Geçtiğimiz günlerde böbrek kanseri yeniden nükseden ve futbolseverleri üzen efsane İngiliz kaleci Gordon Banks’in, önceden verdiği birkaç röportajından önemli kısımlarını derledik ve özellikle 1966 ve 1970 Dünya Kupaları’nda yaşananları mercek altına aldık.
Kaleci olarak hem kulübün hem de milli takım adına uzun ve şöhretli bir kariyerin oldu, bugün geçmişe baktığında bu kariyeri nasıl özetlersin?
Kendimi çok talihli biri olarak addederim ve dolaylı olarak da şanslı, çünkü Sheffield’daki çocuklar için oynamış ve iki maç sonra bırakmıştım. Babam beni Noel’de okula götürdü ve “Takımda kalacaksam beni sezon sonuna kadar bırakacağını, çünkü aile için para kazanmam gerektiğini” söyledi. Çok fakir bir aileydik. Sonuç olarak ilk işim henüz 15’inde, yerel kömürleri poşetlemekti. Kömürleri çuvalların içine kürekle atar ve sonra kilerlere bırakırdım, böylece insanlar ısınmak için kullanırlardı. Kardeşim David bir şantiyede çalışıyordu ve bana da orada bir iş buldu. Duvar ustasının yanında çıraktım ve genelde beni ucuz işçi olarak çalıştırırlardı. Hendek kazar ve çimento karıştırırdım. O zaman farkında değildim ama vücudumun üst yarısı bu sayede çok gelişti. Sheffield United ya da Wednesday’in maçlarını izlemeye giderdim çünkü futbolu seviyordum, cumartesi günleri iki takımdan biri mutlaka ev sahibi olurdu. Cumartesi günleri biraz fazla mesai yapar ve hemen maç izlemeye koşardım. Bir cumartesi günü otobüsü kaçırdım ve “Gitmemin anlamı yok, ilk yarıdan önce varamam” diye düşündüm. Böylece mahalli takımın maçını izlemeye karar verdim, oturduğum yerin hemen köşesinde, çocukken top oynadığımız yerdelerdi. Yarım düzine oyuncu ısınıyordu ve bir adam gelip bana “Okuldayken kalecilik yapardın değil mi?” diye sordu. Ben de “Evet, neden?” diye yanıtladım. “Oynamak ister misin, kalecimiz henüz ortalarda yok” dedi. Ben de sahaya çıktım ve oynadım. Maçtan sonra bana “Düzenli olarak oynamak ister misin, kalecinin ne zaman döneceğini bilmiyoruz” dedi. İşte bu şekilde oynamaya başladım. İnanılmaz bir şeydi.
1966’da Dünya Kupası’nı kaldıran İngiltere takımının anahtar oyuncularındandın. Tüm bu olanların ortasında yer almak nasıl bir duyguydu?
Harikaydı, gerçekten inanılmazdı. Böyle bir turnuvaya katılırken neler olacağını asla kestiremezsiniz, hiçbir fikriniz yoktur. Biraz talihliydik, 12 ya da 15 maç üst üste hiç kaybetmemiştik ve bu bize önemli ölçüde güven veriyordu. Yine de “Kupayı kazanacağız” diyemiyorduk. Her maçı tek tek ele almaya çalıştık, finale doğru yaklaştıkça “Hadi, gerçekten de orada olmak istiyoruz” demeye başladık. Seyircilerin çıkardığı gürültüyü dinlerken soyunma odasında beklersin ve titrersin. Ailemin beni izlemesi de harikaydı. Unutamayacağım bir şeydi, muhteşemdi.
Fakat İngiltere takımının 1966’dan beri aynı başarıyı yakalayabildiğini göremiyoruz, sence neden?
Neler olacağını bilemezsin çünkü herkes, bu özel kupayı kazanabilir. Bir takıma karşı oynar ve “Bu çocuklar iyiymiş” diye düşünürsünüz fakat kimse diğer takımların da maç kazanabileceğini bilmez. Futbolda büyük bir ülke olmayabilirler fakat maç kazanıp, iyi oynayabilirler. Bizim için, finale kadar gelmek ve sahanın etrafında kupayla koşmak müthişti.
Brezilya deyince aklına Meksika 70’deki sıcak hava koşullarında yaptığınız maç geliyor olmalı…
Kesinlikle öyle. Çok iyi bir takımdık ve kazanacağımıza inanıyorduk. Gerçekten! Tanrım, o sıcak. Çok zordu. Fakat Sir Alf Ramsey müthiş bir menajerdi ve her şeyi doğru yaptığından emin olurdu. Brezilya ile öğle saatlerinde oynadık ve güneş tam tepemizdeydi. O da bizim hazır olmamızı istiyordu. Birkaç gün öğle saatlerinde antrenman yaptık ve bu şartlarda oynamaya alıştık. Her antrenman seansında 2-3 kilo kaybediyorduk ve o da otobüsün hareket etmesinden otele gidişimize kadar yeterince soğuk su içtiğimizden emin olmaya çalışırdı.
Fiziksel olarak bu sıcaklığa ve neme nasıl tepki gösteriyordun?
Alışmanız gerekiyordu, yapmanız gereken buydu. Zihinsel olarak şut antrenmanları esnasında kendime “Evet Gordon, kriket mevsiminde sezon öncesi hazırlıklarına dönmek gibi bir şey. Zemin kaya sertliğinde, kaleci olarak sen de havaya sıçrayıp o zemine inmek zorundasın. Yapabilirsin, yapmaya alışmalısın” diyordum. Bu nedenle her defasında kendimi hazır hissettim. Çalışmaya başladım, çalıştım, çalıştım ve tabii ki daha çok çalıştıkça, topun sahada nasıl sektiğini daha iyi gördüm. Biri topa vurduğunda nasıl sekeceğini, ne kadar yükseklik kazanacağını daha iyi gördüm. Bu da Pele’ye karşı yaptığım kurtarışta bana yardımcı oldu.
Bu kurtarış hakkında düşünmek seni yormuş olmalı…
Hayır, açıkçası çok gururlu ve keyifliydim… Elbette pozisyondan sonra! O an ayağa kalkıp “Oh, şanslıydım. Üstten dışarı gitti” diye düşünmüştüm. Oyuna devam ettim ama sonrasında televizyonda izleyince çok gururlandım. O an skor 0-0’dı ve hayatımda gördüğüm en büyük oyuncuya karşı böyle bir kurtarış yapmak benim için çok özeldi. Bu kurtarış bizi maçta tuttu. En sonunda 1-0 mağlup olmamız çok üzücü.
Meksika 70 belgeseli esnasında Four Four Two, senin top diğer yarı sahadayken kale direğinin yarattığı gölgede durduğuna dikkat çekmişti. Bu gerçekten işe yaradı mı?
Onca yıl boyunca güneş tam tepemdeyken futbol oynadığım tek zaman oydu. Gölgem ayaklarımın etrafında çember oluşturacak kadar küçüktü. Bu daha önce hiç başıma gelmemişti.
O dönemki Brezilya takımı ne kadar iyiydi?
Benim için Brezilya (1970), tarihin en büyük futbol makinesiydi. Göze hoş gelen hareketler, düzgün paslar, mükemmel bitiriş. Muhteşem. Dünya klasında beş oyuncuları vardı.
Harikalardı. Gruptaki diğer takımlarla yaptıkları maçlarda, tribünde oturup onları izlemek harikaydı fakat sonra onlara karşı oynamak çok hoş olmadı. Uzun ve kısa paslarla topun hep arkasındalardı, sayısız şans elde ettiler. Fakat yine de kaybettiğimiz için şanssızdık.
Dünya Kupası’nda gördüğün en tehlikeli oyuncu kimdi?
Garrincha, Brezilyalı kanat oyuncusu, inanılmazdı. Çekoslovakya’ya karşı bir maçta Çekler, ondan korkmuşlar ve takımda üçten fazla oyuncu kendi tuttukları oyuncuyu bırakıp onun peşinden koşmuşlardı ama Garrincha onların hepsini yine de geçebilirdi! Dürüstçe söylemem gerekirse o harika bir oyuncuydu, çok özel yetenekleri vardı. İngiltere’de gördüğümüz tüm sağ kanat oyuncularının da üstündeydi. Hayatımda gördüğüm en iyi kanat oyuncusuydu, buna şüphem yok.
Dünya Kupası’nda gördüğün en sert oyuncu kimdi?
Antonio Rattin, Arjantinli orta saha ve 1966’da takım kaptanı. Topun üzerinden kasten oyuncuları sakatlamaya çalışırdı ve yaptığı şeyi pek umursamazdı. Yaptıkları onda pek değişiklik yaratmadı, pis ve yaramaz bir oyuncuydu. Çeyrek finalde bizimle oynadıklarında çok çirkin hareketlerde bulundular, inanamamıştım. Aslında inanmalıydım çünkü onları televizyonda izlemiş ve aynı şeyleri diğer takımlara yaptıklarını görmüştük. Sonuçta hazırdık ama biri o şekilde sana dalarsa ne yapabilirsin? Belki sadece topa biraz daha geç müdahale etmeye niyetlenirsin!
*Bu röportaj; Four Four Two, Female First, Dailymail ve Askmen UK’den derlenmiştir.