-Batu ANADOLU yazısı-
Futbol tarihinin en güzel maçlarından birini filme alma şansımız olsaydı her şeye yine şu temel soruyla mı başlardık: Kamerayı nereye koymalı?
Takvimler 5 Temmuz 1982’yi gösterirken hava durumu müjdeyi veriyor: Güneşli bir gün bizi bekliyor. Çekim ekibimiz mutlu mesut biçimde Sarria Stadyumu’nun yolunu tutuyor. Bugün, Hollywood yıldızlarına taş çıkartan isimlerin yer aldığı 90 dakikalık bir film çekeceğiz. Emektar aktör Dino Zoff’tan yıldız ışığı parlayan Zico’ya, setlerin yaramaz çocuğu Paolo Rossi’den yamuk yapmamanız gereken Claudio Gentile’ye kadar herkes burada. Socrates’i de unutmamak lazım, çekimlerde bir sıkıntı olursa sendikayı yapımcıların başına sarar orası kesin!
İsrailli hakem Abraham Klein başlama düdüğüne üflerken ilk çekimi, biraz zahmetli olsa da tam olarak santra noktasının yukarısından alırım. Daire içerisinde iki Brezilyalı futbolcu. Hem Dünya Kupası’na bir gönderme olsun hem de o ara tüm Dünya’nın Seleçao’nun oynadığı oyuna olan sevgisinin bir tezahürü olarak algılansın. Hadi eleştirmenler ve film analizcileri yaşadınız! Sizin yerine kendi filmimi çözümler oldum iyi mi!
İlk dakikalarda Zico-Socrates-Eder arasındaki paslaşmaları kesmeler ile vermenin manası yok. Oyuncularımızın hepsi profesyonel, plan sekans çekelim. Hem tekrara da gerek yok, hepsi derslerini çalışmışlar. Falcao’nun bu dakikalardaki topu sektirerek üç İtalyan oyuncudan kurtardığı sahneyi kamerayı 360 derece döndürerek verelim. Falcao’yu biraz süper kahraman haline getirmiş olabiliriz ama zaten öyle değil mi? Peki birkaç dakika sonra gelen Gentile’nin Cabrini’ye pasını ve Rossi’nin tam kafasına nişanlamasını nasıl yapacağız? En güzeli, olayları topun gözünden vermek galiba. Belki çok tekme yedi ama canının hiç yandığını sanmam. Masrafımız da biraz artacak ama olsun, bu maçı efektsiz vermenin mümkünatı yok!
Şimdi Socrates ve Zico’nun “Bitirim İkili” sekansına gelelim. İkilinin verkaçı ve Zico’nun, özellikle bir saniye olsun peşini bırakmayan Gentile’den sıyrılışı, özel bir çekimi hak ediyor. Mesela bu sekansı sadece ayakların görüneceği biçimde çekelim. Zico’nun çalımından Socrates’in dar açıdan nefis vuruşuna kadar. Serginho zaten kaçırdığı gol nedeniyle cezalı, yardımcı oyunculuğa kaymış durumda. Sanırım Socrates, Falcao ve Zico bu yıl ödülleri toplayacak gibiler ama önce yenilmemeleri lazım!
Brezilya’nın beraberlik golü sonrası işler değişmişe benziyor ama sinemada kendine güven ve risk, her zaman iyi sonuçlanmıyor. Cerezo’nun Junior’a attığı tembel pası kurguda kesmek isteyen birçok Brezilyalı vardır belki ama Rossi’nin golle sonuçlandırdığı bu hata, filmin en can alıcı kısımlarından biri. Buram buram dram kokusu alan yapımcılar, arka planda Handel’in Sarabande’ı kullanacağım ağır çekim plana bayılacaklardır. Mesela Cerezo’nun şaşkın bakışı ile Waldir Peres’in gözündeki korkuyu; Rossi’nin golün kokusunu almasıyla birlikte umut taşıyan yüzünü art arda versek nasıl olur?
Rossi’nin golünden sonra filmimizde İtalyan Yeni Gerçekçiliği ile Brezilya’nın Cinema Novo’sunun bir çarpışması söz konusu. İtalyanlar, takım halinde ve düzen içerisinde kalelerini savunurken kendi içlerine bir bakış atıyor ve neyi iyi yapabileceklerini görüyorlar. Brezilya’da ise hala bir başkaldırı hakim; kimi zaman Socrates’in Falcao’ya gönderdiği ince paslarda kimi zamansa Tele Santana’nın çok şey söyleyen gözlerinde bir kıvılcımın habercisi var. O kıvılcımın adı Falcao olacak. Gerçi bence pozisyonun en doyumsuz sinemasal anı, Zico ve Cerezo’nun İtalyan savunmacıları üstlerine çekmelerinde. Falcao’nun ikisine birden pas atabilme ihtimali, sadece İtalyanların değil seyircilerin de kafasını karıştıracak büyük bir sürprize neden oluyor belki de. Yani Falcao’nun nefis bir vuruşla ağlara göndereceği ve o ikonik sevincini sergileyeceği sekans için en güzeli seyirciyi de şaşırtmak. Cerezo’nun kaçış anında kramponlarına yakın plan çekim yaparken bir anda Falcao’ya dönmek. Sanki o sevinç anı daha da bir anlam kazanacak ve güzel oyunun bitmeyen ihtimalleri, izleyicileri mest edecek.
Gerçi şu ana kadar haksızlık ettik, İtalyanlar kameranın önüne otobüs park etmediler elbette! Hatta birkaç dakika sonra Rossi’nin üçüncü golünü atıp Mavilerin mutlak zaferini ilan edeceği pozisyonda ceza sahasının içinde tüm Brezilyalıları savunma yapmaya çalışırken görmek mümkün. Bu kadar kalabalık bir sahneyi, ekranı ikiye bölerek ikili mücadeleler halinde verelim. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı futbolcuların, Giancarlo Antognoni’nin ortasında nasıl çil yavrusu gibi dağıldıkları böylece daha büyük etki yaratacaktır. Waldir Peres’in çaresizliğini Moacir Barbosa’nın 1950’deki çaresizliği ile üst üste bindirelim ve soralım: “Yine mi?”
Filmin 86. dakikasında Antognoni’nin golü, tam da oyuncu sevinirken iptal ediliyor ama Junior resmen yıkılarak ağlarla buluşuyor ve Antognoni’den adeta rol çalıyor. Hakem kalkan bayrağı onun için hem iyi hem de kötü bir haber. Filmimizin heyecanı beş dakika daha sürecek ama Junior’un bu trajedi dolu sahnesi ancak filmin DVD’si çıktığında silinen sahneler arasında yer bulabilecek.
Maçın son düdüğü çaldığında derin bir karanlık kaplasın beyazperdeyi. Maç sonrası sevinç gösterilerini ya da Zico’nun gözyaşlarını vermeye gerek yok. Çünkü o 90 dakikalık efsane film bittiğinde izleyici, güzel bir yemek yemiş gibi oturduğu yerde birkaç dakika gördüklerinin tadını çıkarsın. Futbol maçından çıkmış insan olarak o filmi bir kez daha görmek isteyecek ve yeniden bilet kuyruğuna girecek. Doğru ya, nerede o eski filmler!