktan sonra hemen İngiltere’ye kampa gidilmesi, o dönem alkışlanacak bir profesyonellik göstergesidir. İngiliz takımları ile oynanan maçlar, Galatasaray’ın ne kadar ciddi çalıştığını ortaya koyar. Allison buna karşın iddialı demeçler vermekten kaçınır; “Ben sihirbaz değilim, Birch kondisyona abanarak şampiyon oldu diyorsunuz, sizce bu mümkün mü?” açıklaması ile dikkat çeker. Fakat hocanın sosyal yaşantısı ve saha içi davranışları bir süre sonra her şeyin önüne geçer. Elinde dürbünle Veliefendi Hipodromu’na gidip altınlı ganyan oynaması, topsuz oyunu öğretmek için oyuncularının gözlerini bağlaması “Aman Hocam!” dedirtir. Antrenmanlardan sonra şampanya içmesi defalarca kez tartışılır. Fenerbahçe’ye karşı alınan 6-1’lik yenilgiden çok “Playboy kulüpte tavşan kız olarak çalışan sevgilisi Serena”nın İstanbul’a gelmesi gündeme oturur. Menajer Turgan Ece’nin istifası üzerine “Seneye Everton’da çalışacağım” dese de Galatasaray ile yeniden anlaşır. İkinci sezonun hemen başlarında “Şampiyon olmamız isteniyorsa Keegan, Cruyff ve Ayala’dan biri gelmeli!” ve “Kontratımda Galatasaray her maçı kazanacaktır diye bir madde yok” açıklamaları bardağı taşıran son damlalardır. Allison önce Galatasaray’dan ayrılır, sonra ise Serena’dan…
Jürgen Sundermann (Trabzonspor- 1985/86)
Türk hocalardan umduğunu bulamayan Trabzonspor, Başkan Mehmet Ali Yılmaz öncülüğünde rotayı Almanya’ya çevirir. Çok istenilen Dettmar Cramer elden kaçınca da Jürgen Sundermann ile yurda dönülür. Bir dönem İlyas Tüfekçi’nin Stuttgart’ta hocalığını yapan Sundermann, Trabzonlu gazetecilerde şüphe uyandırır. Örneğin; İhap Subaşı, “Mehmet Ali Yılmaz ecnebiye açılıyor! Futbolumuz için ecnebiler ne vermiştir? Trabzon sakin, sporcuyu yıpratan gece hayatından uzak bir beldedir.” sözleriyle “bir sorun varsa hocadadır, Trabzon’da değil” önkoşulunu öne sürer. Tüfekçi de hocasını över övmesine ama laf çakmaktan da kaçınmaz: “Futbolcu olmamı ona borçluyum ama saha dışında maçı okuması biraz zayıftır!” Şarap koleksiyoncusu olduğunun öğrenilmesiyle adı bir anda “Şarapçı”ya çıkan Sundermann, Hamburg’dan savunma oyuncusu Jürgen Groh’u transfer ederek “Trabzon’a Batı kültürünü getiriyoruz” diyecektir! Tesisleri ve tıbbi yöntemleri yetersiz bulan Sundermann’ın eleştirileri, zamanla tepki toplamaya başlar. Sahadaki vasat futbol ve özellikle hücumdaki yetersizlik o dönem Turgay Şeren’in “Sundermann neden geldi? Hani nerede çağdaş futbol” sözleriyle vurgulanır. Sundermann ise futbolcularını işaret eder: “Şenol’un bel kasları iyi değil, hep yanlış çalışmışsınız. Groh buradaki futbolu anlayamadı. Verkaç için top veriyor ama geri alamıyor!” Milliyet’te çıkan isimsiz bir yazıya göre Sundermann, Trabzonspor teknik direktörlüğüne değil de sanki Trabzon Devlet Hastanesi Baştabipliği’ne getirilmiştir! Galatasaray ve Beşiktaş’a karşı alınan mağlubiyetler sonucunda Sundermann oyuncularını eleştirmeye devam eder: “Sahaya çıkıp ben mi gol atayım?” Gazetelerde de yavaştan dedikodular çıkmaya başlar. Çoluğumu çocuğumu görmeye gidiyorum diyen Alman hoca, iddialara göre Almanya’da Saarbrücken ile anlaşır! Bu haber asılsız çıksa da Alman hoca bir süre sonra Hertha’nın yolunu tutar. Ahmet Suat Özyazıcı takımın başına geçerken Erdoğan Şenay, bu kan değişimine olumlu yaklaşır: “Trabzonspor, Sundermann marka alman kelepçeden kurtuldu!” Trabzon’un şampiyonluk hasreti sonraki yıllar devam ederken Sundermann da üç yıl sonra sessiz sedasız Malatyaspor ile anlaşır. Medyaya göre “alkol düşkünü” olan hoca yine bir sezonu tamamlayamasa da, Trabzonspor’u 2-1 yenmekten geri kalmaz!
Georges Leekens (Trabzonspor- 1992/93)
Trabzon’un yolunu tutan bir diğer yabancı hoca da sekiz yıl ülkesi Belçika’da çalışmış olan Georges Leekens’tir. Sadri Şener döneminde anlaşma sağlanan Leekens, geldiği ilk günlerde iddialı sözlerle Türk medyasına “merhaba” der. “Kazanılmayacak kupa kalmayacak” diyen Leekens, hangi futbolcuyu istediği sorusuna da “Van Basten’i isterim, konuşurum ama gelmez” diyerek basını bir süre “Van Basten Trabzon’a gelir mi?” tartışmasıyla meşgul eder. Altyapıya önem vereceğini ve Ajax modelini getirmek istediğini söyleyen Leekens, ilk başlarda Sadri Şener ile de çok yakındır. Şener’in yeniden başkan seçilmesi sonucu “Şener’in başkanlığı bize güven veriyor” derken Şener de onu, “Her bakımdan dört dörtlük. Bilgisi, kültürü tartışılmaz. Üstelik cin gibi. Kendisini kolay kolay bırakmayız” sözleriyle över. Fakat lig tablosuna bakıldığında Trabzonspor üçüncü olabilmiş, Avrupa’da ise Atletico Madrid engeline takılmıştır. İkinci sezon başlar başlamasına ama Avrupa’da da bu sefer Cagliari engeli çıkar. Futbolcularını kendisini sabote etmekle suçlayan Leekens “Eğer istemiyorsanız bırakıp gideyim” der. Ünal Karaman’ın cevabı ise çok nettir: “Bizde öyle sahtekar yok.” Sadri Şener gelen baskılara dayanamayarak Leekens’e son bir şans vereceklerini söyler, Belçikalı hoca da ipleri koparır. Bir yabancı hoca denemesi daha hüsranla sonuçlanır. Leekens birkaç yıl sonra, 1998 Dünya Kupası elemelerinde Belçika’nın hocası olarak karşımıza çıkar. Türkiye, Oktay’ın golü dışında pek güzel anı bırakmadığı iki maçı da kaybeder.
Tomislav Ivic (Galatasaray 1983/84 ve Fenerbahçe-1995)
Yugoslav teknik direktör Tomislav Ivic’in iki perdelik Türkiye macerası, birbirinden ilginç olayları barındıran absürt bir komedini filmini andırır. Anderlecht’i üç yıl çalıştırdıktan sonra 1983-84 sezonunda Galatasaray ile anlaşan Ivic, henüz ilk demecinde futbolcularına gözdağı verir: “Futbol felsefe değildir, ciğer ister!” Gazetelerde sıklıkla hocanın, oyuncularının pestilini çıkardığı anlatılır. Takım lige iyi girmesine rağmen oynanan futbol bir türlü beğenilmez; “Galatasaray zar zor kazandı”, “Futbol yok, Gol Çok” gibi başlıklar göze çarpar. Daha da ilginci, İvic’in futbolculara haftada bir kez seks izni verdiği ortaya çıkar. Takımla ilgili demeçler futboldan uzaklaştıkça Ivic de takımı bırakma blöfünü ortaya sürer: “Galatasaray’dan sonra antrenörlük hayatımı noktalayacağım ve serbest ticarete atılacağım!” diyerek bir bakıma takımdaki sorunları kabullenir. Sarı kırmızılıların en golcü oyuncusu Sejdic’in tavırları, bu dönemde kulübü ikiye böler. Genel sekreter Ersan Feray futbolcusuna sahip çıkarken Ivic’ten sert eleştiriler gelir: “İki çalım ve gol atan kendini kral, burayı çiftlik sanıyor!” Bir sonraki hedef ise Fatih Terim’dir. Jübile yapması istenen futbolcu küplere biner. Sezon sonunda Trabzonspor şampiyonluğu kazanırken Galatasaray ancak üçüncü sırayı alır. Görünürde Ivic, kulüp ile yeniden anlaşır; hatta “Galatasaray gibi insancıl ve sevecen insanlarla dolu bir kulüple anlaştım” der. Fakat kısa bir süre sonra Benfica ile anlaşması, gündeme bomba gibi düşer. Yugoslav hoca, favori oyuncusu Ali Çoban’ın satılması üzerine, “Alınanları gördüm satılanları da… Gördüm ki bana yalnız mezar kazdıracaklar!” diyerek kararının arkasında durur. Jübilesi istenen Fatih Terim ise hocanın gidişiyle rahat bir nefes alır ve “Artık bu sezon karşımızda kimse duramaz” açıklamasını yapar. Sezon sonunda sarı kırmızılılar ancak 5. sırayı alacaklardır!
Ivic’in ikinci Türkiye macerasındaki adresi ise Fenerbahçe’dir. 1994 sezonunun ortalarında Holger Osieck ile yollarını ayıran ve başkanlık seçimine giden sarı lacivertlilerde ipi göğüsleyen Ali Şen, söz verdiği gibi Ivic’i kulübe getirir. Takım ligde 4. sıradadır, transfer sezonu da kapanmıştır. Ivic yine de umutludur; “Yetenekli oyuncularımız var. Seneye kimse heveslenmesin, çünkü Fenerbahçe zirveye çıkacak” der. Taraftarı mutlu eden bir diğer hadise de Ivic’in dört forvetle sahaya çıkma sözü vermesidir! Osieck’in savunma futbolundan soğuyan taraftarların ağzına çalınan bu bir parmak bal da kısa süre de yalan çıkar. Ivic, “kadro müsait değil” diyerek kısa sürede Osieck sistemine döner. Takım ilk birkaç maç parlasa da kupada Galatasaray’a elenilince kılıçlar kınından çıkarılır. –Artık- Hırvat hoca, sezon başında övdüğü kadronun yetersizliğinden dem vurur ve yönetime birkaç Hırvat futbolcunun ismini verir. Ali Şen ve kurmayları ise hocadan habersiz olarak futbolcu izlemeye başlamışlardır bile! Siegl ve Novotny gibi oyuncuların isminin anılmasıyla Ivic küplere biner. Hocanın yeni blöfü de Hırvatistan Milli Takımı’dır; federasyonda danışman görevi alan Ivic, sık sık ülkesine giderek yönetimi eleştirmekten geri kalmaz. Sezon sonunda ise takım ancak 3. sırayı alırken Ivic de sürpriz bir şekilde kovulur. Tam 12 yıl önce “Galatasaray’dan başka takım çalıştırmayacağım!” diyen kurt hocanın, Fenerbahçe’den sonra dokuz yılda dokuz takım daha çalıştırdığını söylemeye gerek yok sanırım!
Leo Beenhakker (İstanbulspor-1995/96)
Kariyeri boyunca Ajax, Real Madrid, Feyenoord ve Hollanda Milli Takımı gibi önemli takımları çalıştıran Hollandalı teknik direktör Leo Beenhakker’in yolu, 1995 yılında İstanbul’a düşer. Fakat geldiği takım üç büyükler değil, yeni yeni palazlanan İstanbulspor’dur. Cem Uzan’ın İmar Bankası-Tavuk Döner-Genç Parti üçgenindeki girişimlerini önceleyen İstanbulspor A.Ş. markası, Beenhakker ile yeşil sahalara sert bir giriş yapar. Beenhakker iddialı yabancı oyuncular alacaklarını söylerken “İtalya ve İspanya’da İkinci Lig’den gelen takımlar şampiyonluğa oynuyor. Biz niye oynamayalım?” diyerek işi ciddiye bindirir. Van Vossen ve Van Den Brom gibi isimler az sayıdaki İstanbulspor taraftarını heyecanlandırırken Cem Uzan da sahibi olduğu Star Televizyonu’nu İstanbulspor TV olarak kullanmaktan çekinmez. Fikstür çekildiğinde Star TV’ye göre ligin derbileri arasında İstanbulspor’un üç büyüklerle oynadığı maçlar da yer almaktadır! Lakin hazırlık maçında Vanspor’a karşı alınan 2-0’lık mağlubiyetle çalmaya başlayan alarm çanları, ligdeki ilk maçta Eskişehirspor’a karşı alınan 3-1’lik yenilgiyle daha net duyulur. İlk galibiyet ancak 3. haftada gelir, böylece Beenhakker’in “Kazanmasaydık bavulumu toplardım” blöfü biraz da olsa işe yarar. Van Vossen ve Brom’un kötü performansları sonucunda eleştiri okları Uzan’a çevrilir. Uzan, “Hocamızın arkasındayız” dese de birkaç gün sonra aldığı istifa haberi ile çılgına döner. Sadece üç ay süren bu birliktelik sonunda Beenhakker, Meksika’nın yolunu tutar. İstanbulspor ligde güç bela tutunmayı başarsa da Cem Uzan’a hapis şokuyla başlayan sürecin kurbanlarından biri de takım olacaktır. Gazetelerin “Trilyonluk Hüsran” başlığı sadece başkanı değil, takımı da yakacaktır…
Zdenek Zeman (Fenerbahçe-1999/2000)
1999-2000 sezonuna Rıdvan Dilmen’in teknik direktörlüğünde Johnson, Preko ve Oulare gibi milyar liralık transferlerle giren Fenerbahçe, UEFA Kupası’nda MTK’ya sürpriz biçimde elenerek büyük bir şok yaşar. Çiçeği burnunda Başkan Aziz Yıldırım, sonraki yıllarda farklı örneklerini görebileceğimiz üzere bir hatayı başka bir hatayla örtmeye çalışır. 1990’ların ortalarında Roma ve Lazio gibi büyük kulüpleri çalıştırsa da “İtalyan futbolunda doping her zaman var olmuştur” sözleriyle kara listeye alınan Çek teknik direktör Zdenek Zeman, sarı lacivertlilerin radarına girer. İlk başlarda anlaşmanın iki tarafı da tatlı bir huzur almaya gelmişlerdir. Yıldırım, “Zeman ile yeni dönem başladı. Beni şampiyonluğa inandırdı” diyerek taraftarın gönlüne su serper. Zeman ise her zaman olduğu gibi Türk futbolcusunun tekniğini överken sistem açısından bir devrim yapacağının müjdesini verir. Bu devrimin adı 4-3-3’tür. Zeman’ın paldır küldür taktik değiştirmesi ile zaten çukurda olan takım iyice debelenmeye başlar. Gazetelerde, tahtaya bol bol 4-3-3 taktiğini çizerek oyuncularına bilgi vermeye çalışan Zeman fotoğraflarına rastlanır. Üst üste beraberlikler alan; maç başına 2 gol yemeden rahat etmeyen sarı lacivertliler, basın tarafından da yüksek sesle eleştirilir. Onlara göre –haklı olarak- Preko’dan sağ açık olmaz, olmamalıdır! Bütün sorunların üstüne bir de Sergen krizi yaşar Fenerliler. Siirt Jet-Pa günlerinden sıkılan yıldız oyuncu Fenerbahçe ile sözleşme imzalasa da bir türlü hak ettiğini düşündüğü formaya kavuşamaz. Zeman demeçlerinde Sergen’i över övmesine ama bir yandan da “10 numara” alerjisini aşamaz. Pendik faciasının üstüne bir de 22 Aralık 1999’da oynanan ve “Asrın son derbisi” olarak adlandırılan maçta Fenerbahçe, Galatasaray’a 2-1 mağlup olunca –ki bu mağlubiyet, sarı lacivertlilerin ezeli rakiplerine Kadıköy’de yenildikleri son maçtır- Zeman’ın valizlerini hazırlama zamanı da gelir. Aziz Yıldırım’ın belki de ilk –ve asla son değil- kez başkanlığı bırakma kararı aldığı dönemde Zeman, “Fenerbahçe sahipsiz bir kulüp. Bana istediğim zaman tanınmadı” açıklamasını yaparak Napoli’ye gider. Kariyeri boyunca da 4-3-3’e olan inancını asla yitirmez…
Joachim Löw (Adanaspor-2000/01)
10 yıla yakın bir süredir Almanya Milli Takımı’nı çalıştıran ve 2014’de Dünya Kupası’nı kaldıran Joachim Löw’ün Türkiye macerası, bugün “kadim zamanlar” olarak görünse de oldukça dikkat çekicidir. Özellikle Fenerbahçe döneminde oynattığı hücuma yönelik futbol beğeni toplasa da Metin Diyadin ve Uche’nin sakatlıkları sonucu Alman hoca beklenen başarılara ulaşamaz. Fenerbahçe’den sonra yeniden Almanya’ya dönen Löw, Karlsruhe’nin başına geçer ama 18 maçta sadece 1 galibiyet alabilerek kovulur. Kariyerinin belki de en dip dönemlerini geçiren Löw’ün imdadına, o dönem Alman hoca gibi diplerde yaşayan Adanaspor yetişir. Fenerbahçe günlerinin aksine medyada küçük puntolarla kendine yer bulabilen Löw’ün Adana macerası, pekiyi geçmez. Takımda Alman ekolü oluşturmak isteyen ve Bayern Münih’in müzmin yedek kalecisi Scheuer’i transfer ederek bu amacının ancak küçük bir bölümünü gerçekleştiren Hikmet Karaman’ın yerine gelen Alman hoca, Scheuer’ün önüne 36 yaşındaki veteran stoper Thomas Berthold’u transfer eder. Yalnız Berthold, 1990’da Dünya Kupası’nı kazandığı zamanlarından oldukça uzaktır. Adana sıcağı da Alman rüyasını çileye dönüştürür. Mağlubiyetler arttıkça haberlerin hızı ve büyüklüğü de azalır. Sonuç olarak 2 Mart 2001 günü yine küçük puntolarda Löw’ün takımdan ayrıldığı duyurulur. Ligde 16. sıraya demir atan turuncu-beyazlıları Kemal Yıldırım-Ahmet Ziya Yüce ikilisi de kurtaramaz. Adana’dan Avusturya’nın yolunu tutan Löw ise 2004’de sessiz sedasız Alman Milli Takımı’nın teknik ekibine girer. Sonrası, dönemin Adanaspor Başkanı’nın söylediği gibi gelişir: “Dünya Kupası’nda eminim Löw’ün yerine başka bir Alman da takımın başında bulunsa başarılı olurdu. Alman Milli Takımı gibi disiplinli ve oyuncularının her biri kendini ispat etmiş olan ekibe hocalık yapmak, Adanaspor’a yapmakla aynı şey değil. Bizi küme düşürmeseydi!”