-Bir Sezgin RIZAOĞLU yazısı-
Eskişehirspor’u ‘Eskişehirspor’ yapan önemli insanlardan biri de kim midir? Ciddiyeti, çalışkanlığı ve enerjisiyle Eskişehir’de iz bırakan, kurulduğu yıl takımını şampiyon yaparak bir ilke imza atan Abdullah Matay.
Nerede kaldı? Röportajdan vaz mı geçti acaba? Oysa “evime yakın bir pastane var, orada buluşalım” demişti, ben de seve seve kabul etmiştim. Bir dakika… Abdullah Matay’ın geldiğini uzaktan görüyorum.
Beni içeride göremeyince kasadaki görevlinin yanına gidiyor ve adam eliyle beni işaret ediyor. Ünlü hoca nihayet beni görüyor. Kolumu kaldırıp onu selamlıyorum. Ağır adımlarla benim oturduğum yere doğru yürümeye başlıyor.
Soracaklarımı aklımdan geçiriyorum. Nereden başlasam? Teknik direktörlüğünden önce Fenerbahçe’de başlayan futbolculuk yıllarını mı sorsam? O yıllarda, Türkiye İstanbul Profesyonel Ligi şampiyonu olan Fenerbahçe’nin en golcü futbolcularından biriyken neden takımdan ayrıldığını anlatır mı acaba? Genç Can Bartu’nun artık sürekli kadroda kendine yer bulması bu ayrılıkta yani Beykozspor’a gidişinde etkili olmuş mudur? Ya beş kez davet edildiği milli takım maceraları?
O bana doğru yürürken heyecanım da gitgide artıyor… Öyle ya, bu heyecan babamdan miras kaldı. O Eskişehir’de görev yaptığı yıllarda, Es-Es yeni kurulmuş. Yıl 1965… Kurulduktan sonra da daha ilk yılında 1. Lig’e çıkmış. O efsane takımının başında da Abdullah Matay varmış. Hem oyuncu hem de çalıştırıcı olarak… Ben hep onun anılarıyla büyüdüm. Şimdi ise o anılar karşımda bana doğru yürüyor.
Sahi Abdullah Hoca Eskişehirspor’un başına nasıl geçmişti? Neden takımın hem oyuncusu hem de antrenörüydü? Babam hep anlatırdı: “1965 senesinde Eskişehirspor kuruldu ama maddi problemler de yok değil di…” Matay da kesin o imkansızlıklar nedeniyle hem futbolcu hem antrenördü Es Es’in ilk yıllarında. Antrenman için saha zor bulunuyormuş. Saha bulunamadığı zaman ise Abdullah Matay’ın kamyoneti giriyormuş devreye. Futbolcular onun kullandığı kamyonetle çayıra gidiyormuş. Neyse biraz sonra kendisine sorarım… Oysa Beykoz’da futbola veda etmiş, teknik direktörlük yapmaya başlamıştı. Hatta 1962-63 sezonunda Eskişehir Ticari İlimler Akademisi’ni çalıştırmıştı. Bu ekiple 1963 yılında Türkiye futbol şampiyonasını kazanmıştı. Babamın anlattığına göre bu turnuvanın kupa töreni esnasında kafile başkanı Nafiz Yazıcıoğlu’na edilen tavsiye üzerine iki sezon sonra ağırlıklı Eskişehir Ticari İlimler Akademisi için oynayan futbolcularla Eskişehirspor kulübü kurulmuş. Tabii ki teknik direktörlüğe de Abdullah Matay getirilmiş.
Yanıma gelmek üzere ama ben hala soracaklarıma karar veremedim. Olsun, en iyisi karar vermemek galiba. Bırakayım o gelince her şey ağzımdan doğal akışıyla çıksın… Nasıl olsa sözcükler yanımda, anılar aklımda…
Heyecanım korkutuyor mu beni? Onbinlerce taraftarın önünde ilk maçına çıkacak genç bir futbolcu gibiyim sanki. Sahi o ne hissediyordu acaba Bursaspor maçlarına çıkarken. Kazananın 1. Lig’e çıkacağı o maçlara… Bu eşleşmenin favorisi yeşil-beyazlılarmış ama sonunda mutlu sona ulaşan Es-Es oluyordu. Daha ilk yılında büyük iş başarıyordu Abdullah Matay ve öğrencileri.
Bu şampiyonlukta nereden başlasam acaba? 6 Temmuz 1965–30 Haziran 1966 tarihleri arasında çalıştırdığı Eskişehirspor’da ilk maçlarda bizzat maçlarda oynamasından mı? Yoksa 1966’nın 10 Şubat’ıyla Mart’ı arasında takımın başına Yugoslav antrenör Boroviç’in getirilişinden mi? Oysa sezonun bitiş düdüğü stresini yaşamak ve 1. Lig’e çıkma başarısı yaşam yine Abdullah Matay’a kalır. Ardından takımı bırakır. Çünkü ona göre Milli Lig apayrı bir maceradır. Bu istifa acaba takımın parlak geleceği için ipince bir taktik miydi? Zira Matay, Samsun, Ordu, Zonguldakspor gibi 1. Lig takımlarının yanı sıra pek çok 2. Lig ve amatör takımı da çalıştırdı.
Birkaç adım daha. Birkaç engel daha devriliyor. Hava soğuk olmasına rağmen terastaki masalardan birine oturacağız. Sigara içebilsin diye. Sigara kullanıyor mu, bilmiyorum ama olsun. Başta mesafeli davranacak, bana hangi gazetede çalıştığımla ilgili sorular soracak. Her röportajın başında konuşulan konulardan bahsedeceğiz. Ben konuyu bir an önce ona ve Eskişehir’e getireceğim.
Yanıma gelince, örf ve adetlerimizde olduğu üzere tokalaşıyoruz. Heyecanımı fark ediyor. Terasta oturalım diye öneriyorum –böylece sigarasını içebilir- Garson onu tanıyor. “Her zamanki gibi Türk kahvesi mi?” diyor, Evet anlamında başını sallıyor, bense önceden planladığım gibi çay diyorum.
Heyecanımı yenmek için havadan sudan bahsediyorum. Konuyu Eskişehir’in havasına getiriyorum. Ardından da Eskişehirspor’a bağlıyorum… Kısa cevaplar veriyor. Biraz sıkılmış, bir an önce bitse de gitsem gibi.
Ardından heyecanım geçip, sözcükler ağzımdan tam da istediği gibi çıkıyor, şaşırıyor. Şaşkınlığı cümlelerine de yansıyor. Cevaplar artık eskisinden daha uzun, zamanın akışı daha hızlı…
Sonunda konu Abdullah Gegiç’e geliyor. Çünkü Matay, onun yönetiminde tekrar dönüyor Eskişehirspor’a… O şaşalı yıllarda Gegiç’in yardımcılığını yapıyor. Acaba ondan neler öğrendi, Abdullah’ın gözünden Abdullah nasıldı?
Anlatıyor tüm içtenliğiyle… O dönemden konuştuğum herkes gibi o da antrenman tekniklerini anlatıyor.
Dayanamıyorum, ‘Eskişehirspor ve Abdullah’ denilince akıllara Abdullah Gegiç geliyor diyorum. Bu durumun kendisini rahatsız edip etmediğini soruyorum ona. Çünkü o, Eskişehirspor’un ilk Abdullah’ı… Anadolu’nun futbol meşalesini yakan, bir büyük futbol devrimini gerçekleştiren ve bütün Anadolu takımlarına rol model olan Eskişehirspor’un ilk hocası… Ciddiyeti, çalışkanlığı ve enerjisiyle Eskişehir’de iz bırakan, kurulduğu yıl takımını şampiyon yaparak bir ilke imza atan, adını ölümsüzler arasına yazdırarak tarih sahnesinde yerini alan ilk Abdullah…
Birden “Bir çay daha alır mısınız?” diye bir ses duyuyorum. Kafamı kaldırıp hemen yanı başımda dikilen garsona bakıyorum. Sonra etrafıma… Az önce karşımdaki sandalyede oturan Abdullah Matay artık orada oturmuyor. Birden yok olmuş. Tıpkı Eskişehirspor’un eski şaşalı günleri gibi…