-Bir Mustafa KOÇ yazısı-
Her maçın, her futbolcunun bir sihirli anı vardır. O anlar, o kadar önemlidir ki özellikle de taraftarın gözünde, futbolcu ya da takıma o anı ölümsüzleştirmek için bir ad takarlar. Aklımıza gelen o sihirli anlara gelin bir göz atalım.
Galiba İstanbul’a ilk gelişimdi. İşi nedeniyle sürekli seyahat eden babamın ayda bir yolu düşerdi İstanbul’a. Bu kez, ben de takılmıştım peşine. Bana Beşiktaş’ı, Köyiçi’ni gezdirdikten sonra ağaçlı yoldan Dolmabahçe’ye doğru yürümeye başladık. Büyük bir sürprizi varmış o gün bana… Ağaçlı yoldan o son virajı döndükten sonra tüm ihtişamıyla İnönü karşımıza çıktı. “İşte burası da bizim stat.” dedi. Beni maça getirmişti. Lig maçıydı ama rakip kimdi hatırlamıyorum. Kapalı tribünde yerimizi aldığımızda tüm stadyum ‘MAF’ için methiyeler düzmeye başlamıştı bile. Maçın başlarında Beşiktaş biraz zorlanmıştı. Tam bu sıralarda “Haydi Kara Kartal!” sesleri yükselmeye başladı. O zamana kadar Kara Kartal sözü benim için Beşiktaş demekti ama neden denildiğini anlayamıyordum. Daha sonraları ise futbolun içinde barındırdığı o sihirli anların farkına varmaya başladım. Bazı sihirli anların insanlar üzerinde bıraktığı etki o kadar derin oluyordu ki o ana özel sözcüklerle o günü anıyorlardı. Kara Kartal da böyle bir andan gelmeydi. Tıpkı futbol tarihimizde yer edinen diğer sihirli anlar gibi.
Kara Kartallarım Benim
Mehmet Galin, Beşiktaş aşığı bir balıkçıydı. Gün boyu tuttuğu balıkları köy içinde satarak geçimini sağlıyordu. Geriye kalan tüm zamanı ise Beşiktaş’la doluydu. Her maçına gidiyor, antrenmanları bile kaçırmıyordu. 19 Ocak 1941 günü Beşiktaş’ın Süleymaniye ile oynadığı maçta, siyah beyazlılar rakibine büyük üstünlük kurarak maçı, 6-0 önde götürüyordu. Bunun da vermiş olduğu coşkuyla, tam da Şeref Stad’ının sessiz olduğu bir anda Mehmet Galin, “Kartallarım benim, Kara Kartallarım!” diye bağırdı. “Saldır Kara Kartal!” Herkes birden ona döndü. Zaten tüm semt onu tanıyordu. Zamanında kartal da beslediğini biliyorlardı. Kimse yadırgamadı, hatta herkesin çok hoşuna gitmişti. Futbolcular ve kulüp yetkilileri de benimsedi ve o günden sonra Beşiktaş’ın lakabı Kara Kartal oldu. Onu tanıyanlar da Mehmet Galine’e, Mehmet Kara Kartal demeye başladılar.
Panterler
Galatasaray efsanesi Turgay Şeren. Altyapısında adımını attığı sarı kırmızılılarda tam 20 yıl forma giyen, ülke futbolunun yetiştirmiş olduğu en değerli kalecilerden biri. Onun yaşadığı sihirli an ise Milli forma altında gerçekleşti. 17 Haziran 1951’de deplasmanda Batı Almanya’ya karşı oynanan hazırlık maçında ortaya koyduğu performansla herkesi etkiledi. Milli Takım sahadan 2-0’lık galibiyetle ayrılırken maçın kazanılmasındaki en büyük katkıyı o vermişti. Berlin Olimpiyat Stadı’nda oynan maç için; “Harpten çıkmış Almanlar tabii ki maçı kazanmayı çok istiyorlardı, ama ben de inanılmaz toplar çıkarmıştım.” diyerek o gece sergilediği performansı kendi ağzından bu şekilde anlatmıştı. Gecenin sonunda Türkiye yurda galibiyetle dönerken Turgay Şeren de Berlin Panteri olarak hafızalara kazındı. Bu maçtan beş yıl sonra o zamanki adıyla Mithatpaşa Stadı’nda oynanan Macaristan maçında da ortaya koyduğu performansla bu lakabı ne kadar hak ettiğini bir kez daha gösterdi. Zamanın en önemli takımlarından biri olan Macaristan’a karşı alınan 3-1’lik galibiyette yine en büyük paylardan biri ona aitti.
Takvimler 1966’yı gösterirken yine Milli Forma altında başka bir efsanenin doğuşuna şahitlik edildi. Milli Takım’ın kötü sonuçlar alıp, zor günler yaşadığı dönemlerden biri. Moskova’da Lenin Stadyumu’nda Rusya ile oynanacak maç için Teknik direktör Adnan Süvari son bir jest olarak Turgay Şeren’e formayı verir ve maçın beşinci dakikasında onu oyundan çıkartarak Ali Artuner’i oyuna sokar. 20 yıl boyunca kendi evinde yenilgi yüzü görmeyen Ruslar’ı Fevzi ve Ayhan’ın golleri ile 2-0 yenerken maça yine bir kaleci damgasını vurur. Ali Artuner maç boyunca yaptığı harika kurtarışlarla maçın kazanılmasındaki en büyük aktördür ve gecenin sonunda herkesin dilinde aynı söz vardır. “Moskova Panteri!” Berlin Panteri, misyonu Moskova Panteri’ne devretmiştir. Moskova Panteri de 12 yıl boyunca Milli formayı sırtında taşıyarak bu misyonu başarıyla tamamladı ve adını ülke futbolunun yetiştirmiş olduğu en önemli kalecileri arasına yazdırdı.
Bir diğer panter lakabı ise aslında kaleci olmayan birine verildi. Hem de ülke futbol tarihi boyunca oynanan en ilginç maçlardan birinden sonra. 17 Nisan 2005’te Kadıköy’de oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş maçı öyle anlara sahne oldu ki, yankısı çok uzun süre sürdü. Maçta çok acayip şeyler yaşandı, harika goller atıldı. Beşiktaş’ın yine kötü geçirdiği bir sezondu. Takımı ligin ikici yarısı için Rıza Çalımbay devralmıştı. Atom Karınca lakaplı teknik direktör, takımını o gün sahaya galibiyet için çıkardı. Fenerbahçe ise Trabzonspor ile büyük bir şampiyonluk yarışı içindeydi. Tüm Fenerbahçe-Beşiktaş derbilerinde olduğu gibi bu maç da seyir zevki açısından çok şey vaat ediyordu ve öyle de oldu. ilk yarı 2-1 Beşiktaş’ın üstünlüğü ile bitmişti. İkinci yarı ise Fenerbahçe durumu Alex’le 2-2 yaptı ama İbrahim Akın, siyah beyazlıları attığı harika golle tekrar öne geçirdi. O golden yedi dakika sonra ise Cordoba, Tuncay’ı düşürdü ve hakem penaltıyı verdi. Cordoba’ya ise sarı kart… Ancak Cordoba kırmızı için o kadar ısrar etti ki (!) Bülent Demirlek kırmızıyı çıkardı ve Kolombiyalı’yı oyundan attı. Oysa Beşiktaş, oyuncu değişiklik hakkını çoktan doldurmuştu. Oyuna kaleci sokamayacakları için bu göreve Pancu talip oldu. Beşiktaş’a geldiği günden beri saha içinde oynamadığı pozisyon kalmayan Pancu kaleye de geçmişti. Alex, penaltıyı attı ve maçı 3-3 oldu. Herkes Fenerbahçe’nin dördüncü golü ne zaman atacağını bekliyordu ancak Pancu kalede rahat tavırları ve yaptığı iki kurtarışla maçı 3-3’te tutmayı bildi. 90. dakikada da sahneye çıkan Koray, Fenerbahçe kalesine dördüncü golü gönderdi ve maç 4-3 Beşiktaş’ın üstünlüğüyle sona erdi. O gecenin sonunda da Pancu, ‘Kadıköy Panteri’ olarak anılmaya başladı. Uğruna tişörtler basıldı, posterler hazırlandı. Bir sonraki sezon ise yıllardır giydiği ‘9’ numaralı formasını bıraktı ve ‘1’ numaralı formayı sırtına geçirdi.
İki yıl sonra ise bu kez de Bobo, Pancu ile aynı kaderi paylaştı. Rakip Trabzonspor’du. 73. dakikada golünü atarak Beşiktaş’ı Trabzonspor önünde 3-2 öne geçiren Bobo, altı dakika sonra Rüştü’nün ceza sahası dışında topa elle dokunarak oyundan atılmasıyla kendini kalede buldu. Seyircisiz oynanması nedeniyle gollere rağmen tatsız tutsuz geçen maça hakem heyecan katmak istemişti herhalde. Zira, Rüştü’nün göğsüyle aldığı topa çaldığı düdüğün başka açıklaması yoktu. Beşiktaş’ın yine değişiklik hakkı dolmuştu. Pancu gibi o da kaleyi maçın sonuna kadar başarıyla korudu ve Beşiktaş sahadan galibiyetle ayrılmasını bildi. Günün sonunda Bobo da ‘Avni Aker Panteri’ olarak anılmaya başlanmıştı.
Yıldızların Kasabı
Andoni Goikoetxea, namı değer Bilbao Kasabı. İspanya futbol tarihinin en gaddar oyuncusuydu. Sertliği ve tekmeleriyle nam salmış Athletic Bilbaolu defans oyuncusu dünyaya, yıldız oyuncuların kariyerini bitirmek için gelmişti sanki. Tekme atmak onun oyununun en önemli parçasıydı. Özellikle Sam Mames’e gelenler ondan çekinirdi. Ancak ilk büyük vukuatını Katalan diyarında gerçekleştirdi. 1983’te Nou Camp’ta Barcelona’ya karşı oynanan maçta Maradona’ya arkadan yaptığı müdahaleyle yıldız oyuncunun bileğinin burkulmasına yol açtı. Zaten Barcelona’da bir türlü isteneni veremeyen, teknik direktörle uyuşamayan Maradona’nın bu kez de başına uzun süreli sakatlık belası gelmiş oldu. Kasabımız da sonra utanmadan o maçta giydiği ayakkabıları çerçeveletip evinin en güzel köşesine koydu. Kasap, bir yıldızı İspanya semalarından kaydırdı. Maradona, sezon sonu ilah olarak muamele göreceği Napoli’nin yolunu tuttu. Ancak Bilbao Kasabı’nın misyonu daha bitmemişti tabii ki. Oyunun asi çocuklarından Schuster de onun kurbanlarındandı. Yine Barcelona ile oynanan bir maçta art arda yaptığı müdahalelerle Sarı Melek’in sağ dizinden ciddi bir biçimde sakatlanmasına yol açtı. Bilbao Kasabı, Sarı Melek’in kariyeriyle de oynamıştı. O günden sonra Schuster bir daha asla eski günlerine tam olarak dönemedi. Kasap bir yıldızı daha kaydırdı. Oysa bu kadar tekmeye ne gerek vardı!
Bir diğer kasabımız İngiltere semalarından. Nam-ı diğer ‘Bacak Isıran’ Norman Hunter. Çoğu futbol sever gibi ben de gözünü hiçbir şeyden sakınmayan, tekmeye kafa sokan, vücut vücuda mücadele eden sert futbolcuları sevmişimdir. Ancak Bacak Isıran Norman bu terimlerin 4-5 gömlek üstüydü. Leeds Unitedlı oyuncunun yaptığı müdahalelerdeki sertlik öyle büyük boyuttaydı ki artık herkesi bezdirmiş, karşıdan onu gören topa gidemez olmuştu. Daha sonra da taraftarlar tarafından açılan ‘Norman Bacaklarınızı Isırır’ (Norman Bites Yer Legs) pankartıyla bu lakap artık onunla beraber mezara kadar gidecekti.
Anadolu’nun Riva’sı
Bazı oyuncular vardır gözden uzak sadece işini yapar. O oyuncular çok büyüktür aslında ama yaptığı işle, oynadığı oyunla büyüktür. O büyük adamlardan biri de Halil Güngördü’ydü. 2. Lig’de gol kralı olmuş, Eskişehirspor’a transfer olmuştu. 1971’de Eskişehirspor’un Türkiye Kupası’nı kazandığı maçta iki gol birden attı. Attığı gollerden biri de İtalyan golcü Luigi Riva’nın gollerine benzetilince Es-Es tribünü lakabı yapıştırıverdi hemen; ‘Riva Halil’. Özgür Topyıldız’ın ‘Anadolu Yıldızı Eskişehirspor’ kitabında onun için yazılmış güzelleme ise her şeyi anlatıyor; “…ne gollerdi onlar. Tam Riva stilinde. Hele birincisi. Direkte bir buldozer gibi geri dönen topu, gene buldozer gibi geldiği yerin ilerisine gönderiverdi. Ya ikincisi… Birincisinden de güzeldi. Kaleye çapraz vaziyette şutlayıvermişti topu. Tıpkı Riva gibi… Golü attıktan sonraki hareketleri de benziyordu Riva’ya. Eli havada, çenesini sıkmış mağrur mağrur seyirciye dönüyordu. Attığı çalımlar da Riva’yı hatırlatıyordu… Fuleleri de aynıydı… Riva gibi her yerden şut atıyordu kaleye. Boş sahaya kaçıyordu, tıpkı o’nun gibi…”
Der Kaiser
Franz Beckenbauer sadece saha içinde değil saha dışında da tam bir liderdi. Aynı zamanda oynadığı mevkii itibari ile de futbolun öncülerinden biriydi. Sayısız başarılar kazandı ve bunları yaparken de ona ‘Der Kaiser’ yani ‘İmparator’ demeye başlandı. Zaten İmparator diye hitap edilen bir adamı anlatmaya çalışmak da ne? Biz o lakabı nerden aldı ona bakalım. Herkes liderliğinden, kaptanlığından ya da saha içindeki oyun anlayışından dolayı bu lakabı aldığını zanneder ama onun sihirli anı aslında bir fotoğrafta saklı. Bir gazete muhbirine, Avusturya İmparatoru I. Franz Joseph’in heykelinin önünde poz vermesiyle basın ona İmparator lakabını takar ve bir lakap bir insanın üzerine bu kadar oturur. O günden sonra Franz artık İmparator’dur. Hem de hükümdarlığı sadece oynadığı takımla sınırlı kalmaz. O tüm Alman futbolunun ‘İmparator’udur.