1964 yılında Fenerbahçe, Kupa Galipleri Kupası’nda yarı finalin kapısından döner. Roma’da oynanan üçüncü maçı Türk futbolunun önemli isimleri Cihat Arman, Şükrü Gülesin ve Can Bartu da Milliyet gazetesi için yazar.
1963-64 sezonu Kupa Galipleri Kupası çeyrek finalinde Fenerbahçe, Macaristan’ın MTK Budapeşte takımıyla eşleşir. O dönemde deplasman golü kuralı daha yürürlükte değildir. Budapeşte ve İstanbul’da oynanan iki maçın sonucunda üst tura çıkacak takım belirlenemez (0-2, 3-1). Tarafsız bir sahada üçüncü maç oynanacaktır. Üçüncü maç için önce Almanya sonra İsviçre söz konusudur. İki ülkenin federasyonları da maçın ülkelerinde oynanmasına onay vermez. Ardından Viyana’nın ismi geçer. Bu sefer de Fenerbahçe lobi yapar ve maçın Macaristan’a yakın bir yerde oynanmasını istemez. UEFA yetkilileri, sonunda maçın İtalya’da oynanmasına kadar verir. Bu sefer de hangi şehir olsun tartışması vuku bulur. İtalya federasyonu maçın Napoli’de oynanmasını isterken, Macarlar maçın Torino veya Milano’da oynamasında ısrarcı olurlar. Türkiye Futbol Federasyonu’nun da nihayet çabalarıyla maçın 18 Mart’ta Roma’nın Flaminio Stadı’nda oynanmasına karar verilir.
Fenerbahçe Roma’ya İsmet Uluğ’un başkanlığındaki kafile ve ikinci reis Müslim Bağcılar, teknik direktör Fikret Kırcan, idareci Suphi Ergül, menajer Ahmet Erol ve 16 futbolcuyla çıkarma yapar. Takımdaki futbolcular ise şöyledir: Hazım, Ali, Osman, Atilla, Büyük İsmail, Şeref, Özer, Hüseyin, Tuncay, Ogün, Yüksel, Şenol, Birol, Aydın, Selim, Ali İhsan ve Özcan’dır. Takımın antrenörü Miroslav Kokotoviç, İtalyan konsolosluğu tarafından geç vize verildiği için kafileye maç günü iştirak eder.
Dönemin önemli gazetelerinden Milliyet, karşılaşmayı takip etmesi için spor servisinden Cihat Arman’ı görevlendirir. Arman’a, Milliyet’in Roma muhabiri Şükrü Gülesin de katılır. Milliyet’in iki güçlü futbol otoritesi ve Türk futbolunun biri Fenerbahçeli, diğeri Beşiktaşlı iki yıldızı, atmosferi ve maçı Milliyet okurları için gün gün aktarır. Cihat Arman ve Şükrü Gülesin’e o yıllarda Fiorentina forması giyen Can Bartu da katılır ve önce Fenerbahçe kafilesini ziyaret eder, ertesi gün oynanan maçla ilgili yorumlarını Milliyet okurları için yazar. Gelin o günleri onların kaleminden takip edelim:
Şükrü Gülesin Roma’dan yazıyor / 18 Mart
Roma’dan notlar
* Şöyle bir baktım kafileye: Vildan Aşir Savaşır var… Cihat Arman var… Samim var. İsmi üstünde var… Ahmet Erol var… Eeee Milano’da Gündüz Kılıç… Bir de ben varım… 1948 Londra Olimpiyatlarına tekrar gidiyoruz sandım. Kadro aynı… Lâf aramızda, Allah kem gözden korusun, Ahmet Erol bana dönmüş… Ama gene de çıksak sahaya. Federasyonun geleneklerini bozmayacak bir miktar da biz yeriz İtalya’da…
* Şenol’la Birol bir köşede oturmuş, düşünüyorlardı. Beni görünce «Ooo ne haber Beşiktaşlı Şükrü ağabey?» dediler. Mâsum çocuklar, ellerinde siyah-beyaz renkli mecmualar vardı. Üstelik beni teselli için «Üzülme Şükrü ağabey, son Fenerbahçe-Beşiktaş maçına… O maçta Beşiktaş, Beşiktaş’ı yendi» demeyi ihmal etmediler. Belki de Fenerbahçe’de istedikleri gibi oynayamayışlarının sebebi de, kendilerini hâlâ Beşiktaşlı zannetmeleri…
* Fenerbahçenin gelişi cidden enteresan oldu. Uçak geldi, kafile indi, formaliteler tamamlandı. Ama Büyük Fikret bana «Henüz tamamlanamadık» dedi. Önce anlayamadım, sonra gene Fikret «Aman, dedi, bizim antrenör gelecek. Sen İtalyancanla ona yardım ediver!» Bekledim bekledim, nihayet bir uçak geldi. İçinden bir adam indi. Sarışın, kısa boylu, ondüleli saçlı… Üzerinde bir pardüse vardı, ben onu milli sandım, meğer Yugoslav antrenörmüş… «Ben var aramak Fenerbahçe» dedi. «Yarın Flamino sahasına gel, bulursun» cevabını verdim.
* İşittim ki, eski takım arkadaşlarımdan Gündüz Kılıç, Milâno’ya gelmiş. Antrenör Herrera’dan İtalyanca lisan dersi alıyormuş. Lisan bitince antrenörlük ve menecerlik dersi alacakmış. İnter kulübü de beğenmiş bu fikri. Hattâ «Bizde kalamaz mısınız?» diye sormuşlar. Gündüz ise, «Rüçhan’la Turgan olmadan çalışamam. Onları getirin» demiş…
* Fenerbahçenin geleceğini duyan Can Bartu, otomatik omuzunu derhal attırdı ve sırf takımının maçını seyredebilmek için sakatlandı. Fenerbahçeliler, «Can gelse de, taktik ver…» diyorlar… Kulakları çınlasın, Orhan Şeref’e de Bologna’da Can birşeyler söylemişti… Hani canım, 6-0’lık maçta…
* Burada Macar mültecisi çok. İtalyanlar da onları çok sever. Bu bakımdan vakti boş olup da maça geleceklerin çoğunluğunu bu Macar mültecileri teşkil edecek diye korkuyorum. Bu korkumu Fener idarecilerine de açtım. «Bu bir ehlisaliptir.» dedim kendilerine, «Paradan kaçınmayın» tavsiyesinde bulundum. Onlar da kaçınmadı. Hazırlığa giriştim. Buradaki koloniyi ayaklandırıyorum. Ben de bir eşeğe binip ehlisalip papazları gibi elimde çıngırakla maça bizimkileri dâvet edeceğim.
* Cihat Arman’ı Lazio’ya satmayı teklif ettim. Yanaşmadı. «Ümitlerle meşgulüm» dedi. «Daha sen kendin ümitsin» dedimse de dinletemedim. Halbuki çıksa sahaya, iki yumruk vursa topa, rahat satarım onu…
* İtalyanlar maça, adam gibi bir hakem koymuşlardı. Fakat bu Adami’yi, fazla Türk maçı idare edip Türk hakemlerine dönmüştür diye, Macarlar istemedi.
* Çocuklar benim notlarım bu kadar… yarın gene erkenden telefonla arayın… Evet, aynı numaradan… Durun durun, mühim bir ricam var… Daha doğrusu Müslim Baba rica etti… Namık, ne kadar zahmetse ilgilenin şu işle… Memleket meselesi… Fenerbahçenin, Türk futbolünün prestiji bahis mevzuu… Orada kalan idareciler de meşgul oluversinler… Seyahate katılamayan idareciler hemen Sulukule’ye gidip o zurnacıyı bulsunlar…Acele, döyiz, pasaport işini tamamlayıp zurnacıyı maç akşamı uçağına yetiştirsinler…Hava alanında ben karşılayacağım. Aman Namıkcığım, ne olur, ihmal etme… Müslim Bağcılar çok rica etti… Haaa bir de Boğaz Gazinolarından birinden üç dört tane temiz masa örtüsü gönderin. Buradaki lokantalarda kağıt örtü kullanıyorlar. Bezlerin de boyu küçük… Müslim Baba «Boğazdakiler benim göbek ölçümü bilir, ona göre üç dört örtü versinler» dedi. Seyahate gelemeyen idarecilerden biri, bu örtüleri acele uçak havalesiyle yollasınlar… Aman zurnacının pasaportunu geciktirmeyin… Haydi eyvallah… Sakın bunları dalgınlıkla gazeteye yazayım demeyin… Tamam matmazel, tamam… Si si… İstanbul parlato finito…
Cihat Arman Roma’dan yazıyor / 18 Mart
Yıllardan sonra aynı heyecan…
İki gündür Fenerbahçelilerle beraberim. 16, 17 sene kalesini koruduğum F. Bahçe’nin bugünkü çocukları bunlar.
Yıllar ne çabuk geçiyor diye düşünüyorum. Ve fırsat buldukça onları uzaktan, uzağa süzüyorum. Aralarında neş’eliler var… Durgunlar var… Çocuklar var. İşte ogün… İşte Selim… Hattâ Birol, hattâ Şenol. Atillâ da öyle. Hüseyin de, hocalığını yaptığım Hâzım ve Alibeyköyde gördüğüm beğendiğim Ali İhsan da öyle. Alibeyköy – Kasımpaşa – Fenerbahçe… şimdi Ali İhsan’ı Avrupa karmasına aday gösteriyorlar…
Evet, fırsat buldukça aralarına giriyorum. Onlarla konuşuyorum… Çoğuna göre eski bir futbolcu, eski bir kaptan veya eski bir hocayım ben… Çoğu, ben Fenerbahçe’de futbol oynamaya başladığım sene dünyada değildi belki. Size bir şey söylemek istiyorum: çok uzağında kaldım Fenerbahçe’nin. İçimden bir şeyler kopar gibi oluyor, özlemek bu… Özlemişim Fenerbahçe’yi, özlemişim Fenerbahçe’lileri…
Fenerbahçe ile 2 gündür Romadayız… Roma’ya bundan evvel de gelmiştim. Gazeteci olarak, antrenör olarak. Ama, Fenerbahçe ile Roma’da beraber olmak, daha başka şey. Biz de gezerdik eskiden. Dünyanın her tarafına gittim Fenerbahçe ile. Milli takımla. 3 devir geçmiş aradan. Genç genç delikanlılar yavru futbolcular, gene heyecanlar ve körpe Fenerbahçe’liler. Bizim zamanımızda kulüpler bugünkü kadar yurd dışı resmi teması olmazdı. Bakıyorum da hepsi Avrupa Kupa Galipleri Turnuasının ne demek olduğunu biliyor. Hele bu turnuada şu Roma barajını aşarlarsa erişecekleri başarının değerini takdir ediyorlar. Birol’la konuşuyorum: «ağabey» diyor «şu maçı kazanırsak, memlekete uçarak döneceğiz. Fenerbahçe’yi, bir Türk takımını Avrupanın ilk dördü arasında sokabilirsek.» Sadece Birol değil böyle düşünen…
Fenerbahçe, Roma’da MTK ile 3. defa karşılaşıyor… Yenersek hakiki bir kupa galibi gibi yurda döneceğiz. Artık yarı finalde karşımıza Manchester mı çıkar? Yoksa SV Hamburg mu? Bunu tahmin etmek güç.
«Bugünkü maça gelince: ben Fenerbahçe’nin eski kalecisi Cihat Arman: yıllarca formasını taşıdığım Fenerbahçe’nin yarı final şansını Roma’da bırakacağını düşünmüyorum bile…»
Şükrü Gülesin Roma’dan yazıyor / 18 Mart
“Aman… Maçın başında bir gol…”
Eski takım arkadaşları ile şakalaşan Fiorentinalı Can Bartu, sezon sonunda ameliyat edilecek. Fiorentina’lı Can Bartu, F. Bahçe’nin bugün MTK ile yapacağı maçı seyretmek üzere Roma’ya gelmiştir.
Sakatlığı sebebiyle Fiorentina’nın son maçında yer alamayan Bartu’nun eski takım arkadaşlarının bulunduğu otele gelişi büyük bir sevinç uyandırmıştır.
Fenerbahçe’nin kendi oynadığı zamanlara nazaran büyük bir kadro değişikliğine uğradığını söyleyen Can, Şenol ve Birol’la şakalaşmıştır.
Bartu, Fenerbahçe-MTK maçı hakkında şunları söylemiştir: «Gördüğüm kadarıyla MTK hafif bir takım değil. İyi futbol oynuyor. Fenerbahçe işi sıkı tutar ve oyunun başında gol şansını iyi kullanırsa tur atlar. Aman maçın başında bir gol…»
Fenerbahçelilere bazı tavsiyelerde bulunan Bartu, sol omuzundaki sakatlığın giderilmesi için röntgen muayenesi sonunda doktorların kendisine ameliyat tavsiye ettiklerini bildirmiş ve «Ancak şu anda ameliyat olmaya cesaretim yok. Temmuza kalmasını arzu ediyorum.» demiştir.
(Küçük bir ara) Cihat Arman, Şükrü Gülesin ve Can Bartu’nun yerinde takip ettiği maçı Fenerbahçe 86. dakikada yediği golle kaybederek yarı finalin kapısından döner. Yıldız isimler maçın analizini ertesi gün şöyle yazarlar:
Cihat Arman Roma’dan bildiriyor / 19 Mart
Yazık!… Fenerbahçe Elendi.
Maçın bitimine 4 dakika kala santrfor Kuti’nin ayağından bir gol yiyen Fenerbahçe elendi. Müsabakanın hakkı beraberlikti. Kaleci Hâzım hatâlı bir gol yedi.
Fenerbahçe, Avrupa Kupa Galipleri turnuası çeyrek finalinde Macar MTK takımı ile dün Roma’da oynadığı üçüncü maçı 1-0 kaybetti ve Kupadan elendi.
Oyunun golsüz berabere kapanacağına ve yarım sat uzatılacağına artık herkes inanmıştı. Aslında bu tempoda oynanan bir maçın hakkı da «beraberlik» olmalıydı. İki takım birbirlerine fazla üstün görünmemişler, karşılıklı fırsatlar kaçırmış, karşılıklı goller kurtarmışlardı. Ve işte sadece dört dakika vardı 90 dakikalık müddetin bitmesine… Ondan sonra yarım saatlik temdit, o da netice vermezse «kur’a», takımların kaderini tâyin edecekti. Ama kimsenin beklemediği bu sırada, birden gelişen bir Macar akını «gol»e kadar gitti: Fenerbahçe ceza sahasına sağdan sola, soldan sağa enlemesine paslaşarak inen MTK’lılar, sağiçleri Takacs’in ceza sahasının iki metre kadar dışında topu kaleye havale etmesiyle tehlikeyi yarattılar. Sıkı gelen topu Hâzım’ın bloke etmesi beklenirdi. Fakat Fenerbahçe kalecisi hâkim olamadı meşin yuvarlağa… Topu elinden düşürmesiyle MTK santrforu Kuti’nin atak yapması bir oldu. Kuti, topu vurarak filelere gönderirken, kendisi de ağlara yapışıyordu. Santrfor bu tarihi golü takımına kazandırdığı sırada sakatlanıyordu da… Fenerbahçeliler ise bir matem havasına bürünmüşlerdi. Kolay değildi bitime 4 dakika kala golü yemek… Bütün ümitleri götüren, uçuran bir goldü bu…
Maç ağır tempoda başlamıştı. İki tarafta da daha çok müdafaaya önem veren bir taktik seziliyor, iki takım da birbirinden çekindiği farkolunuyordu.
Bu arada karşılıklı hücumlar, daha ziyade yoklama, deneme hüviyeti taşıyordu. Ogün’ün güzel bir vuruşunu Aydın’ın yakından avta giden sıkı şutu takip etti. 15. dakikadaki bu fırsatın akabinde sarı-lâcivertliler, Şerefin desteklediği bir hücum geliştirdiler. Aydın’ın sert şutunda direğe çarpan top, Fenerbahçeyi bir golden mahrum etti. Ancak 27. dakikada da Vasas’ın sıkı şutu ile gelen top, direklerin birleştiği köşeye çarpacak ve ayni şansızlığı MTK’lılar hesabına tekrarlatacaktı.
İki sert giriş yapan Özer’e hakemin ihtarda bulunduğu bu devrenin diğer önemli anları, 39. dakikada Ogün’ün iki müdafii de geçmesine ve penâltı noktasına gelmesine rağmen, müsait pozisyonda topu kullanamayışı, 44. dakikada da – Bödör’ün kaleye pek yakın mesafede, hem de bomboş durumda golü atamayışıydı. Böylece nisbeten durgun geçen ilk yarı 0-0 kapandı. Fenerbahçe, bu yarının sonlarına doğru Birol’la Selim’in yerlerini değiştirmişti.
Maçın sonları yaklaştıkça iki taraf da yarım saatlik uzatmaya inanmağa başlamışlardı. Gerçekten görünen buydu. Maçın hakkı da beraberlikti. Fakat işte, başta anlattığımız gibi, Hâzım’ın bir anlık hatâsı, MTK’lılara bir gol fırsatı yarattı ve takımının pek de iyilerinden olmayan santrfor Kuti de bu büyük fırsatı kaçırmadı. Cidden yazık oldu…
Şeref sağiç oynamalıydı.
Peşte – İstanbul derken, neticesi Roma’ya kalan maçın ilk devresi belki de iki tarafın birbirini denemeleri sebebiyle netice alıcı şekilden uzaktı. Sarı-lâcivertliler MTK’ya karşı daha defansif bir oyun oynamayı tercih etmişlerdi. Hücum tarzındaki oyundan ziyade, geride oynamaları uygun görünen iki içimiz hücum gücümüzün azalmasına ve Macarların zaman zaman altı forvet oynamalarına sebep oldu. Zora ve mücadeleye karşı zayıf olan Macarlara karşı Şeref’in sağiç, Hüseyin’in sağhaf oynaması daha tesirli olurdu, final maçı havasına girmemiş gibi görünen Fenerbahçeliler durgun temposu ile Macarları âdeta kendi sahalarına çağırdılar.
İkinci devrede tamir edilmesi icap eden yanlışlıklar rotüşsüz bırakılmış, netice yalnız çocukların enerjisine terkedilmişti. Topu koşturan Macarların akınlarını kesebilmek için faul ile bir oyun oynamak zorunda kalan müdafaamız netice itibariyle yorulmuş ve yapılan hatâların bir tanesinde yediğimiz golle bu mühim maçı kaybetmiş bulunuyoruz.
Can Bartu Roma’dan yazıyor / 19 Mart
Bu F. Bahçe MTK’yı mağlûp edemezdi.
Bence maçın Fenerbahçe’nin mağlûbiyetiyle bitişi normaldir. İyi futbol oynadığını evvelce belirtmeye çalıştığım MTK bu ölüm -kalım maçından, fevkalâde bir varlık gösterememesine rağmen galip çıkmasını bildi. Böyle bir mücadele havasında Macar takımını galibiyete götüren sebep, her şeyden evvel futbol anlayışındaydı. Kısaca, Macar’lar herhangi bir orta Avrupa takımı gibi topu koşturdular ve Fenerbahçe bunu yapamadığı için maçı kazandılar. bir noktaya daha dokunmak isterim: 86. dakikadaki bu gol olmasaydı da, neticenin tâyini temdide kalsaydı. Fenerbahçe bu oyunuyla ve kondüsyonuyla maçı kurtaramazdı. Nefessiz gördüm eski takım arkadaşlarımı, iyi futbol oynadığı ileri sürülen Fenerbahçe’nin, MTK karşısında o iyi futbolunu tekrarlayamadığını kabul etmek gerekir.
Normal oyununu çıkaramayan Fenerbahce’nin bu mağlûbiyetini 86. dakikada yediği gol dolayısiyle kaleci Hâzım’ın omuzlarına yükleyecekler, hatâ ve insafsızlık etmiş olacaklardır. Futbol bu. Her kaleci büyük kurtarışlar yapar, küçük veya büyük goller yer. Fenerbahçe’nin, Roma’daki maçta en beğendiğim adamı, İstanbul’daki kadar fevkalâde gözükmediği ileri sürülmesine rağmen Ali İhsan’dı. İleride yalnız kalan Şenol ise, oyuna korkarak giren Macar’ların hakikaten en korktuğu adam hüviyetini maçın sonuna kadar muhafaza etti. Ve bir şeyler yapmaya çalıştı. O kadar.
Bu maç üzerine söylenecek fazla bir şey yoktur. Son olarak «sağlık olsun» der, eski takımıma Millî Lig’de ve Türkiye kupasında başarılar dilerim…
Şükrü Gülesin Roma’dan bildiriyor / 19 Mart
“F. Bahçe horozu fazla bir takım”
Hatâlı bir gol yediği için kriz geçiren ve ağlayan Hâzım’a bütün kabahati yüklemek doğru değil. MTK takımı da kapalı bir müdafaa taktiği ile oynadı.
* Ben neye üzüldüm bilir misiniz: MTK sahaya yenilmek için çıkmış bir takımdı da ona üzüldüm… Hani yendiklerine onlar bile şaştılar. Daha doğrusu sahaya yenilmek için çıkan Macarlar, baktılar ki karşı tarafta iş yok. Biraz gayretle oyunu başabaş hâle getirdiler. Sonra da Fenerbahçeden çok daha tehlikeli oldular. Lâf aramızda, forvetleri acemice gol kaçırmasa daha rahat alırlardı maçı… Gene lâf aramızda, Fenerbahçenin bu kadar güreşe yakın futbol oynayacağını da hiç tahmin etmezdim.
* Bizim futbolcuların her gelişinde dikkat ediyorum: şut atmak unutulmuş galiba bizde… Bu maçta da Fenerbahçe forvetlerinin attıkları şutlar öyle yavaştı ki, kaleci topları tutmaktan başka iş yapmadı.
* Kim kim? Hâzım mı suçlu? Asla! Golü yediği andan beri sahada, soyunma odasında, otelde, her yerde ağlayan, hattâ kriz geçiren genç kaleci sadece şanssızdı. Kalecilik bu… Kolay mı? Bir takımda bir kaleci gol yiyebilir. Ya o takımda gol atacak elemanlar?
* Fenerbahçeyi «horozu çok» bir takım olarak gördüm. Ahmet sahanın içinde son talimatı veriyor. Fikret iç talimatı veriyor… Bu ara da antrenör Kokotoviç’i göremedim ortalarda… Karısını görmeğe Yugoslavyaya gitmiştir belki de…
* Tarih tekerrürden ibarettir: Macarlar bize bayrak verdi, biz onlara vermedik.
* Seyirci azdı… İtalyanlar 6-0 lardan, 7-1 lerden sonra bir Türk takımını görmeğe gelmedilerse, kızabilir miyiz kendilerine? Ama o az erkek seyirciler Türk, kadın seyirciler ise Macardı. Yâni hiç değilse erkeklik ölmedi Romada da…
* Gülünecek değil, ağlanacak maçtı… O kadar ki, Fenerbahçenin neşeli Müslim Baba’sı bile, el etti bana: «İstanbula söyle!… zurnacı da dursun. Boğazdaki masa örtüleri de…» dedi… Benden iletmesi… Ne diyelim «geçmiş olsun!…» İtalyaya gelip de böyle gözyaşlarıyla dönen ilk takım değil Fenerbahçe…
(Küçük bir ara daha…) Maç sonrasında Fenerbahçe kulübünde hava gergindir. İkinci başkan Müslim Bağcılar, Beşiktaş’tan transferleri Şenol ve Birol’dan istifade edemediklerini açıklarken, kulüp içindeki muhalefet ise kongrede başkanlığa Zeki Rıza Sporel’i getirmek için adım atar. Muhalefete göre teknik ekip de değişmelidir. Cihat Arman ve Şükrü Gülesin ise maçla ilgili eleştirilerine bir sonraki gün de Milliyet gazetesindeki yazılarıyla devam ederler. Fenerbahçe’nin Kupa Galipleri Kupası’nda dömifinalist olamamasını biraz sertçe kaleme alırlar:
Cihat Arman yazıyor / 20 Mart
F. Bahçe neden elendi?..
1. Bölüm – Değişen yeni birşey yok
Dünyayı gezdim dolaştım ve bu seyahatlerim de gazeteciliğimden ziyade çeşitli futbol kafileleri ile oldu fakat hemen şunu söylemeliyim ki, biz hâlâ imkânsızlıklar içinde bocalıyor ve Birinci Cihan Harbinden kalma çalışma tarzımızla işlerimizi yürütmeye gayret ediyoruz. Demek ki, senelerdir dış seyahat yapan futbolcu ve idare adamlarımız güzellikleri, değişen çalışmaları ve ileri doğru atılan dev adımları benimsememiş ve bu gördüklerini tatbike özenmemişler. İşte çok sevgili Fenerbahçemde de bu seyahatle aynı ruh, aynı eski tarz çalışma ve geri kalmışlığı müşahede ettim.
Senelerce iç bünyesinden uzak kaldığım kulübümün maç ve çalışmalarını ancak ağızdan, radyo ve tribünlerden seyretmek suretiyle duyup takip edebildiğim için düşünce ve hükmüm bambaşka idi. Fakat bu sefer yakinen gördüklerimle anladım ki, değişen bir şey yoktur ve hamam da aynıdır, tas da… Gönül isterdi ki, senede üç beş defa dışarıya çıkan mes’ul şahıslar orada gördüklerine ilâveten tetkiklerde bulunsun ve bunları memleketimizde de tatbik sahasına koysunlar. Küçük küçük mevzular halinde olan bu görgü ve bilgiler bir araya geldiği zaman bir kitap olur ve bu kitabın sayfalarındaki maddeler de tatbik edildiği zaman arzu edilen şekil ortaya çıkardı.
Denilmesi lâzım gelen bu uzun mevzuu burada kesmekle iktifa ederken, çok kötü oynamamıza rağmen kazanabileceğimiz bir maçın evvelden kaybedildiğini belirtmek isterim. Ve hemen şunu da ilave etmek isterim ki, yazacağım yazılar hiçbir kimsenin şahsına mâtuf değildir ve sırf gördüklerimden ibaret olup, Fenerbahçe ve Türk sporunun menfaati içindir.
Roma’ya iner inmez futbolcusu, idarecisi, menejeri, yardımcısı, hattâ masörü dahil, hepsinin birden alışverişe çıkması, sakat A. İhsan’ın Roma’ya inildiği anda doktora götürülüp tedavisinin düşünülmeyip dışardan gelenler tarafından alâkalanılması, oynanacak sahaya gidilip kramponların ne şekilde yapılması lâzım geldiğinin ve çocuklara sahanın gösterilme işinin düşünülmemesi, bütün mesuliyetin teknik insanlara ait olmasına rağmen, idarecilerin vazife icabı antrenmanı takip etmemeleri, gazetelere para ile üç gün üst üste ilân vermek suretiyle seyirci adedinin arttırılması düşüncesi gibi daha birçok noksanların yanında asıl mühim olan dâvâ, takım tertibimizin ve oyun tarzımızın yanlış oluşu ve oyunun içinde zuhur eden hâtâların da düzeltilmeyişidir. İşte bu sebepledir ki, yazacağım yazılarla bunları kendi görüşüme göre izah etmeye çalışacağım.
Şükrü Gülesin Roma’dan bildiriyor / 20 Mart
İtalyan Basınına Göre:
2.Bölüm – Bahçe de MTK da 4. sınıf takım
İtalyan basını Fenerbahçe-MTK arasındaki 3. Maçı 4. Sınıf bir karşılaşma olarak vasıflandırmıştır.
Maça sayfalarında gayet az yer veren Gazetta Dello Sport «Finalist olmak için Romada karşı karşıya gelen iki takımın oynadığı futbolu İtalya’da dördüncü sınıf takımlar oynuyor» demiştir.
Roma’da çıkmakta olan Corriere Dello Sport gazetesi maçı daha fena oynayan takımın kazandığını yazmıştır. Oyunun beğenilecek bir tarafı olmadığını belirten gazetenin maça dair görüşü şöyle özetlenebilir: «Bu maçta, yabancı seyirci için heyecan yoktu. Türkler az oynadı, çok koştu. Fenerbahçe inatla mücadeleye devam etti. Ama, Macarların futbolu daha iyiydi. Bu hayati maçta ne yapabileceklerini bilen MTK’lılar oyunun sonunda attıkları golle, gayelerine ulaştılar.»
Bologna’nın Stadio gazetesi ise Fenerbahçe’nin maçı son dört dakikada kaybettiğini vermekle yetinmiştir.
Fenerbahçe-MTK maçına fazla ehemmiyet vermeyen İtalyan gazetelerinde en beğenilen oyuncu olarak Şeref gösterilmiştir.
Maçı idare eden beynelmilel hakem Jonni Fenerbahçenin son dakikada uğradığı talihsizliğe rağmen, maçı kazanacak şekilde oynamadığına temas etmiş ve «İki takım da Avrupa Kupa Galipleri Turnuasının yarı finaline yakışacak seviyede değildi.» demiştir.
İtalyan futbol otoritelerinin görüşü de basının görüşüyle birleşmektedir. Maçı takip eden futbol adamları Fenerbahçe’nin, Türk futbolunun sistemi haline gelen müdafaa tutumundan kurtulamadığını söylemektedirler.
Cihat Arman yazıyor / 21 Mart
F. Bahçe neden elendi?…
2.Bölüm – Maçı Önceden Kaybetmişlerdi
Fenerbahçe, maçı neden maçtan önce kaybetmişti? Kupa Galipleri Turnuasına katılan takımların, yaş vasatisine göre en genci ve tecrübesizi olan MTK’yı en az iki defa seyreden mesul arkadaşlar, rakibimizin her oyuncusunu teker teker incelemeli, takım üzerinde uzun uzun etüd yapmalı ve oynıyacağımız oyun tarzıını bu ölçüler üzerine kurmalı idiler. Benim görüşüme göre bunlar yapılmadığı gibi, takımımız da bu maçın havasına sokulmamıştı. Hatta idareciler bile bu havaya girmemişlerdi.
Fenerbahçenin tarihine belki de bir daha böyle bir fırsat gelmiyecektir. Dünya çapında bir başarıya ulaşılması mümkün olan bu maçın benimsenmiyen bir hava içinde oynanması, maça ümitsiz bir şekilde çıkılmış olmanın ifadesidir.
Böyle bir hava içinde çıkılan seyahatte takımın tertibi de yanlış ölçülere göre yapılmıştı. Bu maçta takım bütün gücünü ortaya koyacak ve muhakkak kazanmak gayesiyle hücum teşebbüsünü ön plana alacaktı. Bu sebeple forvetin teşkilinde çift santrfor oynıyabilecek elemanları bulmak ve yerlerine koymak gerekirdi.
Bu gibi maçlarda misafir takımın yabancı sahada daima müdafaa oyununu tercih etmesi, kendi sahasında ise hücum oyununa baş vurması en tabii hareket olmakla beraber bitaraf bir sahada yapılan üçüncü maçta neticeyi almak için hücum teşebbüsünde bulunmak ve bu tarz oyunu oynıyabilecek elemanları seçerek takımı tertiplemek, en yerinde hareket olurdu. Halbuki bu düşünce hâkim olmamış ki forvet hattı hücum gücünden mahrum elemanlardan kurulmuştu. Yaratılış itibariyle daha ziyade geride oynamayı tercih eden iki içimizin bu oyun tarzı bilindiği halde, takım teşkilinin bu şekilde yapılması, daha ziyade müdafaa oynıyacağımızın bir işareti idi. Nitekim oyunun büyük bir kısmında iki içimiz, bilindiği gibi, geride ve boş sahada kalmak suretiyle hücum gücümüzün azalmasına sebep oldular. Zaman zaman Aydının da gerilere gelmesiyle iki kişi kalan forvetimiz iş yapamaz hale geldi ve bilhassa çok yalnız kalan Şenol sağa sola koşmaktan bitkin hale gelerek tesirsiz kaldı. Oyunun birinci devresinde görülen bu noksanlıklar ikinci devreye çıkılırken düzeltilebilirdi.
Hatta ve hatta, lüzumsuz koşuşmalardan yorulan Şenolun yanına nispeten diri olan Ogün’ü vermek suretiyle taze bir hücum gücü yaratmak mümkündü. İşte bütün bunlar düşünülmediği içindir ki Fenerbahçe maçı, maçtan önce kaybetmişti. O kadar kaybetmişti ki otelde son konuşma yapıldığı ve takım açıklanıp oynanacak oyun tarzı söylendiği zaman, yapılan işlerin yetersiz ve yanlış olduğu çocukların yüzlerinden okunuyordu.
Netice olarak kanaatim, tarihimize geçecek büyük bir zaferin, yanlışlıklar neticesi elimizden kaçırılmış olmasıdır. Temenni edelim ki, bundan sonra bu gibi hatalar tekerrür etmesin ve ayağa gelen kısmetler kaçırılmasın.