– Batu ANADOLU yazısı –
Başarılarla dolu ya da sessiz sedasız biten futbol kariyerleri arasında bir de arafta kalan futbolcular vardır. Sıralarını bekleyen, işlerini yapan ve sessizce çekip gidenler. Tıpkı Jimmy Glass gibi.
Güneşte parlayan taksisini çalıştırıp yola çıktığında “Güzel bir gün” diye düşündü Jimmy. Elbette hayatındaki ilk güneşli gün değildi. İngiltere’nin kuzeyinde yer alan Cumbria’da geçirdiği günlerde güneşle ilişkisi yok denecek kadar azdı. Ama o günlerden birinde, hayatını futbol oynayarak kazandığı yıllarda güneş daha bir parlaktı.
Yolun kenarında elini kaldıran mavi gömlekli bir adamı farkı etti. “Taksi!” diye bağırdığını ise sanki yıllar sonra duymuş gibiydi. Bu an ile yıllar önce yaşadığı bir anı bağdaştıran zamansız topraklara giriyordu. On yıl önce yemyeşil çimlerin üstüne sinen korkunun kokusunu alabildiği o öğleden sonraya dönüş. Üzerinde mavi renkli formasıyla Nigel Pearson’ın kendisini çağırışı. “Taksi!” sesi bir anda “Jimmy!”e dönüşmüştü. Eliyle yaptığı “bir an önce buraya gel” işareti de sese eşlik ediyordu. Sabahtan beri hissedilen ve umudun içinde kendine yer bulan gizli tansiyonun apaçık ortaya çıktığı anlarda baskı artık kendisinin omuzlarındaydı. Ve bu baskıyı karşılamak için hiç de hazır değildi. Uzaktan baktığı topraklara; rakibin ceza sahasına koşuyordu. Tıpkı kendisi gibi ekmeğini eldivenleriyle çıkardığı toplardan elde eden meslektaşına doğru. Kaledeki yalnızlıktan uzaklaşıp kendisini çılgın kalabalığın tam kalbinde bulmuştu. Kısa bir an “Hepimiz aynı gemideyiz aslında” diye düşündü. “Sonuç ne olursa olsun bu gemide hep birlikte batacağız.”
Geminin diğer yolcuları… Aklından Scaraborough takımı geçiyordu. Hafta içi kazanmışlar ve kendi takımı Carlisle United’ı son sıraya itmişlerdi. Rakipleri son maçlarında Peterborough ile karşılaşırken kendileri de Plymouth ile yüzleşiyorlardı. Nigel, devre arasında ilginç bir sakinlikte geçen konuşmasında son durumun 1-1 olduğunu söylemişti. Ve şimdi o maçtan habersiz, kendi 1-1’lik beraberliklerini bozmak zorundaydılar. Nigel’ın çağrısı; mavi formalıların kıramadığı eşitliği, kırmızı kaleci kazaklı adamın bozabileceğine dair ilahi bir işaretin mi sonucuydu, bilemiyordu.
Bir oyuncu dışında herkes ceza sahasındaydı. Adı üstünde ya cezayı kesecekler ya da kendi cezalarına razı olacaklardı. Jimmy’nin aklına Wembley Stadyumu’nda kendi kalesine attığı gol geldi. Bournemouth formasıyla kupa finalini kaybetmişlerdi. Şimdi başka bir finalde, aynısını rakibinden istemekten utanıyordu. “Dostum yardımcı olabilir misin” diyecek durumda değildi.
Köşe vuruşu kullanıldığında kimse onun ne düşünceleriyle ne de varlığıyla ilgileniyordu. Topu mavili bir gölge kafayla kaleye göndermiş ama Jimmy’nin meslektaşı günlük yevmiyesinin hakkını verecek bir şekilde topu yumruklamıştı. Ve Jimmy, altıpasın önünde bugüne kadar eliyle oynadığı topla yeni bir imtihana kalkışacaktı. Kimsenin bilmediği nokta ise zamanında forvet oyuncusu olarak futbol oynadığıydı. “Ömrüm boyunca topla sahada koşarken kendimi daha rahat hissettim” cümlesini ancak pozisyondan sonra, bir röportaj esnasında söyleyebilecekti. Yer çekimini kıramayarak onunla buluşmaya giden topu olanca hızıyla sağ köşeye gönderirken de gizli dokuz numara süper gücünü kullanan bir davetsiz misafir gibiydi. Sonrasını ise BBC’nin deneyimli radyo spikeri Derek Lacey’i anlatacaktı. “Sahayı istila ediyorlar! Saha istilası!” Yüzlerce Carlisle taraftarı kendilerini boğan zinciri kırarak sahaya inmişler ve Jimmy ile sevinçlerini paylaşmışlardı. Ona yakın olmak, onlara golü kendileri atmış gibi hissettirmekteydi. Gerçek şu ki golü kim atmış olursa olsun Carlisle United ligde kalmış, gemiyle batan Scaraborough’ya el sallamıştı.
Sonrası Jimmy için yeni bir hayatın ve zafer dolu günlerin başlangıcı olmalıydı değil mi? Ama onun yerine karşısına Andy Warhol’un sözü çıkmıştı. Jimmy Glass’ın şöhreti on beş dakika sürmüştü. Bir sabah her gazetenin arka sayfasını süslemişti. Ertesi sabah ise kendisi bile kim olduğunu bilmiyordu. Gol atan kaleciden gol kurtaran kaleci pozisyonuna geçmek isterken tepetaklak olmuştu. Güneşe çok yakın uçan Ikarus misali Jimmy Glass bir efsane değildi. Attığı gol efsaneydi. Ve bu gol onu Carlisle United’da tutmaya bile yetmemişti. Hayat okulunun kalan sınavlarını Oxford ve Cambridge formalarıyla vermişti. Belki forvet oyuncusu olarak kariyer yapmamanın pişmalığı ile kaleci olarak yazdığı tek saniyelik destan arasında gidip gelmiş ve soruları cevapsız kalmıştı.
Taksiyi durdurdu. Yapması gereken işler olduğunu hissetti. Kendisi için çok geçti ama yedi yaşındaki oğlunu topla gördüğünde şu an algılayabildiği gerçeği görememişti. Bardağın yarısı her zaman doluydu. Golden sonrasını getirememesi, bardağın yarısının boş kalmasına neden olsa da dolu olan yarısı futbola ilham vermeye devam edecekti. Son dakikada umudun peşinde koşan kalecileri gördüklerinde insanlar, “İşte Jimmy Glass ruhu!” diyeceklerdi. Dorset’de güneşli bir gündü. Tıpkı on yıl önce Cumbria’da olduğu gibi.













