Gianni Rivera, 1969’da Ballon d’Or’u kazandı. Bu, birçok kişi için beklenen bir zaferdi. Neticede o yıl oynadığı Ajax maçı, onun kariyerinin hatta İtalyan futbol tarihinin altın günlerinden biri olarak kayıtlara geçmişti.
19 Nisan 1970… San Siro Stadı, Milano… İtalyan futbolunun en görkemli günlerinden biri yaşanıyordu. Ligin ‘gariban’ takımlarından Cagliari, ülke futbolunun en büyük sahnelerinden birine çıktığında, afili bir rütbesi vardı: İtalya şampiyonu. Dünya futbol tarihinin en büyük sürprizlerinden birine imza atan Sardunya ekibi, yıldızları Gigi Riva önderliğinde şampiyonluğu garantilemiş taraf olarak ligin bitmesine gün sayıyordu. Ligde iddiası kalmayan Milan’da Cagliari’nin ve Riva’nın gösterisinden rol çalmayı başaracak biri vardı: Gianni Rivera. 1969’da ‘Avrupa’da Yılın Futbolcusu’ seçilen ‘Altın Çocuk’a ödülü ilginçtir yaklaşık dört ay sonra bu maçtan önce takdim ediliyordu. Oylamada ikinci sırada kalan Gigi Riva, en azından seremonide ‘kazanan’ taraf değildi…
Aralık 1969, Milano… Telefonun diğer ucundaki ses, aslında ona büyük bir müjde vermiş, France Football’un anketinde, Avrupalı spor yazarlarından en yüksek puanı aldığını söylemişti. ‘Altın Çocuk’ sahadaki gibi istifini pek bozmadı: “Tamam, teşekkür ederim!” Gianni Rivera, 1969’da Ballon d’Or’u kazandığından böyle haberdar oldu. Onun için önemsizdi belki ama bu, İtalyan futbolunun dirilişinin simgelerinden biri olacaktı… Belki de onun ödülü almasındaki en mühim etken, birkaç ay önce Avrupa Kupası finalinde Ajax karşısında oynadığı futboldu. O maç, Rivera’nın kariyer anlarından biriydi…
Gianni Rivera, henüz çocuk yaşta ülkenin futbol efsanelerinden Silvio Piola’nın dikkatini, bir yerel turnuvada çekmişti. Daha sonra profesyonel oldu ve İtalya’nın iddiasız takımlarından Alessandria’nın formasını giydi. Mavi-beyaz formayla çıktığı bir maçta Milan teknik ekibinden Giuseppe Viani’nin radarına takıldı. Viani, “Çok sis vardı, sahadaki Rivera mı yoksa Schiaffino mu anlamadık” sözleriyle genç yıldızı övecek ve yöneticilere mutlaka transfer edilmesi yönünde bilgi sunacaktı… Milan’a transfer olduktan kısa süre sonra ise hayatının en büyük şanslarından biriyle yolu kesişti; Katenaçyo’nun ilk uygulayıcılarından Nereo Rocco, Milan’ın başına geçmişti. Önce şampiyonluk kazandı, sonra Şampiyon Kulüpler Kupası’nı… Benfica karşısında Jose Altafini ile zafere ulaşırlarken, Brezilya’yı kaleciyle karşı karşıya bırakan pas Rivera’dan geliyordu. 20 yaşındaki genç orta saha, o sene Lev Yashin’in ardından Ballon d’Or’da ikinci sıradaydı. Fakat Rocco, o yaz Torino’nun başına geçince, Rivera’nın ve Milan’ın suskun günleri de başladı…
1964, ezeli rakip Inter’in yılı oldu. Helenio Herrera önderliğinde Katenaçyo’ya yeni soslar katarak Avrupa’nın zirvesine çıktılar. Ertesi yıl yine tahtlarındaydılar… Rivera’nın performansı tartışılılmaya başlamıştı. 1966 Dünya Kupası’ndaki Kuzey Kore şokunda, sorumlulardan biri olarak gösteriliyordu. Özellikle İtalyan basınının ‘Don’u Gianni Brera tarafından fiziksel noksanlıkları sayfalara taşınıyor, ideal bir İtalyan futbolcu kalıplarında olmadığı yazılıyordu… 1967 yeni bir sayfa demekti…
Rocco, o yaz Milano’ya döndü ve yine kırmızı-siyahlılarda direksiyonun başına geçti. “Rocco, iyi bir taktisyendi ama bir yandan da sevecen bir adamdı. Yumuşak karakterliydi, insanları severdi. Bunun sonucunda da insanların inancını kazanmıştı. Bunun sonucunda da futbolcuların inancını kazanmıştı. Benim abim gibiydi mesela. Döndüğünde beni kaptan yapmıştı. Ağzımla değil, ayaklarıma kaptanlık yapmam gerektiğini söylerdi…” Gianni Rivera, ‘abisi’ antrenör Rocco’yu bu sözlerle methediyordu. Rocco ise eleştirilerden boğulan Rivera’yı huzura kavuşturmanın yollarını aramaya başlamıştı. Brera’ya “O bizim Stalingrad’ımız” diyor, mücadeleyi dayalı Serie A’nın sert ortamında, Rivera’yı saha içinde korumanın yollarını arıyordu. Buldu da… İtalyanların ‘Mediano’ adını verdiği, sahada basmadık yer, vurmadık rakip bırakmayan defansif orta saha oyuncuları, birçok takımın 11’inde vardı ve genelde tek mediano ile sahaya çıkıyorlardı. Rocco, Rivera’yı korumak adına bu sayıyı ikiye çıkardı. ‘Rivera’nın üçüncü ciğeri’ Lodetti ile Trapattoni, ‘pis işleri’ yapıyor ve topu kapıp bir an önce oyun kurucuları Rivera ile kazandırmayı hedefliyordu… Plan tuttu da… Milan, 1967-1968 sezonunu şampiyonlukla kapadı. Sırada bir kez daha Şampiyon Kulüpler Kupası vardı…
Celtic ve Manchester United gibi birkaç yıl önce kupaya uzanmış takımları eleyen Milan, 28 Mayıs 1969 günü, Ajax’ın karşısına çıktı. Rinus Michels’in çalıştırdığı Ajax, Avrupa’nın parlayan yıldızıydı ve birkaç yıl sonra dünyaya hükmedecek Johan Cruyff’un yeni yetme günleriydi… “Dikkat edilmesi gereken tek adamları vardı: Cruyff” Gianni Rivera, o günü bu sözlerle hatırlamış ve maç öncesi ne kadar rahat olduklarını röportajlarında da defalarca tekrarlamıştı. Hatta 1995’te Hollanda menşeili NRC’ye verdiği röportajda biraz fazla umursamaz davrandığının ipuçlarını da vermişti: “Beni tutan sarışın bir çocuk vardı…” ya da “Antrenör kimdi? Michels mi? O takımlarının başında o mu vardı? Onları sonradan hayranlıkla takip ettim ama o gün başlarında Michels mi vardı, cidden hatırlamıyorum…”
Aslında hatırlamaması normaldi bir bakıma, o gün sahanın iki yıldızı vardı, İtalyan forvet Pierino Prati ve Gianni Rivera… Cruyff veya Keizer’in driplinglerini beklenirken oyunun ilk anından itibaren orta sahaya hükmeden Rivera olmuştu. Topu aldı, metrelerce sürdü ve akıllı paslarla Rocco’nun şimşek hızındaki hücum planlarının mimarı oldu. Pierino Prati’nin ikinci golündeki topuk pası ve son golde Sormani ile verkaça girdikten sonra Prati’nin kafasına teslim ettiği asist, onun zarafetinin simgeleriydi… Milan, maçı 4-0 kazandı ve Rivera, Rocco’nun sisteminde gerçek bir ‘Stalingrad’ olduğunu kanıtladı…
Avrupa şampiyonu Milan’ın beyni olarak Ballon d’Or’u kazanması şaşırtıcı değildi belki de ama 2. Dünya Savaşı sonrasında bir türlü çıkış yakalayamayan İtalyan futbolunda, Inter ve Milan’ın Avrupa’nın zirvesine çıkmasıyla yeşeren umutlar, Rivera’nın bireysel zaferi ile iyice gerçeğe dönüşmeye başlamıştı. İtalyanlar nihayet bir yıldız çıkarmıştı (Omar Sivori de Ballon d’Or kazandı ama aslen Arjantinliydi ve sonradan İtalyan vatandaşı olmuştu.)
Gianni Rivera kariyer zirvesine çıksa da tartışılan adam olmaktan kurtulamadı. 1970 Dünya Kupası’nda birçoklarına göre en büyük problemdi. Sorunu çözen yine Nereo Rocco olacaktı. ‘Altın Çocuk’ yıllar sonra ise bu sefer Silvio Berlusconi’nin kulübü satın alma girişimine karşı çıkarak taraftarın tepkisini üzerine çekti. Ama tıpkı sahada olduğu gibi yine bildiğini okumaya devam etti. 2007’de Kaka’nın kazandığı Ballon d’Or ödülünden sonra yaptığı açıklamalar da futbola hâlâ kendi penceresinden baktığının kanıtıydı: “Pirlo büyük bir istikrar ve performans gösterdi. Kaka ile aynı seviyede olduğunu söylemeliyim hatta daha önde bile olabilir. Kaka, müthiş bir şekilde direkt gole giden oyuncu ama pozisyonları üreten de Pirlo. İkisi de Ballon d’Or’u hak ediyor.”