– Bir Mustafa KOÇ yazısı –
Kiminin harika futbolculuk kariyeri, kiminin ise teknik direktör olarak kupa koleksiyonu var. Çoğu zaman klişe olarak bakarız ancak yıldız futbolcudan iyi teknik direktör olur mu, ya da kötü futbolcu iyi teknik direktör müdür soruları hep sorulur. E, birçok da örneği vardır.
Her futbol sohbetinin klişe konularından biridir; ‘Yıldız futbolcudan iyi teknik direktör olmaz!’ fikri. Doğru olmayabilir. Bunu kanıtlayan birçok örnek de vardır elbet. Yine de biz temkinli olarak kesin yargılarla konuşmayalım tabii ki. Ancak teknik direktörlere özel hazırladığımız bir sayıda da bu konuya değinmezsek olmazdı elbette. İlk önce yıldız bir futbolcuyken, formayı asıp kulübeye geçenler ne yapmış ona baktık. Tabii bu kısımda birçok hayal kırıklığı mevcut maalesef. İkinci kısımda ise neredeyse profesyonel bir kariyeri olmadan harika teknik direktör olmayı başaranlara göz atık. Hiçbir profesyonel maç görmeden ulaşabildikleri seviyelere de alkış tutarak tabii.
İyi-Kötü:
Bryan Robson
Manchester Unied’a en uzun süre kaptanlık göreviyle hizmet etme onurunu hala daha elinde bulunduran adam Bryan Robson. 14 yıl boyunca hizmet verdiği Kırmızı Şeytanlar’da, kuşkusuz orta sahadaki oyunu ve liderliği ile döneminin en iyi oyuncularından biriydi. Uzun yıllar oyunca kaptanlığının yanı sıra üst düzey oyunuyla da Manchester United tarihinin en iyi oyuncularından biri olan Robson, İngiltere milli takımı için de 90 kez forma giymeyi başarmıştı.
Ancak teknik direktörlük deneyiminden böyle güzel cümlelerle bahsedemeyeceğiz maalesef. Manchester United’tan ayrıldıktan sonra kariyerine Middlesbrough’da oyuncu/teknik direk olarak devam etti. Daha sonra ise formasını asarak teknik direktör olarak Boro’nun başarısı için tüm tecrübesini ortaya koydu. Ancak bu hiç de yeterli olmadı. Bryan Robson dümenin başındayken Middlesbrough, iki kez kupa finaline ulaşmanın dışında neredeyse hiç varlık gösteremedi. En sonunda da yönetim işine son verdi. Bu periyod Robson’nun aslında en dişe dokunur işler yaptığı dönemdi. Kariyerinin geri kalanında ise teknik adamlık adına neredeyse hiçbir şey elde edemedi. Bradford, West Brom ve Sheffield United’da görev yaptıktan sonra en son Tayland Milli Takımı’nı da iki yıl çalıştıran Robson, futbolculuğun onun asıl işi olduğunu bizlere kanıtladıktan sonra teknik adamlık kariyerine son verdi.
Rudi Voller
Almanya futbol tarihinin en önemli forvet oyuncularından biriydi Voller. 90 kez giydiği milli formayla attıpı 47 gol de bunun en iyi kanıtlarından biri. Kariyerinde Şampiyonlar Ligi ve Dünya Kupası bulunan harika bir forvet olarak formasını asan Voller’in, teknik direktör olarak karşısına çıkan ilk fırsat Almanya Milli Takımı’ydı. Tabii ki bu görevi geri çevirmedi. 2000 yılında devraldığı görevi 2004’de kadar devam ettirdi. Ancak bu dönem hayal kırıklıklarıyla doluydu. Özellikle de takımın Euro 2004 performansı, tüm Almanya’yı kahretti. 2002 Dünya Kupası’nda oynanan final ve Brezilya karşısındaki hezimet daha akıllardan çıkmamışken gruptan dahi çıkamayan milli takım bardağı taşıran son damla oldu ve Voller, Euro 2004 sonra milli takımdaki görevinden ayrıldı.
Daha sonraki denemeleri ise bu kadar da akılda kalacak cinsten değildi. Roma ve Bayer Leverkusen’de de görev yapan Alman teknik adam, iki takımda da teknik adamlık konusunda neredeyse hiç ışık veremedi. Daha sonra da bu işin kendisi için doğru olmadığını fark edip teknik direktörlüğü bıraktı.
Ossie Ardiles
80’lerde Tottenham formasıyla Premier Lig’de fırtına gibi esmişti Ardiles. Arjantin Milli Takımı’yla da 1978 Dünya Kupası’nı kaldıran takımın en önemli oyuncularından biriydi. Ancak ne zamanki formasını asıp teknik direktörlük yapmaya başladı, işte o zaman futbol severler, özellikle de Tottenham taraftarları, onu sadece futbolcu olarak hatırlamak istedi.
Tüm orta sahaya hükmeden bir oyun yapısı olan Ossie Ardiles’in özellikle Tottenham’da oynatmaya çalıştığı oyun tam bir rezaletti. Jurgen Klinsmann’ın alınmasına rağmen takım orta sıraların gerilerinden bir adım ileriye adım atamadı. Uygulamaya çalıştığı ‘Kamikaze’ taktiği işe yaramıyordu. Zaten yarayacak gibi de değildi. Neredeyse orta sahada hiç adam olmadan ve beş forvetle sahaya sürdüğü takım, başarıya hiçbir zaman ulaşamadı. Bu da onun Londra’daki günlerinin sonunu hazırladı. Daha sonra seyyah gibi Japonya’dan İsrail’e kadar her yere giden ve küçük takımlar da teknik direktörlük yapmaya çalışan biri haline döndü. Futbolculuk kariyerini mumla arattı.
Paul Gascoigne
Gazza, İngiltere futbol tarihinin belki de en değerli oyuncularından biriydi. Ancak hayatında aldığı yanlış kararlar, yaşam tarzı ve başına gelen korkunç şeyler, onun hiçbir zaman gerçek değerini bulmasına engel oldu. Newcastle, Tottenham ve İngiltere Milli Takımı forasını giydiği süre boyunca potansiyelinin belki çok büyük bir kısmını izleyemedik ancak yine de onun harika bir oyuncu olduğunu aslında onda çok daha fazlası olduğunu biliyorduk.
Gascoigne, teknik direktörlük kariyeri için de çok daha fazlasını söyleyemeyiz. Çin’de oyuncu/teknik direktör olarak başladığı teknik adamlık kariyeri de hep sallantılarla geçti. Çin dönüşü Boston United’ta da aynı şekilde göreve başladı ancak katıldığı bir realite şov yönetimin tepkisini çekti. Bu programa çıkmasını istemiyorlardı ancak o katılmaya devam etti. Bu nedenden dolayı da takımdan gönderildi. Bu kez şansını Portekiz’de denemek istedi ancak orda da işler yolunda gitmeyince tekrar İngiltere’ye bu kez Kettering Town’un patronu olarak döndü. Bu ona verilen son şanstı. Bu şansı da değerlendiremedi. İşe başladıktan 39 gün sonra kovuldu. Aslında kendisine verdiği son şansı da değerlendirememişti. Ondan sonra da tüm hayatı tepetaklak gitmeye devam etti.
Ruud Gullit
Gullit’in futbolculuk kariyerini anlatmaya gerek yok herhalde. Ne kadar harika bir futbolcu olduğundan da dem vurmasak olur bence. Hollanda futbolunun yetiştirmiş olduğun en özel, en önemli futbolcularından biriydi. Milan’da Van Basten ve Frank Rijkaard’la birlikte oluşturdukları müthiş üçlüyle birlikte İtalyanlara harika yıllar yaşatmışlardı.
Aslında teknik direktörlük kariyeri de o kadar kötü başlamamıştı. Chealsea ile adım attığı teknik direktörlük kariyerinin ilk yılında Federasyon Kupasını kazanma başarısı elde etti ve Premier Lig’i 6’ıncı sırada tamamlamayı başardı. Ancak sonrası pek de iyi gitmedi. Başarılı geçirdiği ilk sezon onu görevde tutmaya yetmedi. Newcastle, Feyenoord and LA Galaxy’de de aynı senaryo devam etti. Aslında Chealsea’de de işler fena gitmiyorken kovulmasının bir nedeni vardı. O da sabırlı olmayışıydı. Oyuncularla arasında bir türlü sağlam iletişim kurup devam ettiremiyordu. Bu da bir takımda uzun süreli çalışmasına engel oldu ve Ruud Gullit’in harika bir futbolculuk geçmişine rağmen iyi bir teknik direktör olmasına engel oldu.

Topçu olmadan topçu yönetenlerin öncüsü: Arrigo Sacchi
Kötü-İyi:
Sven-Goran Eriksson
27 yaşında saçma sapan bir sakatlık nedeniyle futbolculuk kariyerini noktalayana kadar Eriksson, sadece dört takımda forma giymişti ve bu dört takım içinde çıkabildiği en yüksek seviye İsveç 2’nci ligiydi. Bir sağ bek olarak elinden gelenin en iyisini yapmıştır elbette ki ancak sahip olduğu potansiyel onu bir futbolcu olarak daha ilerisine taşıyamamıştı.
Teknik direktör olarak ise İsveçli belki de dünyanın en fazla kazananları arasına girmeyi başardı. İsvire’nin Degerfors IF takımında başlayan kariyerinde Lazio ve sonrasında İngiltere Milli Takımı ise zirve yapmayı başardı. 2000’den sonra hiç kupa kazanamamış olabilir ancak o başarısının referansı ile öyle kontratlara imza attı ki, bu zamana kadar en fazla kazanan teknik direktör olma unvanını eline geçirdi. Bu bile onun kariyerini yönlendirme şekli bakımından önemli bir başarıya imza attığını gösterir.
Guy Roux
Guy Roux’un hikayesi, futbol tarihinin en paha biçilemez hikayelerinden biri belki de. Roux futbolculuk karierinin dokuz yılını Auxerre’de geçirdi. Bu şimdi çok da fena sayılmayacak bir kariyer olarak görülebilir ancak o dönem, Auxerre’in amatör bir takım olduğunu düşünürsek, bir futbolcu için hiç de imrenilecek bir seviye olmadığını söyleyebiliriz. Ancak hikayenin asıl güzel kısmı ise ondan sonra başlıyor. 23 yaşında takımın başına geçmeye karar veren Roux, amatör bir takımı, şu an Fransa’nın en saygı duyulan takımlarından biri haline getirmeyi başardı. 3’üncü ligde aldığı takımı Lig 1’e kadar çıkarmayı başarmasının yanı sıra takımı şampiyon da yaptı. Bunun yanında da dört Fransa Kupası da kazanrak büyük bir başarıya imza attılar. Tüm bunları da takımın başında aralıksız 44 yıl kalarak başardı. Aslında bakacak olursak bir takımda şampiyonluk kazanmak bile çok zor ve büyük bir başarı iken o takımda 44 yıl aralıksız çalışmak bambaşka bir hikaye ve başarı olarak karşımıza çıkıyor.
Bill Struth
Bill Struth için birazcık gerilere gideceğiz. Futbol için karanlık çağlar olan 20’li yıllara. 1920’den 1954’de kadar tam 34 yıl Glasgow Rangers’ı çalıştırmayı başaran Struth, bu sürede İskoçya’da ne kadar kupa varsa süpürmeyi de başardı. 18 lig şampiyonluğu, 10 İskoçya Kupası, ve iki kez de Lig Kupası kazanarak toplamda 30 kupayla kariyerini tamamladı.
Teknik direktör olarak bunları başardı ancak o bir istisnayı da beraberinde getirmişti. Bill Struth’un futbolculuk kariyeri hiç olmamıştı. Futbol dünyasına Clyde’da antrenör olarak başladı. Daha sonra aynı görevle Hearts’a geçti ve en sonun da Glasgow Rangers’ın teknik direktörü olarak İskoçya’da kupa koleksiyonu yapmaya başladı.
Arrigo Sacchi
Milan ve İtalya efsanesi olan Sacchi, sahip olduğu muhteşem teknik direktörlük kariyerinin yanında, neredeyse bahsetmeye hiç değmeyecek bir futbolculuk kariyerine sahip. Bir defans oyuncusu olarak amatör bir iki kulüpte futbol oynayan Sacchi, daha sonra başladığı teknik direktörlük kariyerinde ise özellikle Milan’la Avrupa kupalarına bir dönem ambargo koymayı başardı. Uzun bir süre ayakkabı satıcısı olarak da çalışmışlığı olan İtalyan teknik adamın; “Jokey olmak için önce at olmak gerektiğini bilmiyordum.” sözü kitaplara da geçmiştir.
Carlos Alberto Parreira
Bill Struth gibi Parreira’nın da profesyonel futbolculuk kariyeri neredeyse yok. Futbol dünyasına kondisyon antrenörü olarak giren Parreira, daha sonra Brezilya Milli Takımı ile Dünya Kupası kazanma seviyesine kadar çıkmayı başardı. tabii bunu yaparken bir seyyah edasıyla diyar diyar dolaşıp çalışmadığı takım neredeyse kalmadı. Bir dönem Fenerbahçe ile anlaşarak Türkiye’de de görev yapan Brazilyalı teknik adam, Süper Lig’de şampiyon olmayı da başardı. Her iki takımda da oynattığı futbol çirkin olarak adlandırılsa da sonuç fazlasıyla güzeldi. Ancak ülkemizde başarının cezasız kalmaması, malum bir gelenektir. Şampiyonluğun ardından onun da cezası takımdan gönderilmek olmuştu.
Şimdilerde emekli bir teknik direktör olan Parreira, Brezilya Milli takımının Futbol direktörlüğünü de yaptı. Futbol aklı olarak birçok kez Brezilya’da kendisine şans da verildi elbet. Bu da onu, Dünya Kupası tarihinin en fazla görev yapan teknik direktörlerinden biri yaptı.