İstanbulspor, bir eğitim yuvasından doğmuş ve ülke sporuna güzel bir başlangıç yapmıştı. Ancak daha sonra bu romantik hikayeye para, hırs ve güç dahil oldu. Olaylar gelişti.
–Neden bu kulübü satın aldınız?
– Star’da ‘Biz de maç yayımlayalım’ diye bu işe girdik. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı.
Bir eğitim yuvasının içinden çıkmış, tamamen amatör ruhla kurulan bir spor kulübünü, kendi hırsları yüzünden çıkmaza sürükleyen Cem Uzan, 1997’de bir muhabirin kendisine yönelttiği soruyu böyle cevaplamıştı. Belki o günlerde kulübün üstünde kara bulutlar dolaşsa da en kötüsü daha yaşanmamıştı ancak sona gittikçe yaklaşılıyordu. Fakat hikayenin başı pek de öyle kötü başlamamıştı. Spora gönül vermiş birkaç eğitim sevdalısının ateşlediği fitil, bir okulu, öğrencilerini ve sonra da şehri en azından bir bölümünü! heyecanlandırmayı başarmıştı.
Balkan Savaşı’ından yeni çıkılmış, Birinci Dünya Savaşı kapıya dayanmıştı. Osmanlı’nın üzerinde kara bulutlar dolanıyordu. Karaköy’deki Saint Benoit Lisesi’ne devlet el koydu ve daha önce Fatih’de olan İstanbul Sultanisi buraya taşındı. Okulun, İngiliz asıllı Beden Terbiyesi hocası Ahmet Robenson önderliğinde bir izci teşkilatı kurulmuştu. Birinci Dünya Savaşı alevlenip orduya daha fazla destek gerekince okulun izci teşkilatından 41 öğrenci de gönüllü olarak Çanakkale cephesine gittiler. Hiçbiri geri dönemedi. Bu acı haberi alan okuldaki arkadaşları ise derin bir yas tuttular. Okulun tüm kapı ve pencerelerini siyaha boyadılar. Savaş sırasında okulun bir kısmı da hastane olarak kullanılıyordu ve dönemin hastane duvarları da sarıya boyanırdı. Böylelikle dönemin adıyla İstanbul Sultanisi daha sonraları ise İstanbul Erkek Lisesi olarak anılacak, ülkenin en köklü eğitim yuvalarından birinin renkleri ortaya çıkmış oldu.
1926 yılında Süleymaniye Kulübü’nden ayrılan dönemin spor adamlarından Kemal Halim Gürgen, okul yönetiminin aklını, okul bünyesinde bir spor kulübü kurmak için çeldi. Dönemin okul müdürü Besim Bey, Kemal Halim Gürgen’le iş birliği yaparak İstanbulspor’u kurdu ve ilk başkanı oldu. Okul öğrencileri ve öğretmenlerinin sporcu olarak yer aldığı kulüp, hem okul yönetiminden hem de öğrenciler tarafından büyük ilgi gördü.
Kulüp, 1927-28 sezonunda Üçüncü Lig’e alındı. İlk yılında büyük başarı gösterdiler. Sezon sonunda yenilgisiz şampiyon oldular ve İkinci Lig’e yükseldiler. O dönem liseye müdür olarak İstanbul Erkek Liselilerin ‘Efsane Müdür’ olarak bahsettikleri Celal Ferdi Gökçay atandı. Gökçay, takıma büyük destek verdi. Efsane Müdür’ün de desteğini arkasına alan takım o sezon boyunca da büyük başarı gösterdi ve sezon sonunda Birinci Lig’e yükselme başarısı gösterdi. Ancak asıl akıllara kazınan başarı 1931-32 sezonunda geldi. İzmir’de düzenlenen Türkiye Şampiyonası finallerine katılan takım, Altınordu’yu 3-1 yenerek şampiyonluğa ulaştı. Böylelikle İstanbul kulüpleri arasında Türkiye şampiyonu olmayı başaran ilk takım İstanbulspor oldu. Hem de bunu tamamı öğrencilerden oluşan kadrosuyla başardılar.
Şampiyonluk haberinin okula gelmesiyle beraber, öğrencileri okulda tutmak ne mümkün. Hepsi İzmir’den dönen takımı karşılamak için çıkış kapısına hücum ettiler. Okulun bekçisi ne yapacağını bilemedi. Gençleri engellemeye çalışsa da başarılı olamadı. Bu coşkulu kalabalığın da önünde uzun süre de direnemedi ve sonunda kapılar açıldı. Tüm okul, İzmir’de şampiyon olan arkadaşlarını karşılamaya iskeleye koştu. Ancak bu durumu Müdür Celal Bey’e haber vermek de bekçiye kalmıştı.
Okulun bekçisi utana sıkıla, disipliniyle ünlü müdürün odasına girdi, haberi nasıl vereceğini bilememekle beraber, durumu şöyle aktardı;
–Müdürüm öğrencileri engelleyemedim, bana rağmen hepsi okuldan kaçtı.
Celal Bey, duyduğu haber üzerine hiddetinden köpürdü;
–Nereye gittiler çabuk söyle bana!
-İstanbulspor’u iskelede karşılamaya müdürüm.
Hışımla ayağa kalkarken;
-Durmasana bana bastonumla paltomu getir!
-Efendim nereye gidiyorsunuz?
-Takımı karşılamaya.
Kurulduktan kısa bir süre sonra bu şekilde harika bir başlangıç yapan İstanbulspor, sonraki yıllarını bu kadar parlak geçiremedi. Ekonomik zorluk ve ligin profesyonelleşmesinden sonra, bir okul takımı olarak rekabetin içinde sürekli olmak mümkün olmadı. Özellikle de İstanbul’un üç büyük kulübünün, ekonomik güçleriyle futbol pastasından en büyük dilimleri almaya başlamasıyla makas giderek açıldı. Bir de Vefa ve Sarıyer gibi ait olunan bir semt ve arkasına alacağı bir taraftar topluluğu da olmayınca, onların ülke futboluna bıraktığı iz gibi büyük bir iz bırakma şansları da bir süre daha olmadı. Ancak tüm bunlara rağmen bu süreçte ülke futboluna Alpaslan Eratlı ve Cemil Turan gibi yıldızlar kazandırmayı başardılar.
Cem Uzan’ın Hırsı
1980’lerin sonları gelirken, ülke büyük bir değişime girmişti. Ekonomik sıkıntılar yaşansa da ülkenin artık dışa açılmış olması, futbolun ülke genelinde büyük bir ilgi görüyor olması herkesin yatırım aracı olarak da bu alana yönelmesine yol açtı. İstanbulspor bir okul takımı olarak artık bu mali yükü kaldıramayacak duruma gelmişti. Tüm bu dönem boyunca İkinci Lig ve Üçüncü Lig arasında mekik dokuyan takım için artık tek çözüm mali destek verecek birilerini bulmaktı. 1990 yılında, İstanbulspor anonim şirkete dönüştürüldü ve hisselerinin %90’ını Cankurtaran Holding’in sahibi Emin Cankurtaran satın aldı. Eskiden Fenerbahçe’de de başkanlık yapan Cankurtaran, İstanbulspor’u bir futbolcu fabrikasına dönüştürmeyi hayal ediyordu. Yapılan mantıklı yatırımlar sonucu 1991-92 sezonunda takım Üçüncü Lig’den İkinci Lig’e yükseldi. Tam da o sırada Galatasaray’da aradığını bulamayan Cem Uzan, büyük bir hırsla İstanbulspor için Emin Cankurtaran’ın kapısını çaldı. Dört milyon Dolarlık bir teklif yaptı. Cankurtaran’ın reddedemeyeceği bu teklif sonucu İstanbulspor’un çoğunluk hisseleri Cem Uzan’ın eline geçti. İşte tam da o imzaların atıldığı an, ülkenin en köklü eğitim yuvalarından birinin bağrından çıkan takım kimliğinden tamamen uzaklaşmaya başlamıştı.
Cem Uzan’ın bu hırsının nedeni gönül verdiği takım olan Galatasaray’ın onu aldatmış olduğunu düşünmesiydi. Aslında en büyük amaçlarından biri bir gün Galatasaray’ı yönetmekti. Tıpkı ülkeyi yönetmeyi arzuladığı gibi. Ailesi, ülkenin ilk ve o dönem için en büyük özel kanalının sahibiydi. Galatasaray’ın maç yayın haklarını satın almıştı. Ancak o sezon Sarı-kırmızılıların Werder Bremen’le deplasmanda oynadığı maça Show Tv göğüs reklamıyla çıkması, genç iş adamını küplere bindirdi. Başkan Alp Yalman’la ipler iyice gerildi ve yayın hakları için anlaşılan parayı kulübe ödemedi. En sonunda da Haysiyet Divanı’na sevk edildi. Karar ise kulüpten ihraç oldu. O da, o hırsla Sarı-siyahlıların kapısını çaldı.
2’inci Lig’de teslim aldığı takıma Cem Uzan, bir zamanlar Adalet takımının yaptığı gibi ciddi paralar harcayarak yıldız futbolcuları transfer etmeye başladı. Ülkenin en şaşalı forvetlerinden Tanju Çolak ve Saffet Akyüz de bu isimlerin başında geliyordu. İkinci Lig’deki ilk sezon bir başarı gelmedi ancak ikinci sezon iyi bir performans sergileyen takım Birinci Lig’e çıkmayı başardı. Cem Uzan ilk hedefine bu şekilde ulaşmış oldu. Takım artık büyüklerle aynı kulvardaydı. Yatırımlar büyüdü. Takımın başına Hollandalı teknik adam Leo Beenhakker getirildi. İki tane de Hollandalı yıldıza imza attırıldı. Dönemin kalbur üstü Hollandalılarından Van Vossen, Van Der Brom, sarı-siyahlı formayı giymeye başladılar. Daha sonra ünlü Rus forvet Oleg Salenko, Fenerbahçe efsaneleri Oğuz Çetin, Aykut Kocaman, yetmedi bir de Sergen Yalçın art arda kadroya dahil edildi. Para, güç ve hırs İstanbulspor’u mütevazi bir yapıdan, bam başka bir boyuta taşıdı. Hedef artık Avrupa kupaları olarak dillendirildi. Başkan bir Avrupa kupasında final oynamayı hedefliyordu. Bu durum basın açısından tabii ki heyecan vericiydi. Ancak bunun için endişe duyan, stadı, taraftarı daha doğru dürüst tesisi olmayan, kamplarını bile haftadan haftaya kiralanan bir otelde yapan takımın, bu denli paralar harcayarak büyük hedefler koymasını eleştiren isimler de vardı.
Günler günleri kovaladı. Başarı gelmedikçe harcanan paralar göze batmaya, heves kursakta kalmaya başladı. Büyük maliyetlerle transfer edilen futbolcuların bir bölümünden de neredeyse hiç verim alınamadı. Bir süre sonra da çatlak sesler duyulmaya başlandı. Alınan her kötü sonuçtan sonra başkan futbolcuları yola getirmek! için çeşitli yollar denedi. Cezalar kesti. Kimi zaman takımı dağıtmak, kimi zaman ise kimseyi satmamak, futbolculuk kariyerini bitirmek tehditleri savuruldu. Gazeteye ilanlar verildi. Sonunda da işin artık tadı kalmadı. Heves kaçtı. ‘Beklenildiği gibi’ olmadı ve 1998 yılında Star gazetesinin ‘büyük başkanın vedası’ başlığıyla verdiği haberle Cem Uzan İstanbulspor’dan desteğini çekti. Futbolcular bir bir takımdan ayrılmaya başladı. Kalanlar ise paralarını alamıyorlardı. 2000 yılına girildiğinde ise eski şaşalı kadrodan geriye Aykut Kocaman ve Emre Aşık kalmıştı. Daha sonra Aşık da Galatasaray’ın yolunu tuttu. Aykut Kocaman tek başına direnmeye devam etti. Futbolu bıraktı. Teknik direktör olarak takımın başına geçti.
Dibe Vuruş
2003-04 sezonu ilk maçında Kadıköy’de Fenerbahçe ile karşılaşan İstanbulspor, harika bir başlangıç yaptı. Fenerbahçe’yi deplasmanda 3-0 yenmeyi başaran sarı-siyahlılar, sezon sonu şampiyonluk ipini göğüsleyecek Fenerbahçe’ye, sezonun daha ilk maçından şok yaşatmayı başardılar. Daha sonra ligin yedinci haftasına kadar da mağlubiyet yüzü görmeden tabelanın ikinci sırasına yerleştiler. Son yıllarda yaşanılan onca şeye ve tüm imkansızlıklara rağmen bu muhteşem bir başarıydı. Ancak daha sonra çözülme başladı. Takım yavaş yavaş eridi ve sezon düşme hattının sadece bir puan üstünde tamamlandı. Son direnen Aykut Kocaman da gemiyi terk etti. Bir sonraki sezon sarı-siyahlıların Süper Lig’deki son sezonu oldu. 34 maçta sadece beş galibiyet elde edebilen takım, 17 mağlubiyetle ligi 17’inci sırada tamamladı ve Süper Lig’e veda etti. Sonra ise yavaş yavaş en dibe kadar indi. Tıpkı ilk kurulduğu zamanki gibi harika bir giriş yapıp yavaş yavaş çöken kulüp, bir önceki sezona da harika başlangıç yapıp yavaş yavaş çöküp gitti. İslam Çupi’nin 1998’de dediği gibi; “… kökü hiçbir tarafta tutmayan, Adalet’i Atıf İlmen’in Karagümrük’ü İbrahim Sevin’in bırakması gibi Cem Uzan da İstanbulspor’u bıraktı gitti.” Bir eğitim yuvasının bağrından çıkıp, gençlerin spor sevdasıyla tutunduğu ve bağ kurduğu kulüp büyük bir hırsın kurbanı olup, güzel bir başlangıcı kötü bir sonla bitirdi.