– Mustafa KOÇ yazısı –
İngilizlerin her büyük turnuvada penaltılar kabusları olmuştur. Ancak yetiştirdikleri bir yıldız, tüm adaya nazire yaparcasına bu işte ustalığıyla ünledi. Adına şarkılar söylenip, ‘Tanrı’ dendi.
2010 Dünya Kupası öncesi, eski bir İngiliz futbolcu radyoda ukalaca bir konuşma yapıyordu. “Eğer görev verilirse, İngiltere Milli Takımı’na penaltı çalıştırabilirim.” diyordu. Penaltı noktasında uyguladığı gizli sırlarını futbolcularla paylaşabileceğini ve onları Dünya Kupası sırasında yaşanacak başka bir penaltı felaketinden kurtarabileceğini anlatıyordu. O futbolcu, bu konuda belki de ukalaca tavır takınıp, bu öneriyi yapabilecek yaşayan tek insan Matt Le Tissier’di.
Malum İngiltere, İtalya 90, Fransa 98 ve 2006 Almanya Dünya Kupa’larını penaltı noktasında terk etmek zorunda kalmıştı. Bunun yanı sıra 1996 ve 2004 Avrupa Şampiyonaları’nda da penaltı noktasının o soğuk, beyaz yüzüyle karşı karşıya kalmışlar ve sahadan boynu bükük ayrılmışlardı.
İngilizlerin yetiştirmiş olduğu en yetenekli orta saha oyuncularından Matt Le Tissier ise kendisine bahşedilmiş harika yeteneğinin yanı sıra, onu özel kılan başka bir özelliğe daha sahipti. Aynı zamanda bu özellik, yukarda bahsettiğimiz ukalaca konuşmayı yapma hakkını dünya üzerinde bir tek ona veriyordu. O da penaltı noktasında mükemmel oluşuydu. Southampton efsanesi olan Tisser, beyaz noktaya koyduğu 48 topun 47’sini ağlarla buluşturmayı başarmış bir ilahtı. Kırmızı-beyazlı taraftae ona ‘Le God’ diyordu ve bu unvanının hakkını veren Tissier, ceza sahası ve etrafının yanı sıra Premier Lig’de penaltı noktasının da tanrısıydı.
Kariyerine, 1985’te efsaneleştiği Southampton alt yapısında başlayan Matt Le Tissier, bir yıl sonra A takıma yükselmeyi başararak profesyonelliğe de adımını atmış oldu. Ondan sonrası ise hem kendi hem de Southampton’un kaderinin değişmesine yardımcı olarak tüm kariyerini Kırımzı-beyazlılara adadı. 1989-90 sezonunda yılın en iyi genç oyuncusu ödülüne aday gösterildiğinde, dikkatleri belki de ilk defa üzerine çekmişti. O sezon attığı 20 golle sezonun en fazla gol atan oyuncularından biri olmayı başarmış ve bunun yanı sıra Southampton, Birinci Ligi yedinci sırada bitirmeyi bitirmişti. Bu, son beş yılın en iyi derecesiydi. İki sezon sonra ise Kırmızı-beyazlıların, Premier Lig’e çıkmasına yardım etti ve bu yolda en büyük katkı yine ondan gelmişti.
Hücuma dönük orta saha oyuncusu yetiştirme konusunda İngilizler pek becerili değillerdir, malum. Ancak Le Tissier, oldukça iyi denebilecek bir top tekniğine sahipti. Onun yanı sıra harika bir top sürme yeteneğine sahipti ki, onu özel kılan en önemli özelliklerinden biri de oydu. Kendine gol pozisyonları yaratma konusunda bu sayede üstüne yoktu. İngilizlerin yetiştirdiği en yetenekli futbolculardan biriydi ve ikinci forvet olarak da oynayabilmesi gol sayısını da arttırmasını sağladı. 1993-94 sezonunda 38 maçta 25 gol atarak en golcü sezonunu yaşadı. Tabii bu gol sayılarına ulaşmada tüm bu sahip olduklarının yanı sıra penaltı noktasındaki üstünlüğü de etkiliydi. Topa vuruş tekniği dönemin en iyilerindendi. Bu özelliği onu, penaltı atışlarında da özel kılıyordu. Kendi değimiyle hep yan fileleri nişan alırdı. Hatta direkt kalenin ortasına sert bir şekilde vuracak cesareti olmadığını da söylüyordu. Tekniği ve sakinliği sayesinde kalecileri penaltı atışlarında alt etmeyi başarabiliyordu. Ancak en önemli sırrı bunlardan hiç biri değildi. “Bakabildiğim kadar uzun kalecinin gözlerinin içine bakardım. Kafamı tamamen boşaltıp o ana odaklanırdım ve asla verdiğim karardan vazgeçmezdim.” Onun en önemli sırrı buydu ve yeteneğiyle bu sır birleşince o noktada topun başına geçtiği 48 penaltı atışının 47’sini gole çevirmeyi başarmıştı.
Ancak tüm bunlara rağmen bir türlü bir üst seviyeye çıkamadı. Belki de çıkmak istemedi. Çünkü o Southampton’ın tanrısıydı. Saha içindeki tembel yapısı ve sahip olduğu her şeye rağmen fizik olarak yetersizliği onun kariyerinden çok daha fazlasını elde etmesine engel oldu. En büyük engel de oynadığı dönemin en yetenekli iki futbolcusundan biri olasına rağmen milli takım için ilk düşünülen olmayışıydı.
Euro 96 öncesi o dönem İngiltere Milli Takımı teknik direktörü olan Terry Venables tarafından hazırlık maçlarında denen Tissier, son kadroda kendine yer bulamadı ve turnuvaya götürülmedi. Kariyerinin oyun olarak tam zirvesindeydi. İngiltere, kendi evindeki o turnuvaya yarı finalde hem de penaltılarda Almanlara elenerek veda etmişti. Ancak onu en çok yaralayan 98 Dünya Kupası kadrosuna alınmayışıydı. Dünya Kupası hazırlıkları kapsamında İngiltere B Milli Takımı kadrosuna dahil edilmişti ve Rusya karşısında oynanan maçta hat-trick yaparak maçı tamamlamıştı. Buna rağmen teknik direktör Glenn Hoddle, Fransa’ya giden kafileye onu dahil etmedi. Bu karar o zaman çok tartışıldı. Ancak karar verilmişti bir kere ve verilen bu karar, ‘Penaltı Tanrısı’ tarafından kariyerinin en büyük boşluğu olarak adlandırılmıştı. İngiltere ise o turnuvaya da, ancak bu kez ikinci turda yine penaltılarda elenerek veda etmişti.
Tanrı, Kırmızı-beyazlı formayla yaşadığı tatmini ülkesinin formasıyla bir türlü yaşamamıştı. Onun kupa kazanma dışında oyundan aldığı keyif tüm kariyeri boyunca ona yeterli oldu. Ancak kariyerinde en büyük boşluk olarak gördüğü milli takımı, ironik bir şekilde hep de onun usta olduğu penaltı atışları sonucu hüzne boğuldu. Orada olsa belki de İngilizlerin makus tarihini değiştiren isim olacaktı.