‘Sürprizler’ dendiği zaman akla ilk olarak takımlar gelir. Ya o takımların yaratıcıları antrenörler? Onlar da kimsenin ummadığı anda umulmadık işlere imza atabiliyor
16 Haziran 1950’de Maracana’yı dolduran 100 binlerin yaşadığı şok, dünya futbol tarihinin ‘en büyüğü’ olarak sürpriz listesinin başına yerleşecekti. Brezilya Milli Takımı antrenörü Flavio Costa ve kaleci Barbosa, ev sahibi için eleştiri oklarının hedefindeydi. Galibiyet golünü atan Ghiggia ise Uruguay halk kahramanlığına terfi etmişti bir anda. İlerleyen yıllarda da mezkûr finalle hatırlanan bu isimler oldu. Birçok kişi büyük sürprizi yapan Uruguay’ın antrenörü Juan Lopez Fontana’nın adını telaffuz dahi etmedi, belki de unuttu.
Saha kenarı kariyerine medikal asistan olarak Central Espanol’de başladı Fontana. 1930 Dünya Kupası’nı kazanan Uruguay’ın antrenörü ve dönemin Espanol çalıştırıcısı Alberto Suppici’nin tavsiyeleriyle antrenörlüğe doğru yola çıktı. 40’lı yılların ortalarında Uruguay Milli Takımı için hoca arayışları başladığında Fontana’nın kapısı çalındı. 1950’de ona güvenenleri gururlandırdı, 1954’te ise yarı finale çıkarak Maracana şokunun bir sürpriz olmadığını kanıtladı. Ne var ki 1954 yazında, Brezilya’daki kadar şanslı değildi. ‘Muhteşem’ Macarlar, futbolseverlerin bir kez daha şaşırmasına müsaade etmedi ve Fontana’nın Uruguayı dördüncülükle yetindi. 1960 yılına kadar kariyerine devam eden Fontana, son olarak Ekvador Milli Takımı’nı çalıştırdı ve dünya futboluna unutulmayacak bir imza bırakarak antrenörlüğünü noktaladı.
Kurtarıcı mı Palyaço mu?
Ron Saunders, 1974 yılında Aston Villa’nın başına geçtiğinde en büyük başarısı, Norwich ile kazandığı 2. Lig şampiyonluğuydu. Aston Villa da ondan masalsı zaferler beklemiyordu. O da, kulübün istediği kıvamda kupalarla başladı Birmingham’daki mesaisine. 1976-1977 sezonu noktalandığında, müzede iki adet Lig Kupası vardı. İngiltere 1.Lig’inde ‘şöyle böyle’ sonuçlar alınsa da Brian Little ve Andy Gray ikilisi, taraftarın heyecan ihtiyacını gideriyordu. Fakat 70’ler hiç de hayallerdeki gibi bitmedi!
Önce Andy Gray, takımdan ayrıldı. Daha sonra Little, kariyerine bitiren bir sakatlık yaşadı. Villa büyük bir katastrofa kendini hazırlıyordu ki, Saunders kariyer hamlesini yaptı. Genç golcü Shaw ve Nottinhgam’ın postaladığı santrfor Withe ile yeni bir ikili inşa etti. 1980-1981 sezonunda beklenmedik bir şekilde ligin en tepesindeki takım Aston Villa oldu. Lig tarihin en beklenmedik sonuçlarından birini alan Saunders, ertesi sezon başkan Ron Bendall ile anlaşmazlık yaşadı ve görevinden ayrıldı.
Villa taraftarı Bendall’e kızgındı: “Lig Kupası’nı kazandık, şampiyon olduk, Bendall da her şeyin içine etti!” Bu esnada Ron Saunders, belki de alışkanlık yapmış olacak, bir şok daha yaşattı Ada futbolu ahalisine. Villa’nın ezeli rakip Birmingham City’ye imzayı atmıştı. Villa taraftarının besteleri, şaşkınlığın derecesini ölçmeye gerek bırakmayacak cinstendi: “Şehirde bir sirk var, palyaçosu da Ron Saunders!”
Fakat Saunders’ın sonraki kariyeri hiç de ‘flaş’ geçmedi. Dört sene Birmingham’da mesai doldurdu, daha sonra da bir yıl West Bromwich’i çalıştırdı ve başarıdan uzak yıllar sonunda kariyerini noktaladı.
Ondan görevi devralan yardımcısı Tony Barton ise Aston Villa’yı Şampiyon Kulüpler Kupası’nın zirvesine taşıyarak, kulübün ‘duble’ sürpriz yapmasına vesile olsa da 1984 yılında kulüpten ayrıldı ve Saunders gibi başarıya hasret bir şekilde antrenörlüğe son verdi.
Komandoya Erken Terhis
Fenerbahçe, Friedel Rausch ile açılışını yaptığı 80’li yıllarda, yabancı hoca şovu yapmaya devam etmekteydi; ta ki Mayıs 1987’ye kadar. Fenerbahçe Futbol Okulu’nun başındaki isim Yılmaz Yücetürk, Fenerbahçe ile iki yıllık mukavele imzalayıp takımın başına geçtiğinde, büyük ihtimalle ülkedeki kimse bunu tahmin etmemişti. Hâlbuki hoca adayları yine gazetelere bol bol malzeme verecek türdendi: Don Howe, Karl Heinz Feldkamp, -yine, yeni, yeniden- Didi, Lucescu -evet, bildiğimiz ‘Luce’- ve Manchester United’ın antreörü Ron Atkinson.
Dönemin başkanı Tahsin Kaya, Yılmaz Yücetürk tercihini, “Yabancılardan ağzımız çok yandı” sözleriyle basına duyururken, Yücetürk de açıklamalarıyla yabancı hocaları aratmıyordu.
“Fenerbahçe komando timi gibi takım olacak”, “Futbolcular sanatçı gibi yaşayacak”, “Disiplin ceza ile olmaz” ve “Deparlar tabanca gibi olmalı” cümleleri, manşet için yeterliydi. Bu arada Abdülkerim ve kaleci Lukovcan’la yaşadığı sorunlar da Fenerbahçe muhabirlerinin bol haberle günü kapamasını sağlıyordu. Fakat bu fırtına kısa sürecekti…
Fenerbahçe, lige 4-1’lik Karşıyaka galibiyetiyle başlasa da önce ikinci haftada Adana Demirspor’a yenildi, sonra da Boluspor ile berabere kaldı. Yeni transferlere harcanan paralar, Şenol Çorlu’nun orta sahada değerlendirilmesi ve yeni transfer Rıdvan Dilmen’in Sarıyer hallerinden çok uzak olması, Yılmaz Yücetürk’ün hataları olarak görülmekteydi. Bütün bunların üstüne bir de 20 Eylül 1987’de İstanbul’da oynanan maçta Eskişehirspor’a 4-0 mağlup oldu Fenerbahçe. Bu skor, o döneme kadar Fenerbahçe’nin kendi evinde bir Anadolu takımı karşısında aldığı en farklı mağlubiyetti. Futbolcular, polisler eşliğinde evlerine giderken, ‘Kadıköy Kazanı’ kaynamaya çoktan başlamıştı ve Yılmaz Yücetürk, yangıdan ilk kurtarılacaklar listesine değildi.
Birkaç gün sonra, “Pes etmem! Teknik direktörlük olayını bir kenara bırakacak değilim” diyerek istifasını veren Yücetürk, yılsonuna doğru Kuşadasıspor ile anlaştı. Fenerbahçe ise yabancı antrenörler serüvenine Macar Pal Csernai ile devam etti. Köln Spor Akademisi tedrisatından geçen Yücetürk, bir kez daha üst seviyede yer alamasa da, Fenerbahçe taraftarının, “Sabretseydik keşke” listesinin hala ilk sırlarında.
‘Big Mal’dir Ne Yapsa Yeridir
Galatasaray, 1970’li yıllarda İngiliz hocalara bel bağlamaya başladı ve uzun süre kendini bu akıntıya teslim etti. Açılış kurdelesini kesen Brian Birch ile üst üste gelen üç şampiyonluk, bu kararın haklılığını gösteriyordu. Birch sonrası Mansell ve Howe ile ‘Ada Aşkı’ biraz dinmeye başlamıştı. Listenin son ismi, 1976’da İstanbul’a ayak basan Malcolm Allison oldu.
Allison; giydikleri, söyledikleri ve yaşam tarzıyla İngiliz basınının ilgi mıknatısıydı. Türkiye’de de bunu sürdürdü. İlginç kürkler giydi, maçlara terlikle çıktı ve İngiltere’deki ‘playboy’ yaşamını sürdürdü. Futbolcuların içki içmesi, gece dışarı çıkması onun için normaldi. Bu cesur hayatı, sahaya da yansımıştı. İlk sezonunda 20 yaş ve altı üç oyuncusu; Şükrü Tetik, Müfit Erkasap ve Zafer Dinçer’e 20 maç ve üstünde şans verdi. İlerleyen yıllarda kulübün altın çağlarına kaptan olarak tanıklık edecek Cüneyt Tanman’ı ilk kez sahaya süren de ‘Big Mal’den başkası değildi. Fakat bu kararların hiçbiri 1 Mayıs 1977’deki kadar şaşırtmadı kimseyi…
Galatasaray, 60’ların sonundaki şaşalı günlerini arayan Eskişehirspor ile deplasmanda karşı karşıya geliyordu. Ligde durum pek iç açıcı değildi ve değişiklik aranıyordu ki bizim ‘çılgın’ girdi devreye. Arkasında olduğu, sıkça dile getirdiği ve çok şeyler umduğu 5-1-4 sisteminde sürdü takımı sahaya. Bu sistemi göründüğünden daha da uçuktu. Takım, çift liberoyla oynuyordu ve takımın değişmez liberosu Fatih Terim, sol bek pozisyonundaydı. Malcolm, forvet hattının Çilli Mehmet’i (Özgül) ile orta sahanın yöneticisi Büyük Mehmet’i (Oğuz) libero olarak görevlendirmişti. Amacı, defanstan düzenli bir şekilde çıkmaktı. Planı işledi de; en azından Galatasaray, 1-0’lık galibiyetle döndü Anadolu’dan. Fakat çılgın dizilişin ömrü uzun olmadı. Ertesi hafta, Adanaspor maçında herkes alıştığı mevkiye kavuşmuştu. Allison da ertesi sene İngiltere uçağındaki yerini alacaktı zaten…
Ligi Tanıyan Hoca
Pep Guardiola: “İtalya’da oynarken ondan çok şey öğrendim”
Roberto Baggio: “Kariyerimde çalıştığım en iyi antrenörlerden”
Bu isimlerin methiyelerine nail olan antrenör kim olabilir? Lippi, Capello, Trapattoni?
Carlo Mazzone. Evet, hiç beklenmeyen bir isim. 1968’de başladığı kariyerinde 2006 yılına kadar 16 takım çalıştıran Mazzone, hiç başa güreşemedi. En büyük başarısı, 1976-1977 sezonunda Fiorentina ile yaşadığı lig üçüncülüğü oldu. Bologna’yla Intetoto başarısı ve Cagliari’yi yıllar sonra Avrupa Kupalarına sokması gibi ‘ufak tefek” işler, bu üçüncülüğün ardından sıralanabilir.
Kurt hocanın şanı pek başarılarla alakalı değil. Nam-ı diğer ‘Sor Carletto’ Serie A tarihinde en çok maça çıkan antrenör konumunda. Kariyeri boyunca çıktığı 1076 maçın 792’si Serie A mücadelesi. İkinci sırada 60’larda Milan’la destan yazan Nereo Rocco (787 maç), üçüncü sırada ise 689 maçla her kulübün şampiyonluk iksiri Trapattoni var. İlk 10’da Mazzone’nin tahtını sallayabilecek aktif bir antrenör yok. Tabii Trapattoni, yeni bir delilik yapıp saha kenarına dönmezse…