Kendi deyişiyle ‘takdimci’ ama birçoğumuzun nazarında ülkenin futbol emekçilerinin Pele’si. Halit Kıvanç’ın 27 yıllık futbol spikerliği kariyerinin son maçındayız…
“Kırmızı göbekli düğme vurdu… Ve gooool!” Kendisinin düzenlediği, kendisinin oynadığı ve kendisinin sunduğu ‘Düğme Turnuvaları’ ile başlamıştı futbol anlatmaya. Uzun süreler konuşmayan ve konuşması için nice ‘bilirkişilerin’ kapılarının arşınlandığı bu ufaklık, binlerce yeşil saha aktörünü milyonlara anlatacak, sahnelenen oyunu ’10 numara’ betimlemeler ile televizyonun henüz Kafdağı mertebesinde olduğu futbolseverlerin zihninde canlandıracaktı…
Bu maç, son futbol takdimi, top sahalarının bugün raflara kalkmış tabiriyle ‘jübilesi’ olacaktı. Kupa şampiyonu Fenerbahçe ile lig ikincisi Trabzonspor, Cumhurbaşkanlığı Kupası için karşı karşıya geliyordu. Maçın ilk yarısında, belki de hayatındaki birçok şeyden daha fazla alıştığı mikrofonunun başındaydı. İlk futbol anlatıcılığına da bir 45 dakika ile başlamıştı… 8 Haziran 1956’da oynanan Dinamo Moskova-Fenerbahçe maçının hakiki takdimcisi Niyazi Sel’in ikinci yarıya gecikmesi –biraz da onun sahne alması için yaptığı ufak muziplik- ile mecburi olarak geçmişti yıllar yılı ayrılmayacağı görevinin başına. İlk tecrübesi olsa da ileride ona şöhreti getirecek konuşma yeteneği ile de bu yükün altından kalkacaktı bu istidatlı genç. Tabii kendi tabiriyle şans da yanındaydı o gün… Fenerbahçe, Yaşin’li Dinamo’ya 3-1 mağlup olsa da, Sarı Kanarya’nın Basri Dirimlili’nin ayağından kazandığı tek golü anlatmak ona nasip olmuştu ne de olsa. Ne kadar kendisini şanslı addetse de Türkiye’deki ayaktopu sevdalılarına ulaşmıyordu bu “Goooool!” müjdesi… Sovyet yöneticilerin ısrarı üzerine sadece Moskova Radyosu’ndan yayın yapılabilmekteydi ve Türkiye sınırları içerinde ‘Moskof Radyosu’ dinlemek yasaktı nitekim!
27 yıl sonra yine bir Haziran günü, bu sefer ayın 22’sinde ve daha da hoş bir tesadüf ile yine bir Fenerbahçe maçıyla son kez işinin başındaydı; ilk günkünden de heyecanlı bir şekilde… Yer Ankara idi, yıllar evvel Moskova Radyosu’nu yasaklayan zihniyetten bayrağı devralan Kenan Evren de 19 Mayıs Stadı’nın tribünlerinde… Maç başlayacaktı başlamasına ama hala birçok kişinin aklında aynı tereddüt vardı: “Erken mi bırakıyor ne?” Seyirci için de kolay değildi tabii! Her ne kadar takdimcilik evvelinde matbuat kariyeri de yabana atılacak gibi değilse de, ‘o’ya şapka kondurarak telaffuz ettiği ‘futbolu’ sesiyle sevdirmişti memleketin birçok köşesinde. Sadece yerel mücadeleler değil, futbolun en klas sahnesi Dünya Kupası da bir bakıma onunla özdeşleşmişti. Bir yaz önce Paolo Rossi’nin kahramanlık destanlarına konu olacak cinsten dirilişini, Bekenbauer ve Cruyff’un karizmatik savaşını, Kempes’in fulelerini anlamlandıranlar arasındaydı. Bir de can dostu Pele vardı tabii… İlk gözağrısı, 1958 İsveç’teki keşfi, 1970 Dünya Kupası’nda beynelmilel basının önünde ona ‘kardeşim’ diyerek onore eden Pele… İşte o andaki heyecanın daha fazlasını hissediyordu şimdi. 45 dakika… 45 dakika sonra bitecekti!
Maç başlıyordu… Alpaslan Eratlı, Şenol Güneş, İskenden Günen, Cem Pamiroğlu gibi sahada sanatını konuşturan birçok topçu, belki de onun sesiyle merak salmıştı bu oyuna. Şimdi de efsane mertebesine yükselmiş ağabeylerinin jübilesini şereflendiriyorlardı. Karşılaşma, Erkan Göksel’in düdüğüyle başladı. Dakikalar 7’yi gösterirken bir “Goooool!” sesi yükseldi mikrofonlardan. Tuncay Soykan’dı Trabzonspor adına golü atan. Atandan çok anlatandaydı kulaklar. Son kez bağırıyordu bu şekilde. 45 dakika böyle sona erdi. Mikrofona eğildi ve kendi üslubuyla veda etti seyircisine: “27 yıldır beni ilgiyle, hatta sevgiyle, en önemlisi, sabırla, hoşgörüyle dinlediğiniz için teşekkür ederim!” Arkasını döndü, kabinden çıktı ve sahaya doğru yöneldi… 19 Mayıs’ın çimlerine çıktığında, takımlarının 10 numarası misali seyircilerin tezahüratları geliyordu kulağına. Plaketini aldı ve nöbeti teslim ettiği genç meslektaşı İlker Yasin’e duygularını anlattı. Daha sonra artık stadyumlardaki yeni görev yerine, tribünlere doğru ilerledi… İçi buruktu, belki de ikinci yarıda durumu 2-0 yapan golü dahi görememişti. Büyük aşkı, hatta eşinin ‘en tehlikeli kuması’ olarak nitelendirdiği futbola, en azından anlatıcı olarak veda etmişti. Dilinden yıllarca düşürmeyeceği, milli takımın Polonya hezimetlerinde dahi böyle üzgün değildi…
Halit Kıvanç, 22 Haziran 1983’te oynanan Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı ile futbol takdimciliği kariyerine son verdi. Aslında 80’li yılların başından itibaren düşündüğü jübilesi için en güzel yorumu, Trabzonspor ve Beşiktaş formalarıyla birçok maçını anlattığı Necdet Ergün yapmıştı: “Biz gideriz, arkamızdan yüzlerce futbolcu gelir. Ama siz gittiniz mi!..” Hakikaten haklıydı da Necdet Ergün. Öyle bir etki bırakmıştı ki Halit Kıvanç, sesinden hiç canlı maç dinlememiş yahut izlememiş kuşağımın nezdinde dahi ‘futbol efsaneleri’ arasına ismini yazdırmayı başardı. Onun telaffuzu ile ‘o’ harfini yumuşatarak şöyle demek lazım aslında: “Futbol, Halit Kıvanç’ın da katkılarıyla bir aşktır!”