
Metin Akpınar ve Osman Arpacıoğlu, küçük bir çocuğa futbolu sevdirdi. Nasıl mı? Buyurun Sinan ve Mustafa’nın hikâyesine…
“Ben bugün gelmesem olmaz mı?” teklifi, babası tarafından zarif bir şekilde geri çevrildi. Mustafa’nın futbola karşı pek de sıcak olmayan yaklaşımı, babası Sinan’dan pek de kabul görmezdi zaten… Çocuğunun sinemaya olan merakının da hakkını veren Sinan, yegâne hobisi futbolu da Mustafa’nın damarlarına inatla zerk etmeye çalışıyordu. Mithatpaşa (İnönü) yollarını her Fenerbahçe maçından evvel aşındıran baba, oğlunu da muavin koltuğuna yerleştirmişti.
Oğlunun itirazlarını, Alpaslan Eratlı misali usta bir hareketle savuşturan Sinan, Mustafa’yı bir kez daha ikna etmiş ve 7 Nisan 1974 öğleninde Mithatpaşa yollarına koyulmuşlardı. Oğlunun asık suratında biraz da olsun tebessüm görmek isteyen baba, günün ilk futbol muhabbetini açtı:
– Mithatpaşa’da pek de iyi değiliz be Musti! Son maçlarda bir tek Galatasaray’ı yenebildik. Gerçi yeter de artar bile ama şampiyonluk için iç sahada maç kazanmak lazım.
Mustafa, hiç saha içine bulaşmadan babasını düzeltti:
– Orası artık Mithatpaşa değil, İnönü Stadyumu! Gazete okumuyor musun hiç!
Hakikaten bir ay önce alınan kararla eski ismine kavuşmuştu stadyum. Sinan, bıyık altından gülerek cevapladı.
– Eşek herif, ağız alışkanlığı işte. Sen futboldan haber et…
Dokuz yaşına girmesine aylar kalan Mustafa, asık suratı ve kâğıttan yapılma Fenerbahçe şapkası ile cevap vermeden yürümeye devam etti. Sinan ise son sürat futbol sevdirme çabalarına…
– Bugün n’olur maç? Cemil, kesin atar bir tane. Osman’dan da ümitliyim bugün.
– “Görürsün Kayseri yenecek Fenerbahçe’yi” dedi huysuz ufaklık.
Gümüşsuyu’ndan ağır ağır aşağı inen ikili, İnönü Stadyumu’na vardı. Bilet kuyruğuna girdiklerinde, babasının sohbetlerine haksızlık ettiğini anladı küçük Mustafa. Sağdan, soldan, arkadan, önden buram buram köfte ve futbol kokusu yükseliyordu Dolmabahçe semalarına…
– Galatasaray’ın tökezleyeceği belliydi be abi!
– Esas Bolu’ya ne demeli! Ne takım kurdular be! Ama İstanbul takımlarıyla baş edemezler!
– Bugün iki tane Cemil atar, bir tane de Osman…
– Didi, şu Ersoy’da ne buluyor yahu! Aslanlar gibi Fuat vardı…
Futboldan iyice bunalan Mustafa, o gün ilk kez gülümsedi ve babasına doğru bir bakış fırlattı. Sinan, oğlunun talebine hazırdı:
– Ne istiyorsun kerata?
– Baba, bu hafta maça geldik, haftaya da sinemaya gideceğiz. Tamam mı?
– Haftaya olmaz oğlum. Ama ondan sonraki hafta söz! Önce Fener maçına, sonra da sinemaya gideceğiz.
Mustafa, o gün ilk defa mutlu olmuştu. Maça da bu sevinçle girdi. On binlerin uğultusu, sinema salonu hayaliyle ninni gibi gelecekti ufaklığa artık. Turnikelerden geçip, deniz tarafındaki kale arkasında yerlerini aldılar. Artık Cemil, Osman, Alpaslan’ın gösterisini, babasının omuzlarında izleyecekti; pek de gönüllü olmasa da…
Fenerbahçe, Kayserispor engelini Kamil ve Osman’ın golleriyle 2-0’lık skorla aşıp, liderliği Boluspor’dan almıştı. Sinan, şampiyonluğun geleceğine iyiden iyiye inanmanın da verdiği mutlulukla oğlunu omuzlardan indirmek bilmedi. “Ya ya ya şaşa şaşa Fenerbahçe çok yaşa!” tezahüratları, Gümüşsuyu’na kadar devam etti. Babasının mutluluğuna Mustafa da eşlik ediyordu bu sefer; fakat onun sebebi farklıydı.
Maçın devre arasında sahaya giren komik adamlar ve onların peşinden koşturan kameramanlar, onu çok eğlendirmişti. Özellikle hafif kilolu, bıyıklı adamın, Osman Arpacıoğlu ile yaptığı muhabbet onu epey meraklandırmıştı: “Acaba ne konuştular” diye düşündü uzun uzun. Diğer taraftarların, “Film çekiliyormuş, filmin içinde bizim maç da kullanılacakmış. Ondan bu kameralar…” bilgisi, Mustafa’nın merakını bastırmaya yetmemişti. Bu filmi ne yapıp edip izlemeliydi. İki tarafın da mutluluk nedenleri farklıydı ama baba oğul sırıtarak girdiler evlerine…
Tarih 24 Nisan 1974. Sinan, verdiği sözü tutmak adına o gün Yedikule’deki dükkanını erkenden kapadı ve okuldan dönen Mustafa’yı almak için son sürat eve doğru yola koyuldu. Hedef, evin yakınlarındaki Kısmet Sineması’ydı. Sinan, hem işinden hem de Fenerbahçe’nin A.Piteşti ile oynayacağı maçtan feragat etmişti. “Romenleri Avrupa’da eledik zaten, özel maçın tadı olmaz.” sözleriyle avuttu kendini. Zaten eve vardığında, futbola ait her şeyi unutmuştu.
Babasının geç de olsa sözünü tutması Mustafa’yı mutlu etmişti. Hızlıca giyindi ve babasının maçlarda görmek istediği bir performansla bağırdı: “Haydi baba, gidelim!”. Kahramanlarımız, Kısmet Sineması’nda bilet kuyruğuna girdiler. Fakat bu kuyruk, İnönü’dekilerin yanında hiçbir şeydi. Mustafa, kocaman bir tebessümle sordu:
– Hangi filme gideceğiz?
Sinan, oğlunun gülüşünün de verdiği heyecanla:
– “Salak Milyoner” diye bir film varmış. Çok komikmiş. Bizim kahveci Cevat’ın çırağı var ya, Adnan ağabeyin. Onlar gitmişler, çok gülmüşler.
Mustafa, daha da heyecanlanmıştı. Biletleri aldıkları an koşar adım salona doğru ilerledi. Maçlarda bulamadığı konforu, sinema salonunda bulan ufaklık, koltuğuna kuruldu ve filmi beklemeye koyuldu…
Tıpkı bir stadyum seansı gibi 90 dakika sürdü beyazperde büyüsü. Filmde özellikle Saffet karakterinin saflıklarına kahkahalar atan Mustafa, filmin bir bölümünde ise heyecandan yerinde duramadı. Yaklaşık bir saatlik bölümün sonunda tünel kazmayı meslek haline getiren kafadarlar, bir anda İnönü Stadyumu’nun çimlerinde belirivermişti. Oynanan maç, Mustafa ile babasının da canlı canlı izlediği Fenerbahçe – Kayseri maçıydı. Büyük bir telaşla, beyazperdeye koşmak istedi ama babasına bakarak sırıtmakla yetindi. O andan itibaren futbolla arasındaki buz dağlarında erimeler husule gelmişti. En çok merak ettiği şey olan Osman Arpacıoğlu ile iri amcanın (Metin Akpınar) muhabbetini de öğrenmişti hem. Adam veryansın ediyordu:
– Yaktın Gayseri’yi Osman ağabey!
“Bay Gol” Osman Arpacıoğlu, yeşil sahalardaki fırsatçılığını, dublajlı da olsa kamera önünde de konuşturuyordu:
– Ne yapayım kardeşim! Benim vazifem gol atmak, biliyorsun…
Film bittiğinde bir futbolsever olarak salondan çıktı doğuştan sinema sevdalısı Mustafa. Sinan, oğlunun yüzündeki mutluluğun da tesiriyle, neşeli bir tavırla sundu teklifini:
– Eve kadar yürüyelim mi Musti, ne dersin?
Mustafa’nın aklı hala filmdeydi. Kendi kendine mırıldandı:
– Adamın vazifesi gol atmakmış…
Sinan, oğlundaki futbol sevgisinin kıvılcımlarını duymazdan gelerek sordu:
– Ne dedin paşam?
Müptedi futbolsever cevapladı:
– Fener’in bir dahaki maçı ne zaman baba?
Not: Sinan ve Mustafa karakterleri hayal ürünüdür…












