Real Madrid dendiği zaman akıllara gelenler? Büyük transferler, astronomik ücretler, daha da büyük transferler… Fakat Bernabeu’da ‘gerçek’ ev sahiplerinin çoğunlukta olduğu günler de vardı…
Real Madrid, 1956’da Avrupa Kupası finalinde Reims’i yendiğinde kıtanın ilk büyük organizasyonunun kazananı olmuştu. Kadroda dikkat çeken isimler vardı: Kulüp ile özdeşleşecek Arjantinli Alfredo Di Stefano, aslı Arjantinli İspanyol Hector Rial ve fırtına açık Francesco Gento… Hepsi de belli takımlarda parlamış ve İspanyol devinin yolunu tutmuştu. Real, Kupa 1’deki tahtından 1961’e kadar kalkmadı ve art arda beş kez Avrupa’nın en büyüğü olmayı başardı. Güzel günlerde kadroya büyük isimler katılmaya devam etmişti: Macar futbolunun ikonu Ferenc Puskas, Fransızların o dönemki en büyük yeteneği Raymond Kopa, Uruguaylı santrhaf Jose Santamaria, Brezilyalı top ustası Didi…
Real Madrid, savaş sonrası kafasını toprağın altından çıkarmaya çalışan Avrupa futbolunda ilk hanedanlığını ilan eden kulüp olmuştu ve bunu yaparken de büyük yıldızları şehre getirmeyi ihmal etmemişti. Sonra tacı takma sırası, İber’in öbür evladına geçti. Benfica, Real’e nazaran kendi mahsulü oyuncuları daha çok bünyesinde bulunduruyordu. İki sezonluk saltanatlarında Coluna ve Eusebio gibi sömürge Mozambik meşeili yıldızları büyük sahneye sundular. Sonra İtalyanlar ortaya çıktı. Hem kendi mantalitelerinin ürünü oyuncuları vardı hem de büyük yabancı transferleri… Bir de Katenaçyoları… Önce 1963’te Milan sonra üst üste iki kez Inter sonra 1969’da bir kez daha Milan, ‘en büyük’ olmayı başaracaklardı.
Real Madrid, 1960’larda yenilenmeye çalışıyordu. Özellikle de 1964’te Inter ile oynadıkları finalde artık çok yaşlanmış bir takıma sahiptiler. O mağlubiyetin sonrasında takımın eski oyuncusu dönemin antrenörü Miguel Munoz ‘ihtiyar’ Gento’nun etrafına bir takım kurma kararı aldı. Manuel Sanchis, Ramon Grosso, Manuel Velazquez, Pirri gibi gençler takıma yükseldi. Dönemin ünlü grubu Beatles’ın ‘She Loves You’ şarkısı, bu genç takımı izleyenlere ilham vermiş, ‘Ye-Ye’ olarak nam salmışlardı. ‘Ye-Ye’ Madrid, 1960’larda dört şampiyonluk ve 1966’da bir Avrupa Kupası daha kazanmıştı. O takımda ikona dönüşecek yıldızlarının başında ise 1962’de takıma katılan Amancio vardı.
‘Sihirbaz’ sağ açık Amancio, 1964’te Avrupa şampiyonu olan İspanya Milli Takımı’nda yer aldı; Velazquez, Grosso, Pirri gibi isimlerle 1970’li yıllara kadar Real formasını giydi, 1976’da da futbolu bıraktı ve emekliliğin keyfini sürmeden altyapıda göreve başladı. Bir senelik antrenörlük deneyimi sonrasında ise kabuğuna çekildi…
Sihirbaz, 1982’de tekrar kolları sıvadı ve Real Madrid’in rezerv takımı olan Castilla’nın başına geçti. 1983-1984 sezonunda İspanya futbol tarihindeki en ilginç olaylardan biri yaşanıyor ve Castilla, 2. Lig şampiyonu olarak 1. Lig biletini alıyordu. Real Madrid’in rezerv takımı olması nedeniyle 1. Lig’de hiç oynayamasalar da o sezonki performansları birçoklarının dikkatini çekmişti. Bu isimlerden biri de El Pais’in yazarı Julio Cesar Iglesias’dı.
Henüz sezonun başında takımı ziyaret eden Iglesias, 14 Kasım 1983’te yayımlanan yazısına ‘Amancio ve Akbaba Beşlisi’ başlığını atıyor, takımın en dikkat çekici yeteneği Emilio Butragueno’nun 11 maçta 15 gollük performansını övüyor, onun ilk kez gördüğü AZ maçını anlatıyor, top hakimiyetini, yaratıcılık meziyetlerini ön plana çıkarıyor ve ‘Akbaba’ lakaplı bu genci başrole yerleştiriyordu. Sonra sıra emekli Real’li Manuel Sanchis’in oğlu ‘Manolo’ Sanchis’e geliyor, Miguel Pardeza’yı övüyor, Jose Miguel Michel’den bahsediyor ve Martin Vazquez adlı orta saha oyuncusuna methiyeler düzüyordu. Bu beş gencin Real Madrid için büyük bir fırsat olabileceğini belirten Iglesia, dönemi A Takım antrenörü Di Stefano için de bir not düşüyordu: Eğer bu gençleri takıma monte edebilirse ‘İhtiyar’ Don Alfredo yine Di Stefano olur.
Aslında Michel dışında beşlinin diğer oyuncuları Di Stefano’nun gözünden kaçmamıştı da. Hepsi A Takım’da fırsat bulmaya başlamıştı. Ama Di Stefano yine de zor dönemler geçiriyordu. Nitekim en son Vujadin Boskov ile 1980’de şampiyonluk ve hemen ardından da bir Şampiyon Kulüpler Kupası finali çıkaran Real Madrid, dört yıldır zirveden uzaktı ve ‘dört yıl’ Real Madrid için kırk dört yıl demekti…
Başlıyor!
Durum böyle olunca ve 1983-1984 sezonunda şampiyonluk averajla kaçında Di Stefano bile olsanız Real Madrid’de görevde kalamazsınız. Di Stefano görevden ayrıldı ve yeni antrenör için çok da arayışa girilmedi. Castilla’da pişen, Di Stefano sonrasındaki jenerasyonun kahramanı Amancio, takımın yeni antrenörü oldu. ‘Akbaba Beşlisi’ sahneye çıkıyordu. Artık daha düzenli oynar hale gelmişlerdi. Üstelik Camacho, Santillana gibi kulübün emektarları ile Valdano ile Stielike gibi uluslararası yıldızlara da sahiptiler. Yine de ligde bir hayal kırıklığı sezonu daha yaşadılar ve sezonu beşinci bitirdiler. Üstelik ligin son maçından önce görevinden istifa eden Amancio, koltuğu Luis Molowny’ye bırakmıştı. Fakat bıraktığı tek şey ligde bir enkaz değildi. İyimser olunabilecek bir taraf vardı: Amancio’nun Real’i UEFA Kupası’nda finale kadar yükselmişti.
UEFA Kupası, o dönem ‘Kupa 3’ olarak bilinse de liglerini ikinci, üçüncü ve -ülke sıralamasına göre- dördüncü hatta beşinci bitiren takımların yer aldığı bir organizasyondu ve bugünün Şampiyonlar Ligi kıvamında UEFA sezonları görülebiliyordu. Real, son UEFA şampiyonu Tottenham’ı geçmiş, Anderlecht ve Inter gibi iki güçlü takımı devre dışı bırakmıştı. Üstelik iki maçın Bernabeu’daki rövanşları da kulüp tarihine geçecek cinstendi. Anderlecht’e 3-0 yenildikleri maçın ikinci perdesinde tam altı gol atmışlar, İtalya’da 2-0 yenildikleri Brady, Bergomi, Rummenigge’li Inter’i de 3-0’la İspanya’dan uğurlamışlardı. İki maçta da Valdano ve Santillana fişi çeken oyuncular gibi görünse de Akbaba Beşlisi’nin özellikle de çetenin başı Butragueno’nun yaptıkları azımsanmayacak cinstendi… Molowny’ye ise finalde Macar takımı Videoton’u geçmek kalmıştı. Geçtiler de… Belki ligde şampiyon olamadılar ama 1966’dan sonra -Kupa 1 olmasa da- Avrupa’da kazanılan bu kupa bir teselli olmuştu…
1985-1986 bir dönemin başlangıcıydı. Atletico Madrid’de kendini kanıtlayan Hugo Sanchez’i de kadrosuna katan Real Madrid, özlediği şampiyonluğa ulaşıyordu. Üstelik sahasındaki 17 maçın 17’sini de kazanarak. Akbaba Beşlisi’nin yanında Valdano ve Sanchez gibi yabancı yıldızlar ile Camacho, Santillana, Gordillo, Chendo ve Maceda gibi birçoğu Real’de gözlerini açmış yerel yetenekleri harmanlayan takım, UEFA Kupası’nda da tarih yazacaktı…
Beş, beş, beş!
İlk turun ilk maçında AEK’ya 1-0 yenilen Real Madrid, evinde yine ‘farklı tarifeyi’ uyguluyor ve 5-0’la tur atlıyordu. İkinci turda ise Sovyet Chornomorets’i geçerek üçüncü tura çıktılar. Üçüncü turda rakip, 1970’lerin afili jönlerinden Borussia Mönchengladbach’tı. Jupp Heynckes yönetimindeki takım, 1970’leri sonu 1980’lerin başındaki gücünden uzak da olsa biraz toparlanıp UEFA Kupası kıvamına gelmeyi başarmıştı. Almanya’daki maç ‘eski’ kıvamda olduklarını da gösterdiler ve Real Madrid’i tam beş golle uğurladılar. Fakat duran topta defansın arasında fırlayan Gordillo, Real’in tek sayısını ağlara göndermiş ve birkaç dakika sonra kırmızı kart yese de birkaç saniye de olsa görevini yapmıştı. Yine de skor birçoklarına göre umutsuzdu: 5-1.
Molowny, rövanş için Bernabeu’ya çıktığında ‘süper yedeği’ Santillana’yı ilk 11’e yerleştirmiş ve Butragueno ile Valdano’yu da zafer için sahaya sürmüştü. Her şey daha ilk 20 dakikada belli oldu. Valdano sahneye iki kere çıktı ve çift ayaklı maçların olmazsa olmazı ‘erken gol’ emrini yerine getirdi. Real’in iki gole daha ihtiyacı vardı ama tıkanma yaşandı. Pusuda, son dakikaların adamı vardı. Ceza sahasında istediği kaos ortamı oluşmuştu ki son 20 dakikada da o sahneye çıktı: Santillana. Kurt golcünün iki golüyle zafer gelmişti: 4-0
Bugün o dönemin çift ayaklı eşleşmelerini izlediğinizde bu gibi skorların çok da sorun olmadığını anlayabilirsiniz. Nitekim dönemin futbolu, bugünün ‘dış saha golü’ kuralının da ortaya çıkmasına neden olan bir yapıda: Deplasmanda her şey olabilir ama senin evinde bir gol bile atarsam, benim evimde olacaklara da katlanacaksın… Aslında hâlâ birçok büyük takım bu senaryoyu oynuyor futbol sahasında. Barcelona-PSG rövanşı bunun en net hatırlanan gecelerinden biriydi. Bugün baktığınızda o Real Madrid’in; Valdano, Santillana, Hugo Sanchez ve Butragueno’lu hücum hattı, Vazquez ve Michels gibi iki orta saha oyuncusu, daha kaliteli oyuncuları ve liginde şampiyonluğa oynayan performansı ile gerekli skoru alabilmesi çok da uzak bir ihtimal değil. Üstelik bir sene önce Anderlecht ve Inter gibi iki güçlü takıma karşı bunları yapmış bir takımdan bahsediyoruz. Ama o gece Bernabeu’da olanlar bir neslin büyülenmesini sağladı. Bunda, kalan maçlardaki iç saha gösterilerinin de payı vardı…
Real Madrid, çeyrek finalde Neuchatel Xamax’ı ilk maçta sahasında 3-0 yendi, deplasmanda 2-0 mağlup olsa da turu geçmeyi başardı. Yarı finalde ise karşılarına yine Inter çıkmıştı. Inter’in İrlandalı 10 numarası Liam Brady, yıllar sonra verdiği röportajlarda, Inter günlerinde başarılı işlere imza attığı söylüyor ve UEFA Kupası’nda iki sene üst üste Real Madrid ile karşılaşmalarının büyük bir şansızlık olduğunu belirtiyordu. Şanssızlık mı yoksa Altobelli gibi sakar bir santrfora sahip olmanın dezavantajları mı bilinmez ama özellikle 1986’daki yarı finalin ilk maçında Inter maça harika başladı ve Juve’den gelen kan kardeşler Tardelli ile Brady’nin harika oyunuyla üstün bir maç oynadı. Ama Altobelli’nin sakarlıkları ve Valdano’nun 87. dakikadaki golü, tatları kaçırdı. Skor 3-1’di, kendi sahalarında gol yemişlerdi ve dahası, bunun Bernabeu’su vardı…
Bernabeu’da her şey döneme uygundu. Real Madrid yükleniyor, Inter savunmaya çalışıyor, Zenga oradan oraya atlıyor ve kariyerinin en iyi maçlarından birini oynuyordu. İlk 50 dakika geçtiğinde tek gol vardı, Sanchez’in tartışmalı bir penaltı sonucu Inter ağlarına gönderdiği… Sonra ‘Real dakikaları’ başladı. 63’te Gordillo çıktı sahneye, Liam Brady’nin birkaç dakika sonraki penaltısı ortamı gerse de bir Bernabeu klasiği daha sahnelenecek, henüz 10 dakika geçmeden Real lehine bir penaltı daha verilecekti. Hugo Sanchez bir gol daha attı ve maçı, uzatmalara taşıdı… Uzatmalarda ise jön sahneye çıktı: Santillana’nın iki golü Real Madrid’i 5-1’le finale taşıdı.
Finalde rakip Köln’dü. Toni Schumacher’in krallık, Cristoph Daum’um ise çaylak yardımcı antrenörlük günleriydi… Bernabeu’daki ilk maçın ilk yarım saatinde Klaus Allofs Köln’ü öne geçiren golü attığında dahi her şey Real Madrid’in kontrolü altındaydı. 90 dakika bittiğinde bu üstünlük skora da yansımıştı: Real Madrid 5-Köln 1. Yine ‘beşlik’ bir fırtına esmişti Bernabeu’da ve yine noktayı koyan Santillana’ydı. 82’de sahaya girmiş ve onlarca kez yaptığı gibi birkaç dakikada golü bulmuştu. Rövanşta 2-0 yenilseler de Akbaba Beşlisi’nin gençleri, tilki Santillana ve akrobat Hugo Sanchez, Real Madrid’i UEFA Kupası’nı üst üste kazanan ilk takım yapmayı başarmıştı…
Real Madrid, o sezondan sonra pek UEFA Kupası’nda tenezzül etmedi. O sezon hasrete son verdiler ve 1989-1990 sezonuna kadar üst üste beş kez lig şampiyonluğunu kazanmayı başardılar. Miguel Pardeza, 1987’de takımdan ayrılıp Akbaba Beşlisi bozulsa da diğer yetenekler kulüpte kalmıştı. Üstelik Bernd Schuster gibi büyük isimlerle kadro takviye edilmiş ve Avrupa’nın en hızlı ve baskılı futbol oynayan takımlarından biri ortaya çıkmıştı.
Vazquez kendini kanıtlamış, Sanchis liberodaki yerini sağlamlaştırmış daha da önemlisi Emilio Butragueno, Real Madrid’in yüzü olmayı başarmıştı. 1988-1989 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finaline yükseldiklerinde dört takım arasında en fazla şans tanınan takımdılar. Fakat bambaşka bir tarihi olaya tanıklık ettiler; Werder Bremen ve Kızılyıldız karşısında gol atma sıkıntısı yaşayan ama bir şekilde kendini yarı finale atan Arrigo Sacchi yönetimindeki Milan, imajlarını değiştiren bir performansla Real Madrid’i San Siro’ya gömüyor ve 19 Nisan 1989’da 5-0’la Real Madrid’i uğurluyordu. Evinde kükreme sırası Milan’daydı artık…
Etki
1990 Dünya Kupası’nda Belçika ile İspanya arasında oynanan grubun son maçı, Martin Vazquez’in gösterisine sahne oluyordu. Muhteşem bir performans ortaya koyan orta saha oyuncusu, gruptan çıkmak için dua eden İspanyollara lider olarak ikinci tur fırsatını sunmuştu. Maçın son dakikalarında İspanya antrenörü, 1960’ların efsane orta sahası Luis Suarez bir değişiklik yaptı. Oyundan Salinas’ı çıkardı ve Pardeza’yı sahaya sürdü. Sanchis, Michel, Vazquez, Pardeza ve Butragueno, yıllar sonra ilk kez sahadaydı…
Akbaba Beşlisi o günden sonra sahada bir daha bir araya gelmedi. Vazquez o yaz Torino’ya gitti, sonra döndü, sonra bir daha ayrıldı. Butragueno ve Michel 1990’ların ortasında Meksika macerasına atıldı… En sadık çıkan Sanchis oldu. 2001’e kadar Real Madrid formasını giydi ve 1966’dan sonra ilk kez 1998’de Kupa 1’i kazanan takımın lideri oldu. Ama Real Madrid, kendi ürünleri ile özdeşleşen bir takım olmaktan uzaktı artık. Özellikle de 2000’lerin başındaki Los Galacticos hamlesi, 1950’lerdeki günlere geri dönüş gibiydi. ‘Fabrika’ görevini ise 1990’larında başında Real’i tahtından indiren Barcelona ve Cruyff aldı. Önce Guardiola, Ferrer, Amor, Luis Milla ve Busquets gibi altyapı oyuncularına şans verdi ve onların yanına büyük yıldızlar koyarak kulübü Avrupa’nın tepesine çıkardı sonra da 2000’lere damga vuracak Xavi, Iniesta, Puyol, Messi, Busquets gibi isimlerin önünü açtı… Barcelona, transfer için zaman zaman Real Madrid kadar para harcasa da bu isimler sayesinde ‘kendi üreten’ kulüp imajını koruyor.
Akbaba Beşlisi ile 1980’leri sürklase etmesine ramak kalan Real Madrid ise nevi şahsına münhasır hayranları sayesinde hatırlanmaya devam ediyor. O maçları televizyondan izlemiş 40 yaş üzeri istediğiniz insana sorun: “Galacticos mu, Akbaba Beşlisi mi?” Cevabı ben biliyorum. Hatta yüksek ihtimal şu minvalde başlar: “O Gladbach maçını kim unutur!”