Defans oyuncusu Andres Escobar’ın 94 Dünya Kupası’nda kendi kalesine attığı gol ve sonrasında ülkesinde öldürülmesi Kolombiya futbolunun o altın yıllarının çöküşünün de habercisiydi.
80 ve 90’larda Kolombiya denilince maalesef akıllara uyuşturucu geliyordu. Özellikle 80’li yıllarda uyuşturucu baronları ülkeyi ellerine geçirmişti. Bu beyaz ticaretten günde milyonlarca dolar kazanıyorlardı. Kazandıkları paraları da kolayca aklayabilmek için çeşitli yollara başvurdular. Bunlardan biri de futboldu. Bu süreçte Medellin kartelinin lideri ve Narcos’tan yakinen tanıdığımız Pablo Escobar’ın seçimi tabi ki kendi şehrinin takımları olacaktı: Atletico Nacional ve Deportivo Independiente Medellin. İki takımın da Kolombiya ve Güney Amerika futbolunda çok fazla başarısı yoktu. Ama bu maddi destekte öncelik Atletico Nacional’di. Çünkü Medelin karteli kendine bir hedef koymuştu: Nacional’i Güney Amerika’nın en iyi takımı yapmak! Bu hedefi biraz da kartelin mali işlerini yürüten ve Pablo’nun abisi olan Roberto Escobar koymuştu. Çünkü Roberto aynı zamanda fanatik Atletico Nacional taraftarıydı. Pablo ise şehrin diğer takımı Deportivo Independiente Medellin’i tutuyordu.
Kolombiya’nın diğer yerlerinde de durum farksız değildi. Escobarların ortaklarından ve ‘Meksikalı’ lakaplı Jose Garcia başkent Bogota’nın takımı Millonarios’a, Fernando Carrillo ise başkentin bir diğer takımı Santa Fe’ye yatırım yapıyordu. Ülkenin bir diğer uyuşturucu şehri Cali’de de durum aynıydı. Cali kartelinin liderleri Orejuela kardeşler America de Cali’ye ekonomik destek veriyordu. Ülkenin kuzeyindeki en güçlü isim olan Eduardo Enrique Davila ise Santa Marta şehrinin takımı Union Magdalena’ya para akıtıyordu.
O dönemde birinci ve ikinci ligde çoğu takımın arkasında uyuşturucu baronları vardı. Hatta bu durum o yıllarda Cali’de şakayla karışık bir söylemi de beraberinde getirmişti: “Cali’de sokakların en güvenli olduğu zaman America’nın maçlarının olduğu saatler. Çünkü tüm kartel üyeleri maçı izliyorlar.” O döneme ait anlatılan bir diğer hikaye de Orejuela kardeşlerden Miguel Rodriguez’in bir gün Diego Maradona ile yemekte bir araya geldiği idi. Cali kartelinin lideri, ünlü oyuncuya America de Cali’de oynaması için altı aylık bir kontrat önermişti. Maradona’nın Barcelona’daki anlaşmasından dolayı teklifi kabul etmediği söylenir.
Uyuşturucu baronları takımlara su gibi para akıtmak dışında bir de fakir mahallere futbol sahaları yapıp, genç futbolcuların yetişmesini de sağlıyordu. En çok da Medellin’de.
1980’lerde uyuşturucu parasının futbola girmesiyle doğal olarak Kolombiya futbolu da yükselişe geçti. İki Escobar belgeselinde, 1987-90 arasında hem Nacional’i hem de Kolombiya Milli Takımı’nı çalıştıran Francisco Maturana “Bu durum sayesinde Nacional’e çok yetenekli yabancı oyuncular katıldı” diye açıklıyordu, “Üstelik bu parayla yıldız oyuncuları da elimizde tutabiliyorduk. Takım inanılmaz bir seviyeye gelmişti.”
Bu seviye atlama 80’lerin ikinci yarısıyla birlikte Kolombiya takımlarının Güney Amerika’nın en büyük turnuvasında kendilerini göstermelerini sağlayacaktı. Oysa o yıllara kadar ülke takımlarının, Deportivo Cali’nin 1978’de oynadığı Libertadores Kupası finali dışında uluslararası bir başarısı yoktu.
İlk kıvılcımı 80’lerin ikinci yarısında America de Cali atıyordu. Üç yıl üst üste Libertadores’te finalin abonesi oluyordu takım. Ama üç finali de kaybediyordu (1985, 86 ve 87).
1989’daki Libertadores ise Kolombiya futbol tarihi için unutulmaz bir turnuva oluyordu. O şampiyonada Kolombiya’yı uyuşturucu baronlarının kontrolündeki iki takım temsil ediyordu: Atletico Nacional ve Millonarios. İki takım grup aşamasında aynı gruba düşüyordu. Bogota ekibi grubu zirvede tamamladı, Nacional de ikinci.
Bir üst turda Arjantin temsilcisi Racing Club’ı eleyen Nacional ile Bolivya ekibi Bolivar’ı alt eden Millonarios, çeyrek finalde birbiriyle eşleşiyordu. Pablo Escobar’ın desteklediği Nacional, 2-1’lik galibiyetle tur atlamayı başarıyordu. Yarı finalde Uruguaylı rakipleri Danubio’yu 6-0’la bozguna uğratan Medellin temsilcisi, finalde Paraguay’dan Olimpia’yla karşılaşıyordu. Deplasmandaki ilk maçta alınan 2-0’lık yenilgi sonrası, rövanşı izlemeye Escobar da gelmişti. Maç, Nacional’in kendi stadı küçük olduğundan Bogota’da oynanıyordu. Maç bu sefer de Nacional’in 2-0 üstünlüğüyle bitiyordu. Penaltı atışlarında sonunda 5-4 üstünlükle Kolombiya temsilcisi kupayı kazanıyordu. Escobarlar başarmıştı! Atletico Nacional, Güney Amerika’nın en büyüğü olmuştu. Adeta rüya gibiydi. Çünkü bu Kolombiya futbol tarihinde bir ilkti!
Sıradaki hedef dünyanın en büyüğü olmaktı! Kıtalararası Kupa’da rakip Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nın kazananı Milan’dı. Maçtan önce Milan takımının sahibi Silvio Berlusconi’nin şu açıklaması uyuşturucu baronu Escobar’ı çılgına çevirecekti: “Dünyanın kirli tarafını yenmek için takımım elinden geleni yapacaktır”
Tokyo’nun Ulusal Stadyumu’nda oynanan maçta Kolombiya temsilcisi Nacional, Milan karşısında iyi bir mücadele etse de uzatmaların son dakikasında yediği golle dünyanın en büyüğü olma fırsatını kaçıracaktı. Ama olsun dünyanın en büyük takımlarından biriydi Nacional.
O yıllarda kulüpler düzeyindeki bu başarı Kolombiya Milli Takımı’na da yansıdı. Andres Escobar, Carlos Valderrama, Faustino Asprilla, Rene Higuita ve Freddy Rincon ile takım altın bir jenerasyon yakaladı. Güney Amerika’nın milli takımlar düzeyinde en büyük turnuvası olan Copa America’da yarı finallere Kolombiya ambargo koydu (1987, 1991, 1993 ve 1995). Ağırlıklı olarak fakir mahallerdeki o yeni yapılan sahalarda yetişen gençler, 1993’te Güney Amerika 17 Yaş Altı Futbol Turnuvası’nı kazandı. 1990 ise milli takımın kendisini kıta dışında, dünya sahnesinde gösterme yılıydı. Milli takım 28 yıl sonra ilk kez Dünya Kupası’na katılmayı başardı. Oysa daha önce tarihlerinde ilk ve son kez katıldıkları ve Şili’de düzenlenen turnuvada SSCB, Uruguay ve Yugoslavya ile eşleşen Kolombiya, Uruguay (2-1) ve Yugoslavya (5-0) yenilgilerinin yanına bir de Sovyetler Birliği beraberliği ekleyince 1 puanla grup sonuncusu olmuş ve ilk turda elenmişti. 1990’da ise rakipleri Batı Almanya, Birleşik Arap Emirlikleri ve yine Yugoslavya’ydı. Kolombiya grupta üçüncü olarak son 16’ya kalacaktı. O turda ise uzatma dakikalarında Kamerun’a 2-1 yenilip elenecekti. Ama milli takımın yükselişi devam edecekti. ‘La Tricolor’ özellikle 1994 Dünya Kupası’na giden süreçte oynadığı 34 maçta sadece bir yenilgi alacaktı. Üstelik son maçta Arjantin’i sahadan silecekler, rakibini 5-0’la yeneceklerdi. Öyle ki, 80’lerin ikinci yarısına dek dünya futbolunda adı sanı bilinmeyen bir ülke olan Kolombiya, o yıllarda FIFA sıralamasında dördüncülüğe kadar çıkacaktı. Hatta kimi futbolseverler tarafından 1994 Dünya Kupası’nın gizli favorisi olacaklardı.
İşte o gizli favori, ABD’deki turnuvaya istediği gibi başlayamaz. İlk maçlarında Romanya’ya 3-1 kaybederler. Ev sahibiyle oynayacakları ikinci karşılaşma ise onlar için tamam mı devam mı maçıydı. Ama futbolcular üzerinde büyük baskı vardı. Özellikle de ülkedeki uyuşturucu baronları tarafından. Futbolcular maçtan önce kaldıkları hotelde ölüm tehditleri alırlar. Bunlardan biri de savunma oyuncusu Andreas Escobar’dı.
Medellin’in fakir mahallerinden birinde doğan Andreas, Medellin kartelinin lideri Pablo Escobar’ın altın yıllarını yaşadığı dönemde yaptırdığı sahalarda futbola başlamıştı. Okulla futbol arasında seçimini ayaktopundan yana kullanmıştı. Kısa sürede sivrilip, yine Escobarların desteklediği Atletico Nacional’in vazgeçilmez oyuncularından biri olmuştu, ‘Sahadaki Centilmen’ lakaplı futbolcu. Nacional’in ve Kolombiya futbolunun o altın yıllarında takımının kaptanıydı. Turnuva öncesi de adı İtalyan devi Milan ile anılıyordu.
Hakemin düdüğüyle maç başladı. Kolombiya saldırdı ama bir türlü topu rakip ağlarla buluşturmayı başaramadı. Maçın 33’üncü dakikasında ise ABD takımı bir atak yaptı ve sol kanattan gelen ortayı kesmeye çalışan Andres Escobar, ters bir vuruşla topu kendi ağlarına gönderdi. Sonraki dakikalarda karşılıklı birer gol daha atılsa da Kolombiya’nın turnuvaya veda etmesi garantilendi. Oyuncular son formalite maçında İsviçre’yi yenip Kolombiya’ya geri döndüler. Herkes üzgündü, Andreas ise “hayat devam ediyor” diye düşünüyordu. O, yaptığı hatadan kaçmak yerine tam tersi halkın arasında karışmayı seçti, onu bekleyen hazin sonu bilmeden. Arkadaşlarıyla gittikleri bir gece kulübünün çıkışında, daha önce kendi kalesine attığı golden dolayı tartıştığı biri yanına geldi ve silahıyla Andres’e altı el ateş ederek onu öldürdü. Katilin ateş ederken “Ne güzel goldü, değil mi?” dediği söylenir hep. Katil sonrasında yakalanacaktı. Los Pepes Çetesi’nden olduğu ortaya çıkacaktı.
O akşam sadece bir insan öldürülmemiş bir nevi Kolombiya’nın futboldaki altın çağı da sona ermişti.
Andres Escobar’ın öldürülmesinden sonra hayatlarının tehlikede olduğunu düşünen Asprilla, Valderrama ve Chonta Herrera gibi birçok oyuncu ya futbolu bırakacaktı ya da milli takımı bir daha oynamayacaklarını açıklayacaklardı. Ligdeki bazı yıldızlar da kariyerlerine Avrupa’da devam etme kararı alacaktı.
Son cinayetle birlikte hükümet de futbolun içindeki uyuşturucu parasına savaş açacaktı. Tüm bu para akışına göz yuman ve aynı zamanda Cali karteliyle ilişkisi olan dönemin Futbol Federasyon Başkanı Juan Jose Bellini görevinden alınacaktı. Böylece narko-futbol yavaş yavaş temizlenmeye başlayacaktı. Başlıca maddi kaynağını kaybeden kulüpler ilerleyen zamanda iflaslarını açıklamak zorunda kalacaklardı.
Sonraki yıllarda kulüpler bazında birkaç final daha gelse de Kolombiya futbolu için çöküş başlamıştı. Tüm bu değişimden sonra Güney Kore karşısında çıktığı ilk milli maçta takım sahadan yenik ayrılacaktı. Üstelik kadroda, Dünya Kupası kadrosundan farklı yeni onbir oyuncu yer alacaktı. La Tricolor lakaplı takım hazırlık karşılaşmalarında, Copa Amerika maçlarında galibiyetler alsa da Brezilya, Arjantin, İngiltere gibi takımlar karşısında mağlup ayrılmaktan kurtulamayacaktı. Üstelik Temmuz 1996 ile Temmuz 1997 arasını yedi mağlubiyetle tamamlayacaktı. Bir dönemin yenilmez armadasından eser yoktu artık. Öyle ki Kolombiya, takip eden üç sene içerisinde FIFA sıralamasında dördüncülükten 34’üncülüğe geriledi. 1998 Dünya Kupası’na katılmayı başarsalar da İngiltere, Romanya ve Tunus ile birlikte yer aldıkları grupta sadece Afrika temsilcisini yenip grupta üçüncü oldular. Kulüp takımları ise uluslararası arenada ara ara parlasalar da uzun bir dönem büyük bir başarıya imza atamayacaklardı. Hem kulüp hem de milli takım düzeyinde tekrar uluslararası başarı elde etmeleri için uzun yıllar beklemek zorunda kalacaklardı (Once Caldas’in 2004 Libertatores şampiyonluğu ve Milli Takımın 2001 Copa America şampiyonluğu). 80’lerin ikinci devresiyle birlikte başlayan o beyaz rüya 90’ların ortasında bitmişti.