-Bir Sezgin RIZAOĞLU yazısı-
Gidilemeyen bir kupa… Hindistan çıplak ayakla oynamak istediği için gidemedi, ben ise şimdilik hayallerimi ertelemem gerektiği için. Tarihler farklı olsa da ikisinde de gidilecek adres Brezilya’ydı.
Bu sene Dünya Kupası’nı yerinde izlemeyi planlıyordum. Temelleri 2010’da atılan bir plandı aslında. Güzel bir Güney Amerika tatilinin sonunda kupa, işin çileği olacaktı. Ama olmadı işte… Bir futbol klişesiyle söylemek gerekirse; önümüzdeki kupalara bakıyoruz artık. Şimdilik 2010 Dünya Kupası anılarımla idare ediyorum. Bir kupayı yerinde izleyene kadar en iyi kupa anılarım o günlerden çünkü…
2010’un Londra’sı… Evet, biliyorum Dünya Kupası, Afrika kıtasındaydı ama ben işimden istifa edip kendimi Britanya topraklarıma atıyorum. Biraz hayallerimin peşinden koşmak diyelim, biraz maceraperestlik… Üstelik futbol, bira, eğlence, kültür, dünyanın dört bir yanından insanlar… Kısacası ne ararsan vardı Kraliçe’nin şehrinde.
Önce soluğu bir dil okulunda alıyorum. Londra’da reklam yazarlığı işi bulacaksam, İngilizcem sağlam olmalıydı. Başlıyoruz derslere… Dil okulu, Brezilyalı dolu. Olsun, Dünya Kupası’nın coşkusunu hep beraber yaşıyoruz. Öyle ki; Hyde Park’ta bir gün, mini bir Dünya Kupası bile düzenliyoruz. Brezilyalılara karşı Dünya Karması… Biz oynuyoruz dersek yalan olur, resmen oturup onları izliyoruz. Hepsi birer ‘seleçao’ yani ‘seçilmiş’. Sanki Brezilya’nın antrenörü Dunga, onları Güney Afrika’ya götürmeyi unutmuş. Bizim takımdaki diğer iki Türk ise en güzel duyguların katili. Arkadaşım bırakın adamlar oynasın, niye sakatlıyorsunuz elin Brezilyalısı’nı.
Bir futbolsever olarak Londra’da ev konusunda da çok şansıyım. İlk evimin penceresinden Wembley Stadı görülüyor, ikincisinin kapısından adımımı atar atmaz kendiliğimden stada akıyorum. Üçüncü ev ise doğu Londra’da, hemen Upton Park’ın yakınında. Maç günlerinde, West Ham’ın attığı her golle birlikte taraftar sanki odamda coşuyor. En uzun süre de bu evde kalıyorum zaten.
Ev, o günlerde tam bir Dünya Kupası ‘I Grubu’. Bir Türk, bir Çinli, bir Hintli, bir Bulgar, bir Litvanyalı aynı evde kalıyoruz. Hani kupaya katılamayan ülkelerin temsilcileri bu evde toplanmış.
Hepsi kafa çocuklar, hep beraber eğleniyoruz. Avustralya’nın maçı mı var, soluğu hemen Aussie Pub’ta alıyoruz. Ev sahibi Güney Afrika sahaya mı çıkıyor, biz de hemen çıkıyoruz bir Afrika mekanına gidiyoruz… Yeri geldiğinde Arjantinliler’le beraber Piccadilly Meydanı’nda galibiyeti kutluyoruz, yeri geldiğinde bir pubta Portakallar’ın hüznüne ortak oluyoruz…
Kupa bitiyor, bizde futbol aşkı bitmiyor. Evdekilerle hadi top oynayalım diyoruz. Ev sahibimiz Portekizli Bay Noberto’dan topunu ödünç isteyip soluğu bizim oradaki parkta alıyoruz.
Bulgar Mitko, Çinli komşum ve ben hemen başlıyoruz ortada top çevirmeye. Alt komşum Hintli Srinivas ise kenarda bir şeyler yapıyor. Bakıyorum, önce ayakkabılarını çıkarıyor, sonra çoraplarını… Anlaşıldı, çıplak ayakla oynayacak. İlk başlarda algılayamıyorum ama sonra birden o hikaye geliyor aklıma. Yıllar önce Eduardo Galeano’nun kitabında okuduğum o hikaye… Çıplak ayakla Dünya Kupası’na katılmak isteyen Hindistan Milli Takımı’nın hikayesi.
Hindistan’ın futbolla tanışması İngilizlerin sömürüsüyle başlıyor. Zamanla onlarla yani işgalcileriyle maç yapıyorlar. Çıplak ayakla çıkılan her maç; sahada İngilizlere bir başkaldırı oluyor. Futbol zamanla gelişiyor. Hatta takım 1950 Dünya Kupası’na katılma hakkı elde ediyor. Parkta Srinivas’ın bana hatırlattığı o olay da işte o zaman yaşanıyor. O yıllarda büyük savaşın izlerini silemeye çalışan dünya, her şeyi bir sisteme oturtmaya çalışırken futbol da bundan nasibini alıyor. FIFA Dünya Kupası’nı daha profesyonel bir çerçeveye oturtmaya çalışıyor. Turnuvayı tüm dünyaya açıyor. Asya’yı temsilen kupaya Hindistan Futbol Federasyonu katılacak ama Asya temsilcisinin ufak bir isteği var: sahada çıplak ayaklarla mücadele etmek. Çünkü Hindistan’da futbol çıplak ayakla oynanıyor. Ama istekleri FIFA tarafından hemen geri çevriliyor. Hindistan da krampon giyme şartında diretilmesi üzerine turnuvaya katılmama kararı alıyor. Kimi kaynaklara göre ise bu kararın arkasında, o dönem Hindistan’ın mali problemler yaşaması yatıyor ve yetkililer ‘çıplak ayakları’ bahane ediyor. O turnuvada dünya sahnesine çıkamayan Hindistan 1960’lara kadar da Asya’da söz sahibi olamaya devam ediyor ama sonra onlar da futbol sahnesinde arkalara düşüyor.
Sonunda Srinivas da aramıza katılıyor. Onu görünce, 1950’de FIFA, Hindistan’ın istediğini geri çevirmekle büyük hata yapmış diyorum. Çıplak ayakla da iyi oynanabiliyormuş. Zaten 1938 Dünya Kupası’ndaki Polonya-Brezilya maçında Leonidas çıplak ayakla muhteşem bir maç çıkarmamış mıydı?