– Bir Batu ANADOLU yazısı –
İnsan, izlediği her oyunda heyecanla bekler son perdeyi. Düğümün çözüldüğü o anlar, bazen beklenmedik sonuçlara da yol açar. Özellikle o oyunun adı futbol ise…
Uğur Vardan, Tunca Arslan’ın “Futbol ve Sinema” isimli kitabı için yazdığı önsözde futbol ve sinema ilişkisine değinirken güzel bir ortak noktayı vurgular: Bir sinema eseri de ya da bir futbol takımı da yaratıcılarının elinden çok çabuk kurtulup kendi serüvenlerini yaşarlar. Futbol, sinemaya benzediği gibi “an”ın farkındalığını yaratarak ya da anı yakalayıp zamanı yavaşlatarak tiyatroyu da andırır. Kendi içinde iki perdelik bu oyun, yeri geldiğinde onu takip eden gözlerin hayatına yeni perdeler ekler. Ama bazen tam tersi olur ve hayatın yeni perdeleri, oyuncularını farklı noktalara taşırlar.
1980’lerin sonunda Sovyetler Birliği’nin ve dolayısıyla “Demir Perde”nin çöküşü, Scorpions’ın “Wind of Change” şarkısının vurguladığı gibi iyimser rüzgarlara yaratsa da Sovyet futbolunda bir süre ters rüzgarlara neden olur. Ama bir grup futbolcu vardır ki bir o dönem yaşanan siyasi karmaşanın simgesi haline gelirler.
Kimin için savaşıyorduk?
Bu futbolculardan ilki olan, Akhrik Sokratovich Tsveiba 1966’da Abazya topraklarında dünyaya gözlerini açar. 17 yaşındayken doğduğu toprakların takımı Dinamo Sokhumi takımında başlayan kariyeri, Dinamo Tiflis’te devam eder. Ama futbol hayatındaki asıl kırılmayı Dinamo Kiev’e transfer olarak yaşar. 24 yaşındaki savunma oyuncusu, efsane hoca Lobanovski’nin takımının bir parçası olarak şampiyonluğu tadarken kendisini ilk kez Sovyetler Birliği milli takımında bulur. İsrail’e karşı oynanan maçla başlayan milli takım kariyeri, bir İtalya maçında Schillaci’ye göz açtırmamasıyla yükselişe geçmek üzereyken en büyük korkusuyla yüzleşir. 1990 Dünya Kupası’na çağrılmasına karşın sakatlığı nedeniyle turnuvada forma giyemez. Hedefi artık 1992 Avrupa Şampiyonası’dır ama o turnuvaya farklı bir takımla çıkacağını hayal etmemiştir.
1990 Dünya Kupası sonrası Lobanovski Birleşik Arap Emirlikleri’nin yolunu tutarken Sovyetler Birliği ise Bağımsız Devletler Topluluğu’na dönüşür. 1992 Avrupa Şampiyonası’na katılan bu ekip; Sovyetler’in son demleri olarak görünürken Demir Perde’nin diğer ucundaki Yugoslavya’nın turnuvadan ihracı, malumun ilanı olur. Tsveiba iki maçta terlettiği formasını turnuva sonunda sandığa kaldırır ve ikinci birliğinin yok oluşuna da tanık olur.
Lobanovski sonrası eski günlerini mumla aramaya başlayan Dinamo Kiev’in tecrübeli oyuncusu, top koşturduğu ülkeden beklenmedik bir davet alır. Bir maç da olsa Ukrayna milli takımının formasını giyse de Macaristan’a karşı alınan 2-1’lik bir mağlubiyet sonrası bu fırsatı bir daha bulamaz.
1992’de Rus vatandaşlığına geçerek kısa süreli bir Rusya macerası yaşayan Tsveiba, kariyerini Japonya’da sürdürmeye karar verir. Burada üç yıl geçirirken milli takım hocalarının gözünden de gönlünden de ırak bir yaşam sürer. Kariyerinin son demlerinde Rusya’ya dönerek Alania Vladikavkaz ile anlaşır. Gösterdiği performans, ona sadece yeni bir milli takımın değil tarihe mal olmanın da kapılarını açar. Tecrübeli koç Ignatyev, yine bir İsrail maçında ona formayı verir. Tsveiba, gösterdiği performansla takımının play-off maçlarına kalmasına yardımcı olsa da kader bir kez daha onun karşısına İtalya’yı çıkarır. 1-1 biten maçın rövanşında alınan 1-0’lık mağlubiyet Rusya’nın hayalleriyle birlikte Tsveiba’nın dördüncü milli takım kariyerini de sonlandırır.
“Rusya Ana”nın evlatları
Yuri Nikiforov ise Rusya milli takımından hatırlansa da geçmişinde iki farklı milli takımda daha forma giyer. 1970’de Odessa’da doğan savunma oyuncusu, yine Dinamo Kiev’de oynadığı futbolla dikkat çekerek Bağımsız Devletler Topluluğu takımına davet edilir. 1992 Avrupa Şampiyonası’nda oynamasa da Sovyetler’in soğuğundan uzakta, Miami’de oynanan bir Amerika Birleşik Devletleri maçı ile ilk kez formayı giyer. Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasıyla ülkesinin milli takımına geçiş yapan Nikiforov, Rusya vatandaşlığı alarak önce Rus milli takımının ardından da Spartak Moskova’nın yolunu tutar. Milli takımla 1994 ve 2002 Dünya Kupalarında yer alan oyuncunun adı sık sık Beşiktaş’la anılır ama bu transfer bir türlü gerçekleşmez. Bu duruma en çok üzülen kişi ise her yaz “transfer bombaları”nı ele alan Korkut Göze olsa gerek.
Aslen Özbekistan vatandaşı olan Andrei Pianitski ise milli takıma giden yolun Rusya ya da Ukrayna’da oynamaktan geçtiğini fark ederek Spartak Moskova’ya transfer olur. Özbekistan ile iki maça çıkan orta saha oyuncusu, sonradan Bağımsız Devletler Topluluğu ile Rusya formalarını da giyer. 1994 Dünya Kupası kadrosunda yer alan Pianitski, Galatasaray’ın ilk Şampiyonlar Ligi sezonunda rakibi olan Moskova ekibindeki değişmez rolünü milli takıma yansıtamaz.
Özel gurubun son ismi olan Tacikistan doğumlu orta saha oyuncusu Sergei Mandreko, 1991’de FIFA Gençler Şampiyonası’nda Sovyetler Birliği ile üçüncülük kazansa da hazırlık maçları dışında pek tercih edilmez. Buna karşın sadece altı kez giydiği milli takım formasını üç farklı ülkenin adı altında taşır.
Sonsöz
Futbol sahası bir tiyatro sahnesini andırır. Oyuncular gelir geçerler ama kendi rollerini oynar ve izlerini bırakırlar. Kimi oyuncular ise kısa sürede bir çok rolü üstlenirler. Belki seyirciler onları çok başarılı oyunculukları nedeniyle hatırlamayacaklar. Ama hayatın ve “an”ın nabzını tutmak konusunda bu isimler birer simge olmayı sürdürecekler ve son perde kapanmadan oyunun bitmeyeceğini bize hatırlatacaklar.