Penaltı atışları, Dünya Kupası tarihinde ayrı bir yere sahip. Peki, kupanın kaderini belirleyen o anlarda, ceza sahasının içindeki kahramanlar neler yaşıyor?
Verildi, verilmedi… Haklı, haksız… Ya da “O penaltıyı atsaydık…” Futbol muhabbetlerinin ofsaytla birlikte en çok tartışılan konusu beyaz noktadan yapılan ceza atışı. Bazen santrforların gol sayılarının arasında dip not olarak verilerek, bir bakıma ‘beleş’ gol imasında da bulunanı var. Fakat tartışmanın tarafları ya da sonuçları ne olursa olsun kuşkusuz oyunun tarihini değiştiren en büyük futbol anlarından. İş böyle olunca futbolun bayramı Dünya Kupaları’nda da sık sık sahneye çıkıp kahramanlar ve kurbanlar yaratmada üstüne yok. İzleyenlerin kalp atış hızını arttıran o ‘ölümcül’ anlarda olayın kahramanlarının ruh hali ne peki? İşte Dünya Kupası tarihine geçen birkaç önemli penaltı ve en yakın şahitlerinden o anlar…
Fikrini Değiştirme!
Dünya Kupası penaltılarının hikâyesi, 19 Temmuz 1930’da başladı. Şili-Fransa maçının 30. dakikasında Şili lehine verilen penaltıyı, Carlos Vidal kullandı ama Fransız kaleci Alex Thepot, gole izin vermedi. Aynı gün oynanan bir diğer maçta ise ilk penaltı golü atıldı. Meksikalı Manuel Rosas, kaleciye nişanladığı penaltıyı tamamladı ve kupanın ilk penaltı golünü attı. 18 yaşındaki Rosas, aynı zamanda 28 yıl boyunca kupanın en genç golcüsü unvanını da elinde bulunduracaktı. 1958’de 17’lik Pele sahneye çıktı ve Rosas’ın fiyakasını bozdu. Pele’nin de dolaylı yoldan bir ‘penaltı mağduru’ ile yolları kesişmişti.
Brezilya, 1934’te eleme usulü oynanan turnuvanın ilk maçında İspanya karşısında penaltı atışından yararlanamamıştı. Brezilya, 3-1 mağlup olsa da suçlu hazırdı: Penaltıyı kaçıran Waldemar de Brito. Neyse ki Brito, yıllar sonra Pele adlı genci keşfedecek ve kendini affettirecekti…
Kupa tarihinin belki de ilk ikonik penaltı anı, 1974’te Münih Olimpiyat Stadı’nda yaşandı. Hollanda, yaklaşık 70 saniye süren pas partisini Cruyff’un Alman ceza sahasına yaptığı keskin driplingle noktalamayı düşündü. Cruyff, Vogts’u gerisinde bırakarak 18’e girdi ama Höeness’in darbesiyle yere yıkıldı. Maçın hakemi Jack Taylor penaltı noktasını gösterdiğinde, henüz topa dokunabilen bir Alman futbolcu yoktu. Almanların saha içi ‘İmparator’u Beckenbauer, Taylor’a yaklaştı ve “İngiliz değil misin işte!” diye ‘nefretini’ kustu. Topun başına, favorileri kadar futboluyla da dikkat çeken 23 yaşındaki Johan Neeskens geldi. Gerisini ondan dinleyelim:
“Eğer bir penaltı olursa, benim atacağımı biliyordum. Fakat bir gariplik vardı. Normalde penaltı noktasına giderken; ‘Tamam, iyi oynuyorum, güzel paslar attım, oyunun içindeyim’ dersiniz ve kendinizden daha eminsinizdir. Ama finalde sadece iki dakika geçmişti, topa dokunmamış hatta daha ısınamamıştım bile. Dahası, 80 bin kişiye karşı bir vuruştu bu. Penaltıyı atacağım için biraz endişelenmeye başlamıştım. Topa koşarken, hangi tarafa vuracağımı düşünmeye başladım. Çoğunlukla sağ köşeyi hedef alırdım ama son adımımda ‘Hayır, diğer tarafa vuracağım’ dedim. Topun, kalenin ortasına doğru gitmesinin nedeni buydu. Her zaman ‘Sakın fikrinizi değiştirmeyin’ derim. O an ben değiştirmiştim. İnsanız işte…”
Neeskens’in vuruşu istediği gibi olmasa da ağlarla buluşmuş ve Hollanda’yı öne geçirmişti. Federal Almanya, seyircisinin önünde kaybetmemek için yüklenmeye başladı ve yaklaşık 20 dakika sonra, kendisini yere atmasıyla ünlü ‘dalgıç’ Hölzenbein’ın yere kapaklanmasıyla penaltı kazandı. Sahneye, 23’ündeki bir diğer yıldız adayı çıkacaktı: Paul Breitner.
Genç sol bek topu aldı ve arkadaşlarına bağırmaya başladı, “Uzaklaşın! Ben atacağım.” Beyaz noktaya doğru ilerledi…
“Seçilmiş bir penaltıcımızın olmadığını biliyordum. Kimse kullanmak istemiyordu. Topu aldım, penaltı noktasına koydum… Çok rahattım, düşüncem çok açıktı: Topu ağlara yapıştırmak! O kupayı kazanmak istiyordum. Sadece katılmak benim için yeterli değildi.”
Breitner, topu ağlara ‘yapıştırdı’ ve beraberliği Almanlara getirdi. İlk yarı bitmeden sahneye çıkan Gerd Müller de takım arkadaşının arzusunu yerine getirecekti. Penaltı atışlarının başrolü oynadığı finali, Federal Almanya kazanıyordu…
Katastrof
Dört sene sonra Arjantin’de yapılan Dünya Kupası’nda yeni bir uygulama, beyaz nokta stresini bir başka boyuta taşıyacaktı: Seri penaltılar. Fakat Arjantin’de oynanan hiçbir karşılaşmanın sonucu ‘Ani Ölüm” olarak jargona eklenecek kurala ihtiyaç doğurmadı. Dünya Kupası izleyicisinin bu ilginç heyecan için dört sene daha sabretmesi gerekiyordu…
İspanya’da grup statüsünde oynanan ilk iki tur maçları biter bitmez, kâbus da ortaya çıktı. Yarı finalin ikinci maçında, Fransa ile Federal Almanya, Sevilla’da karşılaştı. 90 dakika 1-1, 120 dakika ise 3-3 sonuçlanmış, dahası; kırık kaburgalar, gözyaşları, sevinç ve yıkım da bu 120 dakikaya sığmıştı. Fransa, 3-1 öne geçtiği maçta hem üstünlüğünü hem de Schumacher’in darbesiyle hastanelik olan Batiston’u koruyamamıştı. Kupa tarihindeki ilk seri penaltı atışları, çoktan tarihe geçmiş bu karşılaşmada yapılacaktı.
İlk vuruş hakkı Fransa’nındı. Takımın penaltıcısı Michel Platini, orta sahadaki şûrekası Alain Giresse’ten ilk vuruşu kullanmasını rica etti ve olumlu karşılık aldı. Yarı sahadan ceza sahasına doğru hareketlenen Giresse için stresin eş anlamlı o an için Alman kaleci Schumacher’di. Topu 11 metreye dikti, ceza sahasının dışına çıktı ve arkasını döndü. “Ona bakmamalıydım. Yoksa bize maçta neler yaptığını hatırlayacaktım” diyen Giresse, topa geldi ve Fransızları öne geçirdi. Takip eden dört penaltı da top, ağlarla buluşmuştu. Stresle savaşma sırası, Almanların liberosu Uli Stielike’deydi.
Stielike, beş kişilik listeye pek de dahil olmak istememişti. Antrenör Jupp Derwall, onun bu gönülsüz tavrının bir sorun yaratacağını düşünmedi. Neticede en güvendiği kozlarından biriydi. Fakat Almanların yıldızı ve maça beraberliğin gelmesindeki en büyük aktör Karl-Heinz Rummenigge, Stielike harekete geçtiğinde tereddüt etmeye başladı. “Manni Kaltz ve Paul Breitner penaltılarını kullanırken oldukça rahattım, çünkü ikisi de bu işin ustalarıydı. Sıra Uli Stielike’ye geldiğinde ise, onun sanki bir engelliymiş gibi tuhaf bir şekilde topa koştuğunu fark ettim.“
Kurt golcünün korktuğu başına gelecekti. Stielike, penaltıyı Ettori’ye nişanladı ve avantaj bir kez daha Fransızlara geçti. Sahneye bir kez daha Schumacher çıktı. Stielike’nin yanına gitti ve “Üzülme, bir dahakini kurtaracağım.” dedi. Rummenigge içinse durum bu kadar iç açıcı değildi. Fransızların sıradaki ismi Didier Six topun başına geçtiğinde, Rummenigge için her şey bitmişti. Derinden sarsılmıştı ve o atışı izlememe kararı aldı. Şok hali, Wolfgang Dremmler’in üstüne atlamasıyla son buldu: “Kurtardı, kurtardı!” Toni Schumacher, sözünü tutmuş ve sıradaki penaltıyı kurtarmıştı.
Litbarski ve Platini’nin golle sonuçlanan penaltıları sonrasında sıra, kaptan Rummenigge’deydi. Almanya’nın penaltıcılar listesinde beşinci sırada yer alan golcü için kaygı dolu anlar başlıyordu. Kaçırması, korktuğu sonun kendi ayaklarıyla gelmesi demekti. Sakinleşmeye çalıştıkça, iş onun için daha da sarpa sarıyordu. Takımın en tecrübeli ismi Paul Breitner, arkadaşının yüzüne baktı ve bir şeylerin ters gittiğini anladı. İçinden “Bu iş burada bitti!” diye geçirdi. Rummenigge, yem yeşil bir tünelden beyaz noktaya doğru hareketlenmeye başladı…
“Penaltı noktasına giderken ilk birkaç metreyi kendinden emin olmayan biri olarak yavaşça yürüdüm. Sonra koşmaya başladım ve o anda sakinlik, soğukkanlılık ve kararlılık geri geldi. Artık kafamda, ‘Sola mı sağa mı, aşağı mı yukarı mı vuracağım’ düşünceleri yoktu. Önce kalecinin reaksiyonunu bekleyeceğimden yüzde yüz emindim. Ve bu plan da harika bir şekilde işledi”
Almanya’nın kaptanı, lanetli stres halinden kurtulmanın rahatlığıyla orta yuvarlağa gelirken, mavi formalılardan Maxim Bossis, kendi deyişiyle ‘sonsuzluk tüneline’ doğru hareketlenmeye başlamıştı. Beş penaltı bitmiş, seri vuruşlara geçilmişti. Fransız savunmacı, ceza sahasına yürürken kendi kendini soru yağmuruna tutmaya başlamıştı bile: “Ne yapacağım, nereye vuracağım, sert mi vurmalıyım?” Topa geldi ve gelişigüzel bir vuruş yaptı. Fransızların gözünde halk düşmanına dönüşen Toni Schumacher, bir kez Fransa penaltısına dur demişti.
Almanya’da sıra Hrubesch’teydi. İri cüssesiyle bir dönem Alman futbolunun vücut bulmuş hali sayılan santrfor, gol atarken kafasını ayaklarından çok kullansa da hata yapmadı. Kupa tarihinin en dramatik maçını Federal Almanya kazanıyordu. Almanlar adına gecenin kaybedeni ise Uli Stielike’ydi. 2018 Dünya Kupası ne gösterir bilinmez ama hiçbir Alman futbolcu, günümüze kadar Dünya Kupası seri penaltılarında hata yapmadı!
Günah Keçisi
Fransa, 1982 yazındaki kâbusun üstesinden iki yıl sonra geldi. 1986 Dünya Kupası içim Meksika’ya gittiklerinde ‘Avrupa Şampiyonu’ apoleti omuzlarındaydı. Dört yıl önce taraftarının dahi bir şey beklemediği Fransa, 1986’da favori listesinin üst sırasındaki yeri almıştı…
1982’nin esas hayal kırıklığı Brezilya ise 1986’ya geldiğinde bir bakım güç kaybetmişti. İspanya’da eksikliğini hissettikleri Careca’ya kavuşmuş olsalar da Falcao ve Zico gibi iki kilit oyuncusu sakatlıkla boğuşuyor, kaptan Socrates ise form düşüklüğü yaşıyordu. Yine de Dünya Kupası izleyicisinin gözünde iki büyük 10 numara; Platini ve Zico, takımlarına şampiyonluk için en çok katkı verecek topçulardı. Çeyrek finalde iki takım karşı karşıya geldiğinde ortaya inanılmaz bir maç çıkacağını kestirmek pek de zor olmamıştı…
İlk yarıda Brezilya, muhteşem paslaşmalarla ceza sahasına girdi ve Careca’nın son vuruşu ile golü buldu. Fransa, ilk 45 dakika bitmeden Platini ile cevap verdi. İlk yarı 1-1’lik skorla sonuçlanırken tempo üst seviyedeydi. İkinci yarıda Fransa, oyuna ağırlığını koymaya başlamıştı. Uzun süredir sakatlıklarla uğraşan hatta kadroya alınmaması gerektiğini antrenör Tele Santana’ya ileten Zico, kenarda arkadaşlarına destek vermeye çalışıyordu. Tribünlerden, Tele Santana’ya bağrışlar yükselmeye başlamıştı: “Zico’yu oyuna al!” Tele Santana, grup maçlarından bu yana son 20 dakikada şans vermeye gayret gösterdiği 10 numarasını yanına çağırdı ve 71. dakikada büyük bir tezahürat eşliğinde Zico oyuna girdi…
Fransa, iki dakika boyunca temposu düşük bir biçimde top çevirmeye devam etti. Fransızlardan topu kapan sol bek Branco, anide hücuma fırladı ve Alemao’ya pasını vardi. Alemao, topu kontrol etmekle uğraşırken sahneye Zico çıkacaktı. Topu Alemao’dan aldı, kısa bir dripling yaptı ve ayağının dışıyla Fransa savunmasının arasına klas paslarından birini bıraktı. Top, koşusuna devam eden Branco’yla buluştu. Kaleci Bats’ı geçti ve yere düştü. Romanyalı hakem Igna Ioan, tereddütsüz bir şekilde penaltı noktasını gösterdi.
Topa ilk dokunuşunda gol pozisyonu yaratan Zico, biraz rahatlamıştı. Maça iyi başlamıştı ve gerisi gelebilirdi. Takımın önceki maçlarında penaltıları kullanan Socrates ya da Careca’dan birinin beyaz noktaya gideceğini düşündü ama kimse topu almıyordu. Socrates yıllar sonra, “Daha önceki maçlarda Zico oynamadığı için penaltıları ben kullandım. Eğer Zico sahadaysa, vuruşu o yapmalıydı.” dese de o an Zico’yu ikna edememişti. Bu birkaç saniyelik anda konu Tele Santana’ya kadar gidecekti. Santana da Socrates’le aynı fikirdeydi: “Eğer Zico oyundaysa, penaltıyı o atar!”
Zico, topu aldı ve rahat bir şekilde beyaz noktaya koydu. Fakat yaptığı vuruş kötüydü ve Bats, topu kurtarmayı başardı. Beraberlik bozulmamıştı. 90 dakika ve uzatmalar 1-1 bitti. Penaltı vuruşlarında ilk hak Brezilya’nındı ve Socrates topun başına geldi. Gerilmeden attığı penaltılara bir yenisini eklemek istese de Bats bir kez daha görevini yaparak gole mani olmuştu. Fransızlar ilk iki penaltıda hata yapmadı. Brezilya’nın üçüncü penaltısında, topun başında yine Zico vardı. “Böyle anlardan hiçbir zaman etkilenmem. Maç içinde yaşanan orada kalmıştı. Geldim ve vuruşu yaptım” sözleriyle o anı anlatan 10 numara, bu kez ağları buluyordu. Kâbus sırası diğer 10’a geçmişti.
Platini, takımının dördüncü penaltısı için topun başına geldiğinde Juventus ve milli takımın penaltıcısı sıfatını da yanında getirmişti. Topa geldi ve sol üst köşeyi hedef alan bir vuruş yaptı. Sonuç, auttu. Sonraları ayağındaki sakatlığın onu etkilediğini söylese de Dünya Kupası’nda penaltı kaçıran yıldızlar kervanına katılmıştı artık.
Platini, Fransa’nın elindeki avantajı ortadan kaldırmıştı ama Brezilya daha bonkör davranıyordu. Savunmacı Julio Cesar, penaltıyı direğe nişanladı. Fransa’nın golü atması, her şeyin bittiği anlamına geliyordu. Orta sahanın ciğeri Luis Fernandez, ceza sahasına yürümeye başladı…
“Hiçbir zaman tereddüt etmedim. Penaltı anında en önemli şey soru sormamaktır. Eğer çok düşünürsen beceremezsin. Muhtemelen auta atarsın ya da kaleci kurtarır. Topun başına giderken hiç gergin değildim. Arkadaşlarımın yanından ayrılırken nereye atacağımı biliyordum, kararımı çoktan vermiştim. Eğer penaltı kullanıyorsanız, kendini inandırmış olmanız gerekir. Yoksa nereye vurursanız vurun işler sizin için karmaşık olacaktır.”
Luiz Fernandez, kariyerinin en iyi maçı olarak belirlediği karşılaşmaya noktayı koymuştu. Golü attı ve kırmızı suratı, sonuna kadar açılmış ağzıyla naralar atarak koşmaya başladı. Dört sene önce İspanya’da seri penaltılarla ölümü yaşan Fransa, Meksika’da yeniden doğuşunu kutluyordu. Brezilya ise belki de en iyi jenerasyonunu final dahi görmeden uğurlamıştı…
“1950’de Barbosa, 1978’de Coutinho, 1982’de Cerezo… 1986’da da ben. Brezilya’da her Dünya Kupası mağlubiyetinden sonra bir günah keçisi aranır. Bu sefer ben olmuştum. Birçok kişi hala beni gördüğünde ‘O penaltıyı Socrates atmalıydı’ diyor. Ben de ‘O da benden sonra kaçırdı’ diyorum”
Zico, oyuna girmesi için Sanatana’ya yalvaran taraftarlarının gözünde nasıl bir ‘suçluya’ dönüştüğünü böyle anlatmıştı. Socrates’in ‘kankası’ Zico’nun durumuyla ilgili yorumu ise şöyle; -kendine has muzip sırıtışıyla- “Ben kaçırdım, Platini de kaçırdı. Ama kiminle konuşsam bizim kaçırdıklarımızı hatırlamıyor. Zico’nun vuruşunu ise hiç unutmadılar!”
Bana Bırak!
1986’nın kahramanı Diego Armando Maradona, Meksika’da kupayı takımına getirse de dört yıl sonra İtalya’da ‘Penaltı kaçıran yıldızlar’ listesine girmekten kurtulamadı. Neyse ki Sergio Goycochea gibi bir takım arkadaşı vardı…
Arjantin ve Maradona, 1990 Dünya Kupası’nda 1986’daki performansından çok uzaklardı. Yine de gruptan çıktılar ve ikinci tur maçında hiç de iyi oynamadıkları Brezilya maçını 1-0 kazanmayı başardılar. Çeyrek finalde karşılarında, dağılmasına ramak kalan Yugoslavya vardı. Yine kötü oynadılar ama normal sürede yine kaybetmediler. Galibi, penaltı atışları belirleyecekti…
Arjantin, Serrizuela ile gollü açılışı yaptı. Yugoslavya’nın ilk penaltısını ise bir diğer yıldız ‘Piksi’ Stojkovic direğe nişanlamıştı. Arjantin, avantajı eline geçirmişti ama üçüncü penaltılarını kullanan Diego Armando Maradona, beklenmeyecek kadar berbat bir vuruşla atıştan yararlanamadı. Birinci kaleci Pumpido’nun SSCB maçında sakatlanmasıyla eldivenleri eline geçiren kaleci Goycochea, kaptanının yanından geçerken şunları söyledi: “Merak etme Diego, birkaç tane kurtaracağım.” Maradona, gülümsedi ve yürümeye devam etti. Goycochea, ilk Yugoslav penaltısında sözünü tutamadı. Dejan Savicevic, golü bulmuştu. Denge sürerken sıra, Troglio’daydı. Maradona’dan sonra o da penaltıyı kaçırdı. Fakat Goycochea efsanesinin ilk satırları o anda yazılmaya başladı. Yugoslav sol bek Brnovic’in penaltısını kurtarıp durumu eşitledi. Arjantin, Dezotti ile golü buldu. Film, Hadzibegic ve Goycochea düellosunda kopacaktı.
Takım arkadaşı Gabriel Calderon, Goyco’nun yanına geldi ve hem İspanya hem de Fransa’da birlikte oynadığı Hadzibegic’in sırrını açıkladı: “Kalecinin soluna vurur.” Arjantin kalecisi, arkadaşını dinledi ve sol tarafa atladı… Hadzibegic, alışkanlığından vazgeçmemiş ve sol köşeye vuruşu yapmıştı. Goycochea’nın ellerinden dönen top, Arjantin’i yarı finale çıkarmak için yeterliydi…
‘Yedek’ Goyco, yarı finalde de gösterisine devam etti ve seri penaltılara giden İtalya ile Arjantin arasındaki gergin maça da damga vurdu. “Donadoni’nin vuruşunda fikrimi değiştirdim. Riske girmeden sağıma doğru bir vuruş yapacağını düşündüm ama topa gelişini, yürüyüşünü ve bana bakışını görünce kafasını karıştırmak istedim. Sola atladım ve oraya vurdu. Serena’nın penaltısı ise o kadar belliydi ki… Sol ayaklıydı ve soluma vuracağı çok açıktı. Topu orada bulacağımdan emin bir vaziyette o yöne hareket ettim…”
Dünya Kupası tarihinin en büyük 1 numara performanslarından birine imza atan Goycochea’nın final kaderinde de penaltı vardı. Tek bir penaltı… Alman sol bek Andreas Brehme, sağ ayağıyla tam köşeyi bulmuş ve Almanlara kupayı getirmişti. Attığı penaltıdan o kadar emindi ki yıllar sonra Goycochea ve o penaltı ile ilgili şunları anlatacaktı: “Geçtiğimiz yıllarda Goycochea ile karşılaştım. ‘O penaltıyı bir kez daha at. Sen aynı yere vuracaksın, ben de aynı yere atlayacağım’ dedi. ‘Çok fazla şansını zorlama, kurtarman imkânsız’ dedim.”
1990 İtalya’nın bir diğer penaltı curcunası da yarı finalin öbür mücadelesinde, İngiltere ile Almanya arasında yaşanmıştı. Almanlar, fiks menüsünü gergin anlarda yine masaya getirdi ve dörtte dört attı. ‘Penaltı beceriksizi’ İngilizlerde ilk hatayı Stuart Pearce yapmıştı. Oysa ki penaltılarda en güvenilir isimlerden biriydi. Fişi çeken ise fırtına açık Chris Waddle olacaktı…
Paul Gascoigne’in maçta gördüğü sarı kart ile olası finalde cezalı duruma düşmesi, çılgın orta saha oyuncusunu fazlasıyla üzmüş ve göz yaşlarını tutamayıp saha içerisinde ağlamaya başlamıştı. Bu ikonik an, Bobby Robson’ın penaltı listesinde değişiklere neden oldu. Gazza fazla duygusaldı ve beşinci penaltıyı atmak için ruh hali pek iyi değildi. Robson, takımına döndü ve Gazza’nın sırasını alacak bir gönüllü aradı. Tek el kalkmıştı. Bir diğer çılgın Chris Waddle, elini kaldırdı ve adı yazıldı. Penaltı noktasına gelirken, o da tercih değişikliğine gidecekti. Kaleci Ilgner’in soluna vurmak için hareketlenmiş ama sağ üste vurmaya karar almıştı. Sonuç, İngiltere’nin penaltı kabusunun açılışı oldu… Chris Waddle, hala penaltı noktasına çok uzak olduğunun altını çizmeye devam ediyor: “Kariyerim boyunca sadece üç kez penaltı kullandım. Hiçbir zaman penaltıcı değildim. Okul takımındayken bile penaltıdan kaçardım. Benimle aynı şeyleri yaşamış insanlar için tavsiye mi istiyorsunuz? Gönüllü olmaktan kaçının!”
Genç, İhtiyar ve Roberto Baggio
1994 Dünya Kupası’na renk katan takımlardan biri de İsveç’ti. Formaları, imajları ve oynadıkları oyun uzun süredir sessiz İsveç futboluna tekrar meraklı takipçiler kazandırdı. İsveç, beraberlikle başladığı kupada Rusya’yı yenip Brezilya ile de berabere kalınca iki tura kapak atmayı başarmıştı. Dahlin, Andersson ve Brolin üçlüsüyle izleyenlere keyif veren takımda, kenardan gelen ‘rastalı çocuk’ Henrik Larsson’un da katkıları yadsınamazdı. İkinci turda belki de en rahat eşleşme İskandinavlara rastladı ve Suudi Arabistan’ı geçerek, çeyrek finalde Romanya karşısına çıktılar. Romanya futbolunun en güçlü jenerasyonu ile yaptıkları yarı final mücadelesinin 120 dakikası 2-2’lik skorla neticelenmişti. Brezilya’nın rakibi, penaltı atışlarıyla belirlenecekti…
İlk penaltıyı, İsveçli orta saha Hakan Mild kaçırdı. Romanya’da ise hata yapan isim, meşhur sağ bek Dan Petrescu oldu. Beşer penaltı bitmiş, beraberlik bozulmamıştı. Gerginliğin daha da arttığı seri penaltı atışlarında İsveç için beyaz noktaya gelen isim, ‘rastalı genç’ Larsson’du. Antrenör Svensson, “Hadi, sıra sende” dediğinde stresi doruğa çıkmıştı. Takımının Dünya Kupası hayalini bitiren kişi olmak istemiyordu. Heyecanı gittikçe artmaya, titremeleri sıklaşmaya başladı…
Genç takım arkadaşının durumunu anlayan savunmanın ‘sakin’ ismi Patrik Andersson, Larsson’un yanına yaklaştı ve elindeki kutuyu göstererek: “Al biraz, rahatlarsın” dedi. Larsson, kutuyu açtı ve içindeki tütünü ağzına atıp çiğnemeye başladı. İşe yaramıştı. Biraz sakinleşti ve Romen kaleci Prunea’yı mağlup eden vuruşu yaptı. Avantaj, İsveç’indi. Topun başına, Romanya’nın liberosu Miodrag Belodedici geldi.
İsveç’in turnuva öncesinde en çok eleştirilen ismi, ihtiyar kalecisi Thomas Ravelli’ydi. Antrenmanlardaki boşvermiş hali ve kulübü Göteborg’da sezonu pek de iyi geçirmemesi, eleştirileri de yanında getirmişti. Turnuvada, İsveç hücum hattının iyi performansı , Ravelli’ye yapılan eleştirileri unutturmuştu. Belodedici’nin penaltısı, Ravelli için de büyük bir fırsattı. Antrenör Tommy Svensson, kalecisinin yanına geldi ve fısıldadı: “İşte, senin zamanın geldi.” Ravelli, üç direk arasına geçti ve Belodedici’nin penaltısını kurtararak İsveç’in yarı finaldeki yerini ayırttı…
Ravelli’nin yeniden doğuşu, 1994 Dünya Kupası’nın en ikonik penaltısı olmaya adaydı ama finalde sahneye, İtalya’nın yıldızı Roberto Baggio çıkacaktı. İkinci tur, çeyrek final ve yarı finalde İtalya’nın attığı altı golün beşinde onun imzası vardı. Brezilya karşısında da ondan beklentiler büyüktü ama normal süre ile uzatmalarda Taffarel’i geçemedi. Dünya Kupası tarihinde ilk kez şampiyon, penaltı atışlarıyla belirlenecekti. İtalya’da Baresi ve Massaro, Brezilya’da Marcio Santos, penaltıları kaçırmıştı. Roberto Baggio, dördüncü penaltı için vuruşa hazırlanırken, avantaj Brezilya’nındı. Brezilya kalecisi Taffarel’in mutlaka bir köşeye yattığını gözlemlemiş ve ortaya doğru havadan bir vuruş yapma kararı almıştı. Topun başına geldi, düşündüğü gibi havdan bir vuruş yaptı ama top, direğin üstünden dışarı çıktı. İlerleyen yıllarda kaleme aldığı otobiyografisinde, “Daha önce de penaltı kaçırmıştım ama onlarda kaleciler kurtarmıştı. Bu, ilk kez başıma geliyordu. Oysaki planladığım olmuş ve Taffarel bir köşeye yatmıştı. Ama insanlar şunu unutuyor. Benden önce Baresi ve Massaro da kaçırmıştı. Ben golü atsam bile Brezilya, atacağı bir penaltıyla kupayı alacaktı.” dese de Dünya Kupası tarihinin en unutulmaz karelerinden birinde Baggio’nun ‘yıkılmış’ pozu olacaktı…
Roberto Baggio, 1998 Dünya Kupası’nda da takımdaki yerini almıştı. İlk maçında Şili karşısında 2-1 mağlup duruma düşen İtalya, 83. dakikada penaltı kazandı. Robert Baggio, beyaz noktaya kararlı adımlarla yürürken, milyonlarca izleyici, dört sene öncesine ışınlanmıştı bile. “Dört sene boyunca her gün o penaltıyı kaçırdım” diyen Baggio, yine 11 metre ve üç direkle karşı karşıyaydı. Şilili futbolcular ise Güney Amerika futbolunun olmazsa olmazı, ‘laf ebeliği’ sanatını icra etmeye başlamış ve Baggio’nun arkasından 1994 Finali’ni hatırlatmaya başlamıştı.
“Dört yıl evvel kaçırdığım penaltının görüntüsü kafama saplanmıştı. Kendi kendime, ‘Sadece sert vur, sertçe vur’ diye düşündüm”
Baggio, yükün altından kalkacak ve golü atacaktı. İtalya, 1998’e de penaltılarla, bu sefer Fransa karşısında veda etti. İlk penaltıyı kullanan Baggio, bir kez daha golünü atacaktı ama bu sefer de Albertini ve Di Biagio, ‘kaçıranlar’ tarafına geçmişti…
Cepteki Anı
Dünya Kupaları’nda penaltı anları 1998’den sonra da son sürat devam etti. Ama oralar Toprak Saha için fazla ‘yeni’. Bu nedenle 2002 Dünya Kupası ve sonrasındaki topçuların penaltı vuruşlarında yaşadıklarını yazamasam da ileride ‘askerlik anısı’ tadında anlatacağım bir Dünya Kupası penaltı sohbetim var neyse ki…
9 Temmuz 2014 Sao Paulo…
Hollanda ile Arjantin’in sahaya koyduğu ‘savunma sanatı’ 0-0 sonuçlanmıştı. Finalist bir kez daha 11 metreden belirlenecekti. Corinthians Arena’da Arjantinlilerin çoğunlukta olduğu taraftaydım. Maç boyunca yanımda sinir krizi geçiren ve Higuain’e etmediği küfür kalmayan üstü çıplak, kirli sakallı ‘çılgın’ Arjantinli beni dürttü ve sordu:
-Ne dersin, kim kazanır?
-Bilmem. Ama Dünya Kupası’nda penaltı atışları varsa muhakkak 10 numaralardan biri kaçırır.
-Messi kaçırırsa seni öldürürüm!
Hollanda, ilk penaltısını kaçırdıktan sonra Arjantin adına ilk vuruşu Messi kullanacaktı. Ne yapacağı belli olmayan Arjantinlinin gerginliği bana da sıçramıştı. Messi, topa vurdu ve ağlarla buluşturdu. Derin bir nefes almanın vaktiydi. Hatasız geçilen ikinci vuruşlar sonrasında üçüncü penaltılara sıra gelmişti. Sneijder topu aldı, vuruşu kullandı ve kaçırdı. Arjantinlinin sevgi gösterisi, şiddetini artırmıştı. Sert yumruklar, sol omuzuma inmeye başlamıştı: “10 numara kaçırdı, 10 numara kaçırdı!”