Toz pembe doksanlar, futbolun evine geri dönüşü, harika geçen bir turnuva ve Möller’in maç sonu pozu. Bir İngiliz hikayesi için tüm parçalar hazırdı. Sonunda hepsi bir araya gelip birleştiğinde ise harika bir kara komedi ortaya çıktı.
Euro 96’da İngiltere, 30 yıllık acıyı dindirmeye çok yaklaşmıştı. Wembley’de, Almanya ve ev sahibi İngiltere yarı final maçını uzatmalar da dahil 1-1’in ötesine götüremediler. İtalya 90’dan altı yıl sonra iki taraftan galip olanı yine penaltı vuruşları belirleyecekti.
İlk beş atış sonrası durum 5-5’e geldi. Seri atışlar için İngiltere’de topun başına Gareth Southgate geçti. Vuruşu o kadar kötüydü ki, yıllar boyunca neden daha sert vurmadığı kendisine soruldu. Topu kalenin sol tarafına yerden nişanlamıştı. Alman kaleci Köpke penaltıyı kurtardı. Southgate, yarı saha çizgisine başı önde dönerken Almanya’nın kaptanı Andreas Möller atışı kullanmak için hazırlığını yapıyordu. Kaptan, ikinci yarının sonlarına doğru sarı kart görmüş, final maçı için cezalı duruma düşmüştü. Kahramanlık için artık tek bir anı vardı. Ceza sahası yayına kadar sakince gerildi. Sert bir vuruşla topu, kalenin tam ortasından tavana nişanladı. Seaman’ı avladı. Top ağlarla buluşur buluşmaz kale arkasındaki çizgi boyunca koşmaya başladı. İngiltere taraftarının önünde durdu. Eller belinde, kafa hafif sola eğik, mağrur ve gururlu bir poz verdi.
İngiltere’nin 30 yıllık acısı dinmedi. Aksine altı yıl önce İtalya 90’da Almanlara karşı açılan yara daha da derinleşti. ‘Futbol Evine Dönüyor’ sloganıyla çıkılan ve o maça kadar çok da iyi giden her şey birden tekrar alt üst oldu. İngiltere, büyük bir heyecanla girdiği doksanlara ve değişimin tam da ortasında birden hüzne boğuldu.
Hızlı Doksanlar
1979’dan 90’ların ortasına kadar İngiltere’yi yöneten Muhafazakar Parti, halk üzerindeki tahakkümü ile artık sıkıcı olmaya başlamış ve popülaritesi de giderek azalmıştı. ‘Demir Leydi’ Margaret Thatcher ve hemen ardından göreve gelen John Mayor, artık çağın gerisinde demode olarak görülmeye başlanmıştı. Tam da bu dönemde İşçi Partisi’nin başına seçilmiş, genç ve İngiltere’nin kurtarıcısı olarak görünen bir lider adım adım başbakanlık için gün saymaya başlamıştı. Tony Blair’in, seçimler olur olmaz kazanacağına artık kesin gözüyle bakılıyordu. Ki bu gerçekleştiğinde; Blair, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra doğmuş ilk ve 1812’den bu yana İngiltere’nin en genç başbakanı olacaktı. Bu iki ayrıntı da tam da dönemin ruhunu yansıtıyordu.
Doksanların hemen başından sonra Ada’da bir iyimserlik havası esmeye başlamıştı. İngiliz popüler kültürü kendine genişlemek için büyük bir alan buldu. 60’lı yıllardan esinlenerek evrimleşen sanatsal çalışmalar büyük hız kazandı. Müzik elbette başta geliyordu. ‘Britpop’ dönem için büyük bir üretim zenginliği yaşamaya başladı. Başı da Spice Girls, Suede, Blur ve Oasis çekiyordu. Onların önderliğinde Ada’ya iyimserlik ve coşku yayılıyordu. Yetmişlerin ve seksenlerin sıkıcı ve çalkantılı havasından sonra bu tüm ülkeye çok iyi gelmişti. Bu döneme Cool Brtitanya adı verildi. 1967’de piyasaya çıkan Bonzo Dog Doo Dah Band’in bir şarkısında geçen bu söz o dönemin ruhunun 90’larda yeniden can bulmasına ithaf edilmişti. Genç kültürünün bir kutlaması olarak da yorumlanmış olması, özellikle bunalımlarla ve sıkıcı geçen bir önceki dönemlere başkaldırı niteliğindeydi.
Bu akımdan elbette ki futbol da etkilendi. 80’lerdeki o karanlık havadan, Heysel ve Hillsborough’un getirdikleri sonrasında tekrar futbol için de ayağa kalmanın zamanı gelmişti. Özellikle Avrupa kupalarından yıllarca uzak kaldıktan sonra imajı da düzeltmek gerekiyordu. Oyun, onun ticari imajını değiştirmek, seçkinleştirmek ve tekrar taraftara satmak isteyen adamların eline geçti. Onlar da İngiltere’deki futbolun çehresini değiştirmeye başladılar. 1992’de Premier Lig kuruldu. Birden oyun dönüşmeye ve artık ada dışından da daha fazla ilgi çekmeye başladı. Oasis de sahnede Manchester City formaları giymeye başladı. Dönemin ruhu tüm adada her alanda iyice hissedilmeye başlamıştı. İngiltere’nin, Euro 96’yı düzenleyeceği açıklandıktan sonra da işin boyutu giderek büyüdü. Pop kültürünün tavan yaptığı bu dönemde her şey bundan nasibini alacaktı. David Baddiel ve Frank Skinner adlı iki komedyen oturup turnuvanın sloganını kullanarak Three Lions adlı bir şarkı yazdı. The Lightning Seeds grubu da çaldı ve birlikte bu şarkıyı kaydedip klip yaptılar. Three Lions, İngiltere Futbol Takımı’nın amblemindeki üç aslana atıftı. Şarkının da ana teması ‘Futbol Evine Dönüyor’du. Şarkı tuttu. O kadar büyüyüp, öyle bir etki yaratmıştı ki İngiltere’deki müzik listelerinde birinci, Avrupa müzik listelerinde ise sekizinci sıraya kadar yükselmeyi başardı. Sonra dalga dalga tüm ülkedeki futbol taraftarlarının diline pelesenk oldu. Futbolun evine dönmesi için Ada’da her şey artık hazırdı. Tüm bu ortamda ve havada hakim olan iyimserlik ve tutkuyla İngiltere’nin en son 30 yıl önce Wembley’de kaldırdığı Dünya Kupası’nın yanına bir kupa daha eklenmesi gerekiyordu.
Futbol Evine Döndü
Futbol evine yeniliklerle dönmüştü. 10’uncu Avrupa Şampiyonası ilk kez 16 takımla oynanacaktı. UEFA turnuvayı genişletme kararı almıştı. Bir diğer yenilik de grup aşamasında kazanan takımların artık üç puan almasıydı. Daha önce galibiyete iki puan veriliyordu ancak Avrupa’da ve dünyada üç puan sisteminin artık yaygınlaşmış olması nedeniyle UEFA bu turnuvada da üç puan sistemine geçilmesi kararı almıştı.
Ev sahibi İngiltere müthiş bir havayla Euro 96’ya giriş yapmaya hazırlanıyordu. Bütün maçların biletleri tamamen tükenmemişti ancak ilgi çok fazlaydı. Öyle ki turnuva sonunda Euro 96 tüm zamanların en çok izlenen ikinci Avrupa Şampiyonası olmuştu.
İngilizler, grup aşamasına tutuk başladılar. İsviçre ile sert geçen maç 1-1 bitmişti. İkinci maç ebedi dost ezeli rakiple oynandı. İskoçya’ya karşı alınan 2-0’lık galibiyet hem takımı hem de taraftarı rahatlattı. Grubun son maçı ise Hollanda’ylaydı. Portakalları 4-1’lik bir skorla yıkıp grubu birinci tamamladılar. Her şey mükemmel görünüyordu. Bütün İngilizler dans ediyordu ve hepsinin kulağında Three Lions şarkısı çalıyordu. İkinci turda İspanya ile eşleştiler. Golsüz biten maç İngilizleri kaçtıkları bir gerçekle yüzleştirdi. Maç penaltılara gitmişti. 90 Dünya Kupası’ndan sonra bu ilkti. Ancak soğuk kanlılıklarını korumayı başardılar. 90 Dünya Kupası’nda Almanya’ya karşı penaltıyı kaçıran Stuart Pearce sorumluluk aldı ve üçüncü penaltıyı kullandı. İspanyollarda daha sadece bir penaltıyı gole çevirebilmişti. Pearce, golde sonra muhteşem bir rahatlama anı yaşadı. Yumruğunu sıktı, büyük bir çığlık attı. Sonra da taraftarla barışma anı… Paul Gascoigne de İngilizleri yarı finalde Almanya’ya rakip yapan atışı gerçekleştirdi.
Yarı final günü neredeyse bütün İngiltere o şarkıyı söylüyordu. Almanya geçilecek ve hem altı yıl öncesinin yarası sarılacaktı hem de futbolun evinde kupaya ulaşma hedefi için bir engel daha aşılacaktı. Maça ev sahibi hızlı başladı. Paul Ince, üçüncü dakikada uzaklardan harika bir şut çıkardı. Alman kaleci Köpke, güçlükle topu kornere çeldi. Kullanılan köşe vuruşunda ise turnuvanın golcüsü Alan Shearer, kafayla topu ağlara göndermeyi başardı. Sonrasında ise İngilizler, Almanları durdurmak için tüm sertliklerini kullanmaya başladılar. Hakemin gösterdiği müsamaha ile de bunu maçın genelinde uygulamaya devam ettiler. Fakat Almanlar vaz geçecek gibi değillerdi. Çok da geçmeden Stefan Kuntz’la skoru eşitlemeyi başardılar. Sonrasında oyun biraz dengelendi ve ilk yarı bu skorla sona erdi. İkinci yarı daha çetin ve çok sağlam bir maç halini aldı. Bu bölümde her ne kadar Almanlar da pozisyonlar yakalasa da İngiltere ikinci yarıda oyunu domine etti. Ince ve Helmer iki taraf için de golü deneyen isimlerdi. Gascoigne ise iki kez gole en fazla yaklaşan isim oldu ancak skoru değiştiremedi ve maç uzatmalara gitti. Uzatmaların hemen başında İngiltere eşitliği bozma adına çok büyük bir fırsat yakaladı. McManaman sağ taraftan çizgiye inmeyi başardı. Almanya defansı dengesiz yakalanmıştı. Yerden ön direğe çıkardığı topa, Anderton vurdu. Top kaleci Köpke’den de sekerek direkte patladı ve tekrar Alman kaleciye geri geldi. Daha sonra Seaman, Möller’in uzaktan bir şutunu güçlükle kornere çeldi. Kuntz kornerden gelen topa iyi yükseldi ve golü yaptı ancak hakem öncesinde faul olduğu gerekçesiyle golü vermedi. Shearer’ın ortasında ise Gazza bu kez santimlerle golü kaçırdı. İki taraf, uzatmalarda da eşitliği bozamadı ve penaltı atışlarına geçildi.
Shearer, Platt, İspanya maçından sonra bu maçta da tekrar sorumluluğu geri çevirmeyen Pearce, Gascoigne ve Sheringham penaltı atışlarını gole çevirmeyi başardılar. Almanlar da öyle. Böylelikle durum 5-5’e geldi. Sonra Southgate, Köpke’nin sağına çok yavaş ve kötü bir vuruş yaptı. Aslında o vuruş yapıldığı anda sonun ne olacağı belli olmuştu. Köpke vuruşu kurtardı. Sıra Almanlarda kaptan Möller’e geldi. Möller, vuruşunu gole çevirdi ve İngilizleri hüsrana uğrattı. Sonrasında da tribünlerin karşısına geçip verdiği ikonik poz ise bu parıltılı hikayenin sonuna muhteşem bir imza oldu.