-Bir Banu Yelkovan yazısı-
Neden herkesin futbol anıları sıcak yaz günlerinde geçer bilmiyorum ama benimki de öyle..
1980’lerin Floryası. Biz henüz oraya taşınmamışız. Ama yengem doğma büyüme Şenlikköylü, sürekli onlardayız. Dayımın iki oğlu en iyi arkadaşlarımız. Hemen hemen aynı yaşlardayız zaten. Günler uzun, Allah ne verdiyse peş peşe oynuyoruz. Bahçe büyük, o kadar büyük ki sadece evin önüne denk gelen kısmını ele alıp çiçeklendirebilmişler. Sabah kahveleri, akşamüstü çayları hanımelleriyle, sarmaşık gülleriyle, akşamüstü kokusu iyice açığa çıkan yasemin çiçekleri ve leylaklarla sarılmış kameriyede içiliyor; dört bir yandan, dört ayrı koku geliyor.
Arka bahçeyse tam bir jungle. Kimsenin oraya ayıracak zamanı yok, ağaçlar üst üste, dalları meyveden yerlerde. Yazın müjdecisi dut da var, böyle parmağım kadar bal gibi. Daha olmadan talan ettiğimiz erik de, kiraz da, vişne de… Artık kimse yiyor mu, biz neden yiyorduk ki zaten onu da bilmem, iğde var. Kum gibi insanın ağzında büyüyor, yutamıyorsun ama yemeye devam ediyorsun. Bizim meyveler bitti dersen, komşunun bahçesi var. Bahçenin sonuna kadar gidebilsek kimbilir daha neler neler var da, balta girmemiş orman tadında gidemiyoruz ki. Yengem de sürekli ‘Yılan çıkar, çıyan çıkar’ diye korkutuyor zaten. E bunun akrebi var, vahşi köpeği var. Tırsıyoruz. Karnımız acıkınca camdan çeyrek ekmek arası karnıyarık içi tutuşturuyorlar elimize. Tatlı niyetine hanımelinin ballarını emiyoruz.
Bütün oyunları sırayla oynuyoruz. Önce kuzenler bizim hatırımıza evcilik, sonra biz onların hatırına maç.. Kardeşim benden bi’tık daha tombik olduğu için onu genelde kaleye koyuyorlar, ‘Şişman değil gürbüzüm’ diye itiraz ediyor ama sonra kalesini belirleyen taşları özenle düzeltiyor. Futbola kadın dokunuşu işte budur! Ben hızlı koşuyorum diye genelde ilerde oynuyorum. Deli danalar gibi bir aşağı bir yukarı koşuyorum sağ kanatta, tek başıma Premier League ama pek pas veren yok. Onlar orta sahada sen bana, ben sana, tiki taka La Liga takılıyorlar.
Bazen ta karşıdaki evde oturan komşunun bahçesine kaçıyor top, yaşlı adamcağız hiç kızmıyor, zaten teyzeler gergin genelde, top çiçeklerine gelecek diye daha maça başlamadan peşinen bağıranlar var. O zaman Florya’da bütün evler müstakil, her yer bahçe, nereye vursan bir yere kaçıyor zaten. Allahtan boş arsa da çok, kim şikayet etse ikiletmiyoruz, hemen yan arsaya geçiyoruz.
Komşular desen zaten hep topçu. Raşit Çetiner var, doğma büyüme Floryalı. İsmail Demiriz var, Yusuf Altıntaş var. Sokakta hep bir ‘Abi imza versene’ hali…
Bahçe bize zaten orman da evin çok yakınında gerçekten orman var. Florya Ormanı. Şenlikköy Stadı ona bitişik. Tahta tribünleri var, ah ne güzel stat. Kapıdan başını uzatıyorsun, baktın maç var, önce stadın içine girip, oradan tribüne yürüyorsun. Bakkal, kasap, manav, mahallece maç seyrediyorsun.
Stat güzel de orman mevzusu biraz tırsıtıyor bizi. Gece olup hava kararınca o ormandan çıkıp çocukları yiyen Suspirya hikayeleri anlatıyor psikopat kuzenlerimiz. ‘Tam ortasında yaşayan vampirler filan da var, biz her gün buradayız, görüyoruz, bak valla’ diyorlar. Vampirler, hayaletler, kurt adamlar dönüşümlü takılıyorlar hikayelerde. Ve ne hikmetse bu hikayeler tam da elektrik gidince ‘A geçen gün ne oldu biliyor musunuz?’ masumluğunda başlayıp ‘Selma teyzenin kızını suspirya ısırdı’ tadında bitiyor.
Bak tribünün hemen arkası orman diyorum, maç seyrederken ister istemez sürekli arkanı kolluyorsun, annene en masum sesinle ‘Suspirya var mı?’ diye soruyorsun, en sert tonuyla ‘Saçmalama kızım!’ diyor ama yok, emin olamıyorsun, çocuk aklına yer ediyor işte; ‘Ben gülmek için seyrediyorum’ diye başlayıp yavaş yavaş bilinçaltına işleyen futbol programları var ya, o misal. Zaten Selma Teyzenin kızı da son dönemlerde iyiden iyiye solgun görünüyor, onların bahçesine kaçan topları almaya teşebbüs bile etmiyorsun, maça temsili toplarla devam ediyorsun. Şenlikköy Stadı dünyanın en mistik stadı. Saçma sapan.
Gel gör ki birisi sana ‘Bize eski bir futbol anını yazar mısın?’ diye sorduğunda aklına gittiğin/seyrettiğin yüzlerce maç, gezdiğin onlarca müze, yaptığın/okuduğun sayısız röportaj, tanıştığın futbolcular gelmiyor da, fasulye kategorisinden sağ kulvarında koştuğun mahalle maçı geliyor işte. Kuzenlerinin hikayeleri yüzünden gözünde Transilvanya’dan hallice bir hale dönüşen Florya geliyor, Haziran akşamları bahçeye kurulan televizyondan seyrettiğin Dünya Kupası maçları geliyor… Dayının bütün çocukları arabaya doldurup Galatasaray’ın antrenmanına izlemeye götürdüğü ve antrenmana gidip gitmemenin taraftara ait bir karar olduğu günler geliyor… Hani tam köşeyi dönünce, karşından hızla gelen arabayla burun buruna çarpışmaktan kılpayı kurtulduğunuz o gün. Dört çocuğun canını taşımanın sorumluluğuyla arabadan hışımla fırlayan dayının karşı arabadan Prekazi inince apışıp kalması, dayılık genleri Galatasaray sevgisine ağır basınca hiç tanımamış gibi saydırması, 5 dakika sonra gidip antrenmanda aynı adamı alkışlaması geliyor.
Ne o Florya var bugün, ne o arsalar kaldı, ne o komşular, o stat. Orman bile daha küçüldü sanki. Prekazi hala arada bir geliyor da, dayım… O çoktan gitti işte.