Babamla yaptığımız “O da erken bıraktı” muhabbetlerinde en sık anılan isimdi. Yıllar sonra epey garip bir olayla yollarımız kesişti…
Maç izlerken sıkça çıkar ağzımızdan “Ezbere oynama!” isyanı. Ama çoğumuzun hayatında ezberlerin tahakkümü vardır. İşte benim de ezberlerimden birisidir, her sabahladığım güne Sebahattin ağabeyin poğaçalarıyla başlamak. 30-40 yılı aşkın süredir dükkânını sabahın beşinde açan hamur işi üstadı Sebahattin ağabeyin poğaçaları, bana kalırsa İstanbul’un değerlerinin başında gelir. Hele ki gecenin verdiği açlıkla beraber…
Yine bir yaz sabahında geceden kalma eve dönerken ezberimi bozmadım. Evimin hemen karşısında buram buram poğaça kokan dükkâna kıvrıldım; gol koklayan fırsatçı golcü misali… Futbol hastası Sebahattin ağabey, yine Türk futbolu için çıkış aramaktaydı. Poğaçalara bile sinen yoğun futbol muhabbeti, ufak çaplı bağrışmalarla sürüyordu. “Abi dört peynirli, iki sade” dememle, ustanın bana dönüşü bir oldu. Üstümden eksik olmayan İspanyol paça pantolonlarım, Sebahattin ağabeyin de dikkatini çekmiş olacak ki “Hemen geliyor poğaçalar” cümlesinin ardından, “Sen bundan 35 yıl önce burada yaşamalıydın” cümlesi geldi. Başladı anlatmaya: “Burası hafta sonları panayır gibi olurdu. Ali Şen’in kardeşi otururdu şu karşıda; o gelirdi, bir de Fenerbahçeli Fuat vardı. O da buralıydı. Siz bilmezsiniz…”
Bu son cümle beni incitmişti. “Fenerbahçe’nin 70’li yılların başındaki orta saha şefini nasıl bilmem ben” dedim kendi kendime. “Fuat Saner mi?” sorusu çıktı ağzımdan. Cevap gecikmedi. “Evet. Onun rahmetli babası sizin dairedeydi. Bir dönem Fuat da orada oturdu.” Son cümle fena halde dumur etmişti beni. Bir işaretti bu. Fuat Saner bir an önce bulunmalıydı…
Eski topçuları bulmak bazen çok kolay olur. Sosyal medya ya da zatın hayatıyla ilgili yazılmış bir hikaye, size birçok ipucu verebilir. Fakat bu sefer öyle olmadı. Fuat Saner ile ilgili sadece bir yazı vardı. Sosyal medyada ise tabiri caizse ekmek yoktu. Eyüp Karadayı’nın yazısıyla yürüme durumundaydım. Fakat bir süre sonra çamura saplanıp kalıyordum. Yenilgiyi kabullenmiş bir şekilde araştırmayı sonlandırdım…
Bu girişimden birkaç ay sonra arkadaşla muhabbet halindeyiz… Mezkur hadiseyi ona da dillendirdim. İlk tepkisi: “Searching for Sugarman denen filmi izledin mi?” oldu. “Cehaletime ver izlemedim. Ama sakın anlatma bu gece ilk işim olacak.” Onu uğurlar uğurlamaz, Türkçe’ye ‘Bir Şarkının Peşinde’ olarak çevrilen filmi izlemeye başladım. Bir buçuk saat sonunda ağzım açık bir şekilde Fuat Saner araştırmama saplandığım yerden devam etme kararı almam gecikmedi. O gece Fuat Saner’le geçti. Fuat Saner’le ilgili yazılanların büyük bölümü ‘futbola Çapa’da başladı’ cümlesiyle açılıyordu. İlk hedef, evime epey yakın olan Çapaspor lokali.
Çapaspor Kulübü’ne giriyorum. Kocaman bir Selahattin Torkal fotoğrafı karşılıyor beni. Fenerbahçe orta sahasının efsane ismi de Çapa’dan yolu geçenlerden. İçeride kahvaltı telaşı var. ‘Fuat Saner’ diyince kafalar çevriliyor. Kulüp yöneticileri de orada. ‘İstanbul Beyefendisi’ sıfatı bu insanlar için söylenmiş olmalı… Büyük bir misafirperverlikle karşılıyorlar beni. Fuat Saner’i sorunca “İyi topçuydu ama canı isteyince gelirdi maçlara”deniyor. Hatta “Biz de iyi oyuncuyduk, bizi de yaz” esprileri yapılıyor. Haksız da değiller, nitekim Türk sporuna altın harflerle adını yazdırmış nice isimler geçmiş bu kulüpten. Birol-Rıdvan Ertan kardeşler, Kani Sentürk, İslam Çupi, Erdoğan Şenay ve daha niceleri… Sohbet eski günlere doğru son sürat gitse de tekrar asıl konuya dönülüyor. “Babası Çukurbostan tarafında çokça binalar yapan bir müteahhitti, zaten Çapa’da lisansını çıkarmak için de epey uğraşmıştı. Fuat, çok yetenekli bir futbolcuydu ama babasının durumunun iyi olması nedeniyle çok da önemsemezdi futbolu. Zaten burada çok az oynadı. Esas Feriköy’de profesyonel oldu. 1964’te oraya gittiğinden beri biz de haber almıyoruz.” Mesaj alınmıştı. Yeni hedefim Feriköyspor…
Tabii boş gitmek olmaz. Fuat Saner’in Feriköy kariyerine bir göz atıyorum. Özellikle 1965-1966 sezonu dikkatimi çekiyor. Hele art arda oynadığı İzmirspor, İstanbulspor ve Gençlerbirliği maçlarında attığı toplam dört golle iyice ismini duyurmaya başlıyor. Ligde kalma mücadelesi veren kırmızı-beyazlıların en dikkat çeken ismi olan Saner, 1967 yazında Fenerbahçe’ye imzayı atıyor. Temmuz 1967’deki transfer, ‘Yılın Transferi’ olarak manşetlere taşınıyor. ‘Büyük transferi Feriköy’den yaptığına göre buradan bir şey çıkacak‘ ümidi yerleşiyor içime. Sabahı zor getiriyorum…
Osmanbey’de metrodan inip Pangaltı’ya doğru koşar adım tırmanıyorum. Feriköyspor Kulübü, biraz uzak. Yol bitmek bilmiyor. Neyse ki mahalle içinde olan Feriköy Stadı’na ulaşıyorum. Antrenman sahasına dalar dalmaz, antrenmandan çıkan genç takım oyuncularına “Kulüpte yetkili birisi var mı şu anda?” sorusunu soruyorum. Alaylı bir cevap geliyor, Bilal İnci-Süheyl Eğriboz karışımı kahkahalarla; “Şurada malzemeci var!” “Malzemeciden iyi kulübü kimse tanıyamaz evlat” diyesim geliyor Kadir Savun edasıyla ama “eyvallah”la geçiştiriyorum. Kulübün malzemecisine Fuat Saner ve kulüp tarihi dediğimde, beklemediğim bir cevap! “Kulüp tarihini bilmem. Şurada yöneticiler var. Onlara bir sor.” Yöneticiler, birkaç kişiye yönlendirse de sonuç yok! Başka bir yola sapma vakti…
Tekrar gazete arşivlerine başvuruyorum. Biraz daha okumakta yarar var. 1967 yazında Fenerbahçe formasını sırtına geçiren Fuat Saner, beş kupalı unutulmaz sezonda takımın bir parçası olmayı başarmış. Ligdeki ilk golünü de ilerleyen yıllarda çokça havalandıracağı Eskişehirspor ağlarına bırakmış. Fakat daha sonra bir duraklama dönemi söz konusu. İşte bu dönemde sahneye, efsane kaleci Cihat Arman çıkmış; 6 Temmuz 1970 tarihinde. ‘Uçan Kaleci’ Cihat Arman, Milliyet Gazetesi’nde kaleme aldığı ‘Doğmadan Ölenler’ yazı dizisinde Fuat Saner’e yer vermiş. Henüz 17 yaşında keşfettiği Saner ile ilgili ilginç bir anısını paylaşıyor Arman. İstanbul Genç Karma çalışmalarını izlerken sarı saçlı genç orta saha oyuncusunu beğenen Arman, takımın antrenörü Ali Mortaş’a, bu gencin gelecekte büyük bir futbolcu olacağını ve onunla özel olarak ilgilenmesini söyler. Mortaş’ın cevabı enteresandır: “Adı Fuat. 17 yaşında. Futbola başlayalı bir sene oldu ve Çapa’da oynuyor. Babası zengin olduğu için paraya ihtiyacı olmadığından kendini tam olarak futbola vermez. Canı istediğinde çalışır, istediği zaman oynamaz.” Tekrar karşıma çıkan bu yorum, Saner’in performansındaki düşüşü ortaya çıkarıyor…
Bu arada kafamda şimşekler çaktı! Sebahattin ağabeyin ‘rahmetli babası’ vurgusuna yeni ayıkmıştım. Kime sorsam, ne okusam karşıma çıkan ‘zengin baba’ kavramı da bana yeni bir yol göstermişti. Gazete arşivlerinden Fuat Saner’in babasının ölüm ilanını buldum ve öbür gün aile şirketine doğru yola koyuldum. Fakat o ana kadarki mücadelemde en büyük hayal kırıklığı bu olacaktı. Şirkette pek sıcak karşılanmadım ve ‘ellerim bomboş, yüreğimde bir sızı’ şarkısını mırıldanarak gerisin geri eve doğru yola koyuldum. Searching For Sugarman’in kahramanı Sixto Rodriguez’den de beter bir bilinmezlik vardı Fuat Saner’de. Hayatta olduğuna dair bilgi bile alamamıştım. Tam bu işin peşini bırakma kararı verecektim ki Bağış ağabey (Bağış Erten) geldi aklıma. Olayla epey ilgilenmişti halbuki. Onu arayıp bağlantı sayısını arttırabilirdim. Olayı kısaca anlattım ve telefonu kapattım. Salt bir bekleyiş yetmezdi. Araştırmaya devam!..
Saner, duraklama dönemine girdiği 69-70 sezonunu takip eden yılda tekrar bir çıkış yakalıyor. Fenerbahçe, Birch’ün Galatasaray’ının arkasından bir puan farkla ikinci olsa da; Fuat Saner, oynadığı futbolla göz dolduruyor. ‘Yine Fuat, Yine Fuat’ manşetleri sıkça atılıyor spor sayfalarında. 30 maçla, Fenerbahçe’nin ligde en çok forma giyen ismi olmayı başaran Saner, dört kez de fileleri havalandırıyor. Eskişehirspor’a İnönü Stadı’nda attığı gol de bu performansın üstüne krema niteliğinde… 71-72 sezonu hem Sarı Kanarya hem de Fuat Saner için pek iç açıcı geçmiyor. Ama 5 Mart 1972 tarihinde yaşanan bir olay, en az şampiyonluk anıları kadar hafızalara kazınıyor. İstanbul’da Eskişehirspor ile karşılaşan Fenerbahçe’de, antrenör Sabri Kiraz tarafından kadroya alınmayan Fuat Saner, arkadaşlarına başarı dilemek için soyunma odasına gidiyor ve olanlar oluyor… Sakatlığı nedeniyle oynayamayacak durumda olan Ziya Şengül, bir anda planları alt üst etmiş durumda. Sabri Kiraz, kramponları bile olmayan Fuat Saner’i bir anda kadroya, hatta ilk 11’e monte ediyor. Eskişehir ağlarını havalandırmayı alışkanlık haline getiren Saner de, attığı gol ve oynadığı futbolla takımını galibiyete taşıyor. 72-73 sezonu ise Fuat Saner’in kariyerindeki tepe noktası. 10 Aralık 1972’de Lüksemburg maçında ilk kez milli formayı sırtına geçiren orta saha şefi, 1974 Dünya Kupası Elemeleri’nde İtalya ile oynanan iki maçta da İtalyan basının dahi dikkatini çekiyor. Fenerbahçe ile Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Kupaları’nı kazanan yıldız, usta kalem İslam Çupi’nin yazılarına da sık sık konu oluyor. Can Bartu ile kıyaslanarak ve tabii sıkça ‘zengin baba’ vurgulanarak… Araştırmaya devam ederken, Bağış Erten’den telefon geliyor. Çapa semti ve Çapaspor Kulübü’nde yetişen yılların spor yazarı Erdoğan Şenay’a yönlendiriliyorum. “Onun kesin haberi vardır Fuat Saner’den”…
Hemen Erdoğan Şenay’ı aradım. O sakin konuşmasıyla telefonu açtı. “İyi günler. Ben Erdoğan Şenay.” “Fuat Saner ile bir röportaj yapmak istiyorum. Kendisi hayatta mı?”. Sakinliğini koruyarak: “Oğlum, Fuat hayatta tabii ama ben de uzun süredir görüşmüyorum.” Yine toslamıştım galiba… Bu arada yeni bir fikir geldi aklıma. Çapa sevdalısı bu adama hikâyeyi baştan anlatmakta yarar vardı. Nitekim işe yaradı. Erdoğan ağabey, kısa bir süre düşündükten sonra: “Sen Ziya Şengül’ü bul, o hala görüşüyordur” dedi. “Ziya kaptanın numarasını mesajla iletir misiniz?”. Kısa bir süre durakladıktan sonra; “Ben mesaj işini pek çözemedim hala, sen başka birilerine sor.” Telefon kapandı. Yeni hedef Ziya Şengül’dü. ‘Nasıl bulabilirim?’ planlarına koyulmaya hazırlanıyordum ki, telefona bir mesaj geldi. Erdoğan ağabey, numarayı göndermişti. ”Hikâye ilgisini çekti galiba” diye geçirdim içimden. Hemen Ziya kaptanı aradım. Sağ olsun çok sıcak bir konuşma geçti aramızda. “Oğlum, ben Fuat’ı bir arayıp sorayım. Pek sevmez topçuluğuyla ilgili konuşmayı ama deneyelim” dedi ve kapattı. Kısa bir süre sonra telefon tekrar çaldı. Heyecandan “Alo” bile diyemedim. Yer ve saat kararlaştıracağız beklentisiyle, kafamdan röportaja uygun mekânları geçirmeye başlamıştım. Ama beyhude bir mekân taramasıydı bu. Ziya Şengül: “Dediğim gibi. Konuşmak istemiyormuş Fuat” dedi ve ekledi “Daha fazla zorlama, Fuat bu, ters tepebilir!” Olmamıştı. Yaklaşık beş aylık macera sona ermişti…
Araştırmalarım sonucunda bilgi sahibi olduğum, futbola erken veda eden bu adamın kariyerini bir gözden geçirdim sonra. Pas ve takımı yönetme becerisi Can Bartu’yla karşılaştırılmaya başlandığı 70’li yılların ilk yarısında; tam da futbolunun baharında bırakmış bu adam futbolu! Didi’nin kadro dışı bıraktığı, yönetimin de Vefaspor’a bonservisini vermek istediği bu yetenek, “Ben Fenerbahçe’de oynamak istiyorum. Mal gibi pazarda satışa çıkarılacak adam değilim… Bonservisimi bana satın” deyip dönemin en güçlü yöneticilerine posta koymuş. “O halde sana jübile yapalım?” önerisini de “Ben dilenci değilim” diyerek geri çevirmiş. İşte bu ani kararla futbolu bırakan Fuat Saner’in, futbolculuk dönemiyle ilgili konuşmak istememesi çok da garibime gitmiyor artık…
Kendisine ulaşıp ‘Searching For Sugarman’i yerli statüsünde hayata geçiremesem de, babam ve Sebahattin ağabeyle yaptığımız futbol muhabbetlerinin hala başrolünde olan bu maestroya saygılarımı sunmayı borç bilirim. Sabah oluyor. Sebahattin ağabey, poğaçaları çıkarmıştır fırından. İzninizle…