Yeni Kıta, futbolun en büyük organizasyonunu sahneliyordu. Okul sıralarından henüz yolun başındayken soğuyan bendeniz ise en büyük aşkı ile tanışacaktı.
Elindeki bira şişesini sehpaya koydu ve “Başka bir isteğin var mı?” diye sordu oğluna. “Yok” dedi çocuk. Daha ne isteyebilirdi ki! Çok sevdiği patates kızartması ve kola sehpada hazırdı. Önce, babasının elinde ilk kez gördüğü bira şişesine daha sonra da televizyona baktı. “Gerçekten mühim bir şey demek ki” dedi kendi kendine. Daha önce de maç izleyen baba, hiçbir zaman birayla keyif yapmamıştı. Dünya Kupası’nın etkisi böyle bir şey olsa gerekti…
1993 Mayıs’ındaki UEFA Kupası finalinde izlediği at kuyruklu Baggio’dan sonra takımını belirlemişti Dünya Kupası çaylağı. Fakat açılışı son şampiyon Almanya yapacaktı. İlk olarak son şampiyonun sahaya çıkacak olması epey hoşuna gitmişti. “Var mı başka isteğiniz?” sorusu bu kez anneden geldi. “Yok anne” cevabıyla beraber, “Hadi iyi geceler o zaman” dedi anne. ABD’de düzenlenen turnuva, uzak meridyenlerde maçların geç saatte oynanmasına sebep olmuştu. Çaylak futbolseverin belki de en hoşuna giden mevzu da buydu. Uyumayı pek sevmeyen çocuk, futbol nedeniyle geç saatlere kadar ayaktaydı. Üstelik babasından da torpilliydi bu sefer. Kimseye direnmek zorunda değildi. Maça az kalmıştı ve heyecanı, bendini çiğneyip aşacak noktaya gelmişti. Birazdan tanık olacağı karşılaşma, bir futbol maçında da öteydi. Başlama vuruşu için iki takım da hazırdı. Bu arada bir misafir çıkageldi. Camda beliren kertenkele, Güneydoğu Anadolu’nun sıcağından bitap düşmüş bir şekilde bizi izliyordu sanki. “O da maça geldi” dedi baba. Gülüşmelerle bittiğinde başlama vuruşu yapıldı. 1994 Dünya Kupası, Almanya – Bolivya maçıyla başlamıştı.
İlk gözüne çarpan, maçın güneş altında oynanmasıydı. Neyse ki yarım yamalak coğrafya bilgisiyle işin içinden çıktı. İki takım arasında herhangi bir fark görmese de gönlü Bolivya’ya kaydı. Yeşil formaları ve Western filmlerindeki Kızılderililere benzeyen fizikleriyle sempatik gelmişti bu takım. Bu arada Bolivya’nın oynadığı futbol da hangi takımın son şampiyon olduğunu ayırt edilemeyecek bir hale sokmuştu maçı. Almanya, tecrübesiyle ‘Kızılderili’ ataklarını savuştururken; baba da Dünya Kupası tecrübesini konuşturuyordu. Konu, açılış maçlarındaki sürprizlerdi. Kamerun’un ve Belçika’nın son şampiyon Arjantin’i devirişlerini anlattı. Bolivya’ya olan inancı daha da artmıştı. Bu arada karşılaşmanın hızı yavaş yavaş kesilmeye başlamıştı. Müptedi kupa takipçisinin kulağına küpe olması gereken futbol öğütleri de bu esnada art arda patladı: “Almanlar başladı yine uyutmaya! Birazdan bir tane atarlar, işi bitirirler” dersin ilk cümlesiydi. Sonra daha da etkilisi geldi: “Açılış maçları, hatta grup maçları böyle zevksiz olur. Eleme maçları esas zevkli olanlardır.” Bu arada ilk yarı da bitmişti. Maç zevkli mi zevksiz mi pek anlamamıştı. Çekirge – Usta Po arasındaki oturumlara benzeyen öğreti fırtınası, 45 dakikayı eritmişti.
Devre arasında ilk işi sehpaya uzanmaktı. Fakat umduğunu bulamadı. Patates kızartmalarını daha ilk dakikalarda tüketmişti. İlerleyen yıllarda da hiç başaramayacağı ‘maç izlerken atıştırma’ zevkini daha ilk denemesinde becerememişti. Son dakikalarını oynayan koladan bir yudum alsa da istediği tadı alamadı; gazı kaçmıştı. Bu arada bilgi akışı devam ediyordu. Bilgisayarın sadece Milan-Barselona maçı yapmak için kullanıldığını sandığı o günlerde tek bilgi merkezi olan babası, ikinci yarının gidişatını elindeki bira şişesinden okurcasına mırıldandı: “Almanlar bir tane gol sıkıştırıp maçı alır!”
İkinci yarıya ustanın dediği üzere Almanya üstün başladı. Bolivya’nın da tıpkı kola gibi gazı kaçmıştı. İkinci yarı başlayalı 20 dakika olmamıştı henüz. Almanya’nın kaptanı ve defansının en gerisinde oynayan Matthaus, topu ileriye doğru vurdu. Çaylağın sebebini anlayamadığı bu vuruş, maçın skorunu belirleyecekti… Top, sebepsizce ileri çıkan Bolivya defansının arkasına düşmüştü. 1990 Dünya Kupası kitabından hatırladığı sarı saçlı bücür Hassler, topu göğsüyle düzeltti ve bir diğer tanıdık isim Klinsmann topu aldı. Bu arada nara ile karışık bir ses yükseldi: “Gol!”
Topu önüne alan Klinsmann, Bolivya kalecisini geçip, 1994 Dünya Kupası’nın ilk golünü atmıştı. Golcü işini yapmıştı ama o savunma niye Hassler yokmuş gibi davranmıştı? Cevap ustadan geldi: “Ofsayta düşürmek için çıktılar”. Ofsayt neydi, nasıl bir şeydi yeni yeni çözmeye başlıyordu. Turnuva onun için uygulamalı bir eğitim olacaktı. Nitekim Almanya, rakibini uyutarak öne geçmeyi başarmıştı. Bolivya ne yapsa ne etse Matthaus önderliğindeki Alman duvarını aşamamıştı. Son umut olarak oyuna giren garip saçlı 10 numara da (Marco Etcheverry olur kendisi), maçı çevirerek tarihe geçmek yerine, üç-dört dakikada gördüğü kırmızı kartla adını kupa tarihine yazdıracaktı…
O gün maçı tabii ki Almanya kazandı. Bu maçın üzerinden beş Dünya Kupası ve belki de milyonlarca maç geçse de o maçı hiç unutmadım. Bunun sebebi Matthaus, Sammer, Klinsmann, Efenberg gibi muhteşem oyuncular ya da karşılaşmadaki tempo değildi. En büyük hayali, ‘Oğluyla Dünya Kupası izlemek’ olan babam ile izlediğim ilk Dünya Kupası maçı olmasıydı. Babamın bira açma sebebi de buymuş gibi geliyor bana. Uzun süredir beraber izleyemesek de nice Dünya Kupalarına Metin Özgen!