Eskişehirspor’un unutulmaz döneminin müthiş orta saha elemanı Kamuran Yavuz, 1970’te Köln’de oynanan ve Türkiye futbol tarihine geçen karşılaşmada, Sepp Maier’e attığı golü anlattı.
Toprakspor takımında parlayan ve Eskişehirspor’un 1965’teki ilk kurulan takımında kendisine yer bulan unutulmaz orta saha oyuncusu… “Fethi-Nihat-Ender filelere gönder” tarzı bir tezahüratı, isimlerinin yarattığı prozodi sıkıntısı nedeniyle kaçırmış orta saha üçlüsünün sağ içi… Eskişehirspor’un dördüncü şampiyon olma şansını kıl payı kaçırdığı dönemin yıldızı Kamuran Yavuz, kariyeri boyunca golcü bir orta saha oyuncusu olmadı. Hep yöneten, yönlendirendi… Fakat öyle bir isme öyle bir gol attı ki; hem de milli maçta. “Türklerden gol yersen saçlarımı kazıtırım!” diyen Maier’i avlayan Es Es efsanesi ile unutulmaz Federal Almanya maçını ve ‘o golü’ konuştuk…
“İlk kez Bulgaristan’a İstanbul’da 2-0 yenildiğimiz maçta milli formayı giydim. Çok iyi oynamış ama kaybetmiştik. Ben, İsmail Arca ve Ender Konca, Eskişehirspor’u temsil ediyorduk o maçta.“ Kamuran Yavuz, Ekim 1968’de oynanan Bulgaristan maçını böyle yâd ediyor. Gegiç’in Eskişehir’in başına geçmesiyle oyun anlayışlarının değiştiğini ve milli takıma Eskişehir’den birçok oyuncunun seçilmesinin buna bağlı olduğunu ekleyerek. Biz ise sabırsızlıkla Almanya maçına çekiyoruz muhabbeti. Neticede koca Maier’e gol atmış insan karşımızda. Bir de Kamuran Bey’i ziyarete gelmeden önce gazeteleri karıştırırken karşımıza çıkan; “Türkler bana gol atarsa saçlarımı kazıtırım!” iddiası var tabii. 70 Ekim’inin Köln’üne doğru ışınlanıyoruz…
“Antrenör Sabri Kiraz, ağır aksak bir antrenördü fakat çok sakin bir adamdı. Bu sakinliği, takıma olumlu yansımıştı. Öyle bir havayla çıktık ki maça… ‘6-0 kaybetsek n’olur!’ düşüncesi vardı. Zaten kaç gol yiyeceğimizi tartışılıyordu. İlk dakikada 1-0, 10. dakikada 2-0, 25’te 3-0… Herkes böyle bir senaryo kurmuştu maçtan evvel.” Türk futbol tarihine damga vuran, maça çıkmadan mağlup olma durumu bir kez daha karşımıza çıkıyor. 50’li yıllarda alınan Almanya ve Macaristan galibiyetleri de bu kronolojik hastalığımız biraz da olsun iyileştirememiş mi? “Turgay Şeren’in ‘Berlin Panteri’ unvanını aldığı Almanya maçı, bir hazırlık karşılaşmasıydı. Futbol tarihimizin bir diğer gurur kaynağı Macaristan maçı da aynı şekilde… Üstelik Macar takımını, ülkenin çeşitli yerlerinde birçok maç oynattıktan sonra yenmişiz. Maalesef Türkiye’nin kaderi bu! Böyle şeylerle avunuyoruz.”
Ya o maç? Oradaki Almanya takımı da öyle böyle bir takım değil. ‘Sahaların Efendisi’ Beckenbauer’in yeni yeni parladığı, Kamuran Yavuz gibi birçok istidatlı gencin feyz aldığı yeşil saha metronomu Overath’ın oynadığı bir takım neticede Almanya. Bu iki isim bile gözlerindeki parıltıyı göstermesi için yeterli oluyor; “Bizim Köln’de oynadığımız Almanya maçı, Avrupa Şampiyonası elemesiydi. Hatta öyle bir Almanya vardı ki karşımızda, son Dünya Kupası’nda üçüncü olmuştu. Kaleci Maier, sağ bek Vogts, Weber, Beckenbauer, Overath, Müller…. Zaten bizim maçtan sonra Held ve Weber gibi isimleri atıp, Netzer gibi isimlerle takviye yaptılar Avrupa ve dünya şampiyonu oldular. ” Türkiye’nin farkı neydi de böyle bir takımdan puan koparmayı başarmıştı, hem de kendi sahasında! Üç sene sonra İtalya’da oynanacak olan ve Sabri Dino’nun, Dino Zoff’a nazire yaptığı maç gibi bir kalecilik destanı mıydı? Nitekim dönemin milli takımında eldivenler ‘Büyük’ Ali Artuner’de. Yapar mı yapar!“Türkiye futbol tarihinin en parlak jenerasyonlarından biriydi o milli takım. Mehmet Oğuz ve Fethi Heper gibi klas isimler forma bulamıyordu, düşünün! En iyi döneminde olan Cemil Turan dahi ancak 45 dakika oynamıştı.”
Artık gol zamanı! Köln’deki Türk seyircileri coşturan golün kahramanı, o günkü sakinliğine taş çıkartırcasına anlatıyor o anı: “Metin Kurt, sağdan bir atak yaptı. Ortasını, Almanlar çıkardılar; top ayağıma geldi. Vogts ve birkaç Alman oyuncu daha çevremdeydi. Topu çekerek birkaç kişiyi ekarte ettim ve yayın üstüne geldim. Ne yapacağım diye bakınırken Maier’le karşı karşıya olduğumu fark ettim. Benim geldiğimi anlamış ve açıyı kapatmak için kalesinden çıkmış. O anda vurmasam, golü yapamazdım. Vurdum ve gol oldu.” Türkiye, 10. dakikada 2-0 geri düşmeyi hayal (!) ederken, 15. dakikada 1-0 öne geçmişti. Maça psikolojik olarak mağlup başlayan bir takım gol atınca ne mi yapar? Kamuran Hoca anlatsın: “Golü attıktan sonra bir dakikaya yakın bir sessizlik oldu. Golü attım, sevinçten zıplıyorum ama kimse yanıma gelmiyor! 20-25 saniye sonra Sanlı ve Ziya geldi.”
Bu maç, bizim kuşağa büyüklerinden yadigâr radyo anılarından biri; başrolünde ise Ender Konca var. Onun performansını, en yakın şahitlerden birine sormadan olmaz: “Ender, zaten muazzam bir yetenekti. O maçta da harikaydı ama herkes iyi oynamıştı. Normalde bir takımın iyi oynadığı maçta, iki-üç tane çok iyi oynayan, birkaç tane vasat oynayan ve birkaç da kötü ve çok kötü oynayan oyuncu olur. Türkiye’nin iyi maçları ebette olmuştur ama o maçta 11 futbolcu da vasat ve vasatın üzerindeydi. Kötü oynayan kimse yoktu.” Peki böyle kusursuza yakın bir performans niye galibiyeti getirmedi? Sorun, yetenek farkı mıydı yoksa yine dönemin basının çok sevdiği ‘Bizans Oyunları’ mı oynanmıştı Türkiye üzerinde? “O maçı almamız lazımdı. Benim golümden sonra iki ya da üç olabilirdi. Ama inanç meselesi bu, o zamanlar kazanma düşüncesi yerleşmemişti. 1-0 galibiz, aman hücum yapmayalım diyoruz. 1-1 oldu, bu kez de ikinciyi yemeyelim diyoruz. Yani düşünmediğimiz tek şey kazanmak! Neticede 1-1 sonuçlandı maç.”
Yine döndük dolaştık aynı yere geldik! Dahası, bu dönemden daha kötüleri de bekliyordu milli takımı. Özellikle de 80’lerin başı, kabustan da öte olacaktı. Gegiç’le birlikte kazanmayı alışkanlık haline getiren futbolcu topluluğunun bir üyesi olarak onun için daha da zor bir durum bu şüphesiz. Sen üç büyüklere kafa tut, sonra misak-ı milli sınırları dahilinde toplanan yetenekli topçuların olduğu takımda kaç gol yeneceğini tartış. Zor ve saçma bir iş hakikaten! “Yıllarca Avrupa’da oynarken bu psikolojide oynadık. ‘Kaç tane yemeyelim?’ mantığı vardı. Boyuna şerefli mağlubiyetler yaşadık. Kafadan mağluptuk anlayacağınız. Türkiye futbolu yüz sene sonra; Mustafa Denizli’den önce ve Mustafa Denizli’den sonra diye ikiye ayrılacaktır. Bu eziklik psikolojisini yerle bir eden adam Mustafa’dır. Dünyanın en büyük düşüncesini Türkiye’ye yerleştirdi; ‘Ne olursa olsun yeneriz!’ Bu düşünceyi yıktık ama dünyaya entegre olacak yetenekleri, futbola kazandıramıyoruz çünkü şimdi de düzen bozuk. Eğitim sıfır!” Neyse, bozmayalım moralimizi hocam.
Bu maç, Ender Konca’nın kariyerini değiştirmişti. Büyük sol açık Konca, bu karşılaşmadan sonra Frankfurt’un radarına takıldı ve bir sene sonra Almanya’ya transfer oldu. Maçın an-ı şahanesinin kahramanı olan orta sahanın genç ismi Kamuran da dikkat çekmişti elbette: “1860 Münih beni istedi. Transferim gerçekleşecekti ama askerliğimi yapmadığım için gidemedim. O zaman askerlik yapmadan yurtdışına çıkılmazdı. Ender yapmıştı ve transfer oldu. Çok pişman oldum ama olan olmuştu. Bir de Helmut Schön’ün beni Bayern Münih’e önerdiğini öğrenmiştim sonradan.” Beckenbauer ve saz arkadaşlarına kök söktüren bu takım nasıl dağıldı peki? Niye başarılar gelmedi? “Sabri Kiraz döneminde kulüpçülük yoktu, zaten kısa sürdü onun antrenörlüğü. Ama özellikle Coşkun Özarı’yla birlikte kulüpçülük başladı. O, kendi grubundan adamlar ister, dışarıdan pek topçu almazdı.“ Gerçi Kamuran Yavuz da futbolu erken bırakanlardan… Büyüklerimin “O zamanlar öyleydi evlat” sözlerini duyar gibiyim. Kamuran Hoca da bunu doğruluyor zaten: “Futbolu erken bıraktım çünkü o zamanlar 30’una geldin mi ‘yaşlı’ derlerdi. 27 yaşımdayken iyi oynadığım bir maçtan sonra, ‘İhtiyar kurt yine döktürdü.’ yazmıştı. “
Gelelim şu Maier’in iddialı açıklamalarına. Kamuran Yavuz, Maier’den sonra bizi de avlıyor: “Maçtan sonra seviniyoruz… Bir baktım, Maier ve tercümanı soyunma odasına girdi. Önce hepimizi tebrik etti, sarıldı… Sonra da ‘Türk gazetelerinden benimle ilgili bir haber çıkmış. Size hayatım ve şerefim üzerine yemine ederim ki böyle bir şey söylemedim. Yeneriz dedim ama bu şekilde değil.’ dedi.“ Neyse ki fotoşop gelişmemiş o dönemde. Bu haberi yapandan nasıl performanslar görürdük alimallah?