– Bir Batu ANADOLU yazısı –
Bundan kırk yıl önce bölünmüş halkın stadyumunda yapılan kavgalı iki kardeşin mücadelesi, savaşı ifade ediyordu. Bugün o çimlerde yeşeren barışı simgeliyor.
1953 yılının pek de sıcak olmayan bir 12 Temmuz sabahı dünyaya gözlerimi açmışım. Bedenimi oluşturan malzemelerin çoğu, benim de içinde yaşadığım Hamburg şehrinin Eimsbüttel bölgesinden gelmiş. İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde harabeye dönen bu bölgenin yıkıntıları; yetmiş bin kişi kapasiteli tribünlerime hayat verirken adımı “Halkın Parkı Stadyumu” anlamına gelen Volksparkstadion koymuşlar. Ama sekiz yıl öncesinde son bulması gereken acılar devam ederek kilometrelerce ötemdeki utanç duvarını oluşturmuş. Adımdaki “halk” kelimesi de tam o anda anlamını yitirmiş.
Doğduktan kısa bir süre sonra Hamburg takımının, bölgesel rakibi FC Altona’yı saf dışı bırakmasına ev sahipliği yaparken bir parçası olduğum Federal Almanya’nın yükselişini de uzaktan takip edebildim. Tek bilgi kaynaklarım olan ve koltuklarımda ikamet eden taraftarlardan zafer haberlerini aldıkça ben de coşuyor ama sonra duvarın öte yakasındaki kardeşi düşünüyordum. Doğu Almanya ile ilgili bilgi edinmem neredeyse imkansızdı. Ama iki kardeşe de doğumumdan yirmi bir yıl sonra ev sahipliği yapacağım kimin aklına gelebilirdi?
1974 Dünya Kupası’nda iki kardeş aynı gruba düşmüşlerdi. İleride casusluk romanlarının en gözde hikayelerinin çıkacağı bu dönemde iki ülke arasındaki ilişkiler normalleşmiş gibi görünse de durum öyle değildi. Gizli servislerle ilgili efsanelerin, köstebeklerin ve terör saldırılarının hakim olduğu bir ortamda benim yeşil çimlerim insanlara yeni bir bakış açısı sunabilirdi. Ama diğer taraftan yaşanacak doksan dakikaların, her an politik bir oyuncuğa dönüşmesi bir o kadar da kaçınılmazdı.
İki kardeşin de ilk iki maçlarını kazanmaları, son maça büyük anlam yüklemişti. Kazanan taraf grupta liderliği elde edecekti. Özellikle Doğu Almanya’nın Sosyalist Birlik Partisi, kapitalist kardeşe karşı alınacak bir zaferin hayalini kuruyordu. Tıklım tıklım dolu olan tribünlerim sadece bin beş yüz Doğu Alman kardeşimi kucaklamama izin vermişti ama güvenlik bahanesiyle konulmuş olan bu sınır bile tarihe tanıklık ederken keyfimi kaçırmaya yetmemişti.
Uruguaylı hakem Ruiz’in düdüğüyle başlayan karşılaşmanın henüz üçüncü dakikasında Federal Almanya gole yaklaşmıştı. Overath’ın topuk pasına hareketlenen Flohe’nin şutu, kaleci Croy’un solundan dışarı çıkmıştı. Avrupa şampiyonu Bayern Münih esintili batıdaki kardeş, ilerleyen dakikalarda baskıyı kurdukça “favori benim” demeye başlamıştı. İmparator Beckenbauer’in müthiş ara pasını takip eden Müller, topu Grabowski’ye kesmiş ama tekrardan Croy’un inanılmaz müdahalesi ile tehlike ertelenmişti.
Golü bulamadıkça hırslanan Federal Almanya’nın aksine Doğu Almanya serinkanlı oyunuyla tehlikeli gelmeye başlamıştı. 32. dakikada Kurbjuweit’ın taç atışında sağdan sıfıra inen Waetzlich’in yerden pasında Kreische topu altıpas bölgesinden hovardaca topu havaya dikti. Beş dakika sonra ise Jürgen Sparwasser’ın sağdan kullandığı serbest vuruş Anzing Kedisi Sepp Maier’ın kucağında kalıyordu. Beyaz formalı Federaller, buldukları açıkları değerlendirmeye çalışsalar da Schwarzenbeck’in etkisiz şutunda havayı döverken Bombacı Müller’in vuruşunda direğe takılıyorlardı. İlk yarı golsüz sona ermişti.
İkinci yarı ise beklentilerin aksine çok düşük bir tempoda başlamıştı. Ağır favori Federaller’in uzaktan şutları hedefi bile bulmazken Doğu Almanya kontratak bulmanın yollarını arıyor gibiydi.
Son on beş dakikaya girildiğinde maçın başladığı gibi biteceğine inananların sayısı arttıkça komplo teorileri de çoğalmaya başlamıştı. İlk yarıdaki etkili futboluna rağmen Federal Almanya’nın kazanmaya çok niyetinin olmadığı söyleniyordu. Temel neden takımın ikinci turda Hollanda ile eşleşmek istememesiydi. O an futbol topu da bu söylentileri doğrulamak istercesine harekete geçti. Jürgen Croy bir Federal Almanya karambolünden sonra topu hızlıca eliyle Erich Hamann’a atmıştı. Hamann, İmparatorun baskısı altında olmaksızın topu 30 metre sürmüş ve ilerideki tek oyuncu olan Sparwasser’a uçurmuştu.
Kupa Galipleri Kupası sahibi FC Magdeburg’un yıldızı Sparwasser; Federal Alman savunma hattını başı, omzu ve göğsüyle yararak Vogts ile Höttges’i şaşırtan bir manevra yapmış ve Maier ile karşı karşıya kalmıştı. Bembeyaz savunmaya karışan masmavi bir forma, kendi adıyla anılacak olan şık vuruşla topu ağlara gönderirken sevinen; altmış bin kişi içindeki azınlık oluyordu. Konuklarımın geri kalan kısmı kurulan komplo teorisine inanmış gibi görünseler de içten içe bir hezimete doğru gittiklerini fark etmişlerdi. Öyle ki bu gerilim sahaya da yansımış, Federal Almanya kalan dakikalarda sadece Höeness ile bir pozisyona girebilmişti. Saniyeler eriyip giderken Sosyalist Birlik Partisi, kapitalist kardeşi mağlup etmenin coşkusunu yaşıyordu. Maçın son düdüğüyle birlikte uğultular bütün benliğime işlemişti. Yaşanan sürprize rağmen sahadaki oyuncuların birbirlerine olan yaklaşımları umut vericiydi. Siyasi arenanın dışındaki çimlerde koşan yirmi iki oyuncu, bir arada olabilecekleri nadir anları paylaşmışlardı.
Futbol açısından sonrasında işler tersine döndü. Hollanda’yla aynı gruba düşen Doğu Almanya ikinci turda galibiyet yüzü görmeden elenirken Federal Almanya finale yürüyordu. İmparator’un “Sparwasser’in golü bizi uyandırmasaydı asla şampiyon olamazdık sözleri” ne kadar manidar olsa da doğruydu. Finalde Hollanda’yı deviren Federal Almanya şampiyon olurken ben yine uzaktan izlemek zorunda kalmıştım. Ama turnuvanın en akılda kalıcı anlarına ev sahipliği yapmanın da gururunu taşıyordum.
Yıllar sonra utanç duvarı yıkıldığında da Doğu Alman takımları özgürce çimlerimde koştuğunda da 22 Haziran 1974 tarihinin benimle anıldığını biliyordum. 1998’de tarih tekerrür etti. Miadımı doldurarak bedenimin üzerinde modern konserve stadyumlardan birinin yükselişine tanıklık etmek zorunda kaldım. Ama kardeşler bir daha kavga etmesin diye hafızamı o çimlerin üzerinde bıraktım. Yeşerdikçe insanların geçmişten ders almasını diliyorum.