– Bir Batu ANADOLU yazısı –
Kevin Keegan 70’lerin sonu ve 80’lerin başında transfer olduğu iki takım ile tüm futbol dünyasını şoke etti. Bu kararların arkasında ise bir süperstarın egosu yatıyordu.
Ada futbolu ve süperstar kavramını yan yana getirdiğimizde akla ilk gelen isim şüphesiz George Best’tir. Oynadığı futbol kadar saha dışındaki yaşantısı, ilişkileri, aforizmaları ve kendine has moda anlayışı ile sadece spor basınını değil magazin basınını da meşgul eder bu Kuzey İrlandalı. Ana karada ise 70’lerde Kevin Keegan rüzgarı esmektedir. 1971’de Bill Shankly’in deyimiyle “şiddet içerikli soygun” ile transfer olduğu Liverpool’da büyük başarılara imza atan, hücum hattında ekürisi John Benjamin Toshack ile fırtınalar estirirken bile saçlarının bozulmasına izin vermeyen İngiliz oyuncu, saha dışında da spot ışıklarını üstüne çeker.
1972’de Milli Takım’a adım atan, ilerleyen 5 yılda da Liverpool ile kazanılmadık kupa bırakmayan Keegan, zamanla kendi adını, yüzünü, sesini; kısacası her şeyini de ortaya koymaya başlar. Modern futbolun kendini pazarlamasını bilen ilk oyuncularından biridir belki de. Sahada “You Will Never Walk Alone”u duyduğunda gözyaşlarını tutamayacak derecede takımına duygusal açıdan bağlı olsa da 70’lerin sonuna doğru bu duygusallık yerini gerçeklere bırakacaktır. Kendi değerinin oldukça farkında olan Keegan, sözleşmesine 500 bin sterlinlik bir serbest kalma maddesi ekletmiştir. Yani bir bakıma parayı getiren düdüğü çalacaktır. 323 maçta 100 gole imza atan ve dalya diyen Keegan’ın 1976-77 sezonunun sonunda gidişi kesin gibidir ama asıl soru “Quo vadis?”*dir. Yıldız oyuncu için tüm kapılar açıktır; İspanya mı, İtalya mı onun için hiç fark etmez. Yalnız ortada bir sorun daha vardır: Keegan, Keegan’dır ve açıkçası gittiği yerde tek başına kral olmayı istemektedir.
Ve bir anda sahneye hiç beklenmedik bir takım çıkar: Hamburg. Almanya’nın kuzeyinde yer alan bu sanayi şehrinin takımı, Hitachi ile yaptığı yüklü forma anlaşması ile gözünü yıldızlara ve şampiyonluğa dikmiştir. 1977’de Kupa Galipleri Kupası finalinde Anderlecht’i yıkarak şampiyon olsa da Bundesliga’da istenen düzeye çıkamayan takımı adam etmeye ant içmiş olan genel menajer Peter Krohn, bu uğurda kendisi için küçük bir meblağ olan 500 bin sterlini gözden çıkarmaya hazırdır. Keegan içinse Hamburg, kendisinin muhtarlığını yapacağı küçük bir Alman kasabası gibidir. Liverpool’da kazandığı yıllık 12 bin sterline karşılık Hamburg’da elde edeceği yıllık 250 bin sterlin, Almanya’yı “tatlı vatan” haline getirecektir. Almanya tarihinin en pahalı oyuncusu olması da küçük bir ayrıntıdır. Daha da önemlisi Keegan ile Krohn’un futbol ve pazarlamaya bakış açısı bire bir aynıdır. İkisi için de futbol bir araç niteliğindedir. Krohn, Hamburg’un CEO’su ise onun en parlak buluşu Keegan’dır.
Başlangıçta işler istendiği gibi gitmez. Keegan’ın otelde geçen ilk birkaç ayına dil sorunu da eklenir. Diğer taraftan Kupa Galipleri Kupası şampiyonu takımı bozan Krohn’a karşı kazan kaldıran Hamburglu futbolcular, Keegan’a bir nevi “Tanju Çolak travması” yaşatırlar. “Bizden fazla para mı kazanıyorsun? O zaman sana pas yok!” İngiliz oyuncu önce Süper Kupa’da Liverpool’a karşı iki maçta toplamda alınan 7-1’lik bir mağlubiyetle şoke olur. Merseyside ekibinin onun yerine transfer ettiği Kenny Dalglish’in yıldızlaşması da cabasıdır! Sonrasında Lübeck ile oynanan bir hazırlık maçında kırmızı kart görmesi ile 8 maç ceza alır.
Kupa Galipleri Kupası’ndan elenen ve ligde 12. sıraya demir atan takımın kurtuluşundan ziyade Keegan bir noktadan sonra kendi kurtuluşuna odaklanır. Zaten diğeri de peşi sıra gelecektir. Ligin kalan kısmında 12 gol atan süperstar, takımını ancak 9. sıraya taşıyabilse de Ballon d’Or’un sahibi olur. İkinci sezon ise ilkine göre çok daha parlak geçecektir. Krohn’un yerine gelen efsane futbol adamı Günter Netzer, takım içi tartışmalara son verir. Hemen ardından ise Yugoslav disiplini ekolünden Branko Zebec’i takımın başına getirir. Zebec de boş durmaz; Keegan’a yeni bir Toshack bulur: Horst Hrubesch. Kafa toplarındaki ustalığı ile “canavar” lakabını elde eden Hrubesch’in yanında yapacakları ile Keegan, taraftarlarca ünlü çizgi filme atıfta bulunularak “Süper fare” (Mighty Mouse) olarak çağrılır. Sezon sonunda Hamburg, tarihinin ilk Bundesliga şampiyonluğunu elde ederken Keegan bir kez daha Ballon d’Or ödülünü kazanır.
Saha içinde olduğu kadar yine saha dışında da yıldızını parlatan Keegan, BP’nin reklam yüzü olacak ve üstüne bir de single çıkaracaktır. 1979-80 sezonunun ortalarına gelindiğinde İngiliz yıldızın kapısına, bir kez daha 500 bin sterlin vermeye hazır talipler dizilmeye başlar. Basın bir kez daha Keegan’ın İtalya ve İspanya’ya gideceğinden emin gibidir, İngiltere Milli Takımı’nın kaptanı başka nereye gidebilir ki? İşte tam o esnada devreye Southampton teknik direktörü Lawrie McEnemy girer. McEnemy başlangıçta Liverpool’un Keegan’a atlayacağını düşünür fakat aldığı cevap “ona ihtiyacımız yok” olur. Bunun üzerine masaya 500 bin koyan Southampton, sezon sonu için Keegan ile anlaşmaya varır. İşin ilginç yanı Keegan’ın Southampton ile anlaştığına ancak basın toplantısında ortaya çıktığında inanılmaya başlanır. Süperstar bir kez daha şaşırtmayı başarmıştır.
Alan Ball, Phil Boyer ve Mick Channon gibi oyuncularla da güçlendirilen İngiliz ekibinde Keegan ilk sezonunda ancak 6. sırayı görebilecektir. 41 maçta attığı 26 golle ikinci sezonunda takımını uzun süre liderlikte tutsa da sezon sonunda sürpriz gerçekleşmez. McEnemy ile de ters düşen süperstar, kariyerinin son demlerini Newcastle United ile geçirir. Sonrasında uzun süreli beraberlik yaşayacağı ve teknik direktör olarak zirveye oynayan bir takım yaratacağı siyah beyazlılara giderken Keegan artık 500 binlik değil, 100 binlik bir futbolcu olacaktır. Keegan; Liverpool kariyeri sonrasında küçük takımların büyük oyuncusu değil, takımını da büyük kılmayı başaran büyük bir futbolcu olarak tarihe geçer. Tabii havalı saçlarıyla da…
*Quo vadis: Nereye gidiyorsun?