-Mehmetcan ARISOY yazısı-
1978 Arjantin’de ve 1986 Meksika’da Dünya Kupası’nı kazanan Arjantin için 1982 İspanya pek hatırlamak istenmeyecek bir turnuva. Zira kupadan haftalar önce başlayan Falkland Savaşı’nın büyük bir etkisi var.
‘‘Futbolda cesaret bulaşıcıdır. Eğer bir takım formdaysa takımdaki en büyük eşek bile bundan etkilenir. Ama can sıkıntısı gibi sıradanlık da bulaşıcıdır.’’
Bu sözler, Arjantin ile ilk kez Dünya Kupası’nda oynayan Diego Maradona’ya ait. Turnuvanın ilk maçında Belçika’ya yenilen Arjantin büyük bir hayal kırıklığı yaratmış ve 1950’de İtalya’dan sonra açılış maçında yenilen ilk şampiyon olmuştu. Takımın içinde bulunduğu ruh hali büyük bir bunalımın habercisiydi. Dört yıl önce Arjantin lideri Jorge Rafael Videla’nın kupaya elini sürmesi başta teknik direktör Cesar Luis Menotti olmak üzere pek çok kimseyi rahatsız etmiş, kazanılan Dünya Kupası lekelenmiş bir zafer olarak görülmüştü. Bu konuda Arjantin halkının hissettiklerini özetleyen Almagro kalecisi ve aynı zamanda felsefe öğrencisi olan Claudio Tamburrini’ye kulak vermek gerek. Zira politik eylemci olarak tutuklanan, lakin 1978’de hapisten kaçan Tamburrini o günleri şu şekilde özetliyor:
‘‘1978 Dünya Kupası sırasında, Arjantinliler -ben dahil- eleştirel politik düşüncenin yerine spor çılgınlığını koydu… Diktatörlükle yönetilen bir ülkenin milli takımını desteklemek yüksek maliyetli bir mantıksızlık örneğidir.’’
Nitekim vaziyet bu kez biraz farklıydı. Kupadan kısa bir süre önce patlak veren Falkland Savaşı gerek Arjantin halkını, gerekse milli takımı fazlasıyla etkileyecekti. Dönemin lideri Leopoldo Galtieri’nin radikal bir eylem arayışında olması ile başlayan süreç, kupa öncesi milli beraberlik duygusunu yaratmak için Arjantin’in Falkland Adaları’nı işgal etmesine kadar sürdü. İngiltere’nin, kendisine 12 bin kilometre uzakta olan bu kayalıklara göz yumacağını sanan Galtieri, korkunç bir hata yaptığını anladığında iş işten geçmişti bile. Arjantin güçlerinin adaya çıkarma yapmasından üç gün sonra 127 gemilik bir özel görev gücü gönderen İngiltere, ABD’nin de desteğini alarak Galtieri’ye hiç beklemediği bir cevap verdi.
Arjantin-İngiltere geriliminden en çok etkilenenler, futbol yaşantılarını İngiltere’de sürdüren Osvaldo Ardiles ve Ricardo Villa oldu. 1978’de gelen kupa zaferinden sonra Tottenham’a transfer olan Ardiles, Londra ekibinin 1981’de kazandığı FA Cup zaferinde büyük pay sahibi olmuştu. Arjantin’in Falkland’ı işgalinin ertesi günü Tottenham FA Cup yarı finalinde Leicester City ile karşılaşacaktı. Ardiles o süreci ‘‘Basında büyük yaygara vardı. Önemli bir maçtı ama otelimizdeki gazeteci sayısı üç katına çıkmıştı.’’ diye anlatıyor.
Ardiles milli takıma katılmak için Arjantin’e dönerken uçakta yalnızdı zira Ricardo Villa Londra’da kalmıştı. Dünya Kupası’nda oynamasına izin verilen Ardiles sonrasında Paris Saint-Germain’e kiralandı. Nitekim Villa Spurs’te kaldı ve 1982 FA Cup finalinde kadroya alınmadı. Sebebi ise ne yazık ki sportif bir karar değildi. ‘‘Yalnızca futbol söz konusu olsaydı, onun (Villa) mutlaka sahada olması gerekirdi.’’ diyordu Ardiles. ‘‘Ama anlaşmazlık tırmandığı için ve baskılar nedeniyle oynayamadı- bence çok üzücü. Çünkü İngiltere gibi bir ülkede politika futbolu alt etti: bunu dünyanın başka yerlerinde görebilirsiniz ama İngiltere için daha alışılmadık bir şeydi.’’ Villa ise ‘‘Belki yalnızca İngiliz askerlerin akrabaları baskı yapmıştır.’’ diyordu. ‘‘Oğullarını kaybettikleri için Arjantinlileri sevmediklerini anlayabiliyorsunuz. Arjantin’le savaşa girdiyseniz ve karşınızda Arjantinlileri görüyorsanız içinizde otomatik olarak bir duygu oluşur.’’
Arjantin halkı cunta rejiminin yarattığı hasarlara rağmen savaşta tek bilek olmaktan yanaydı. Öyle ki rejime karşı çıkanlar bile bu savaşta ülkelerini desteklemekten çekinmediler. Halihazırda büyük bir muhalif olan romancı Ernesto Sabato, bir İspanyol radyosuna hıçkırıklarından zor duyulan bir sesle verdiği söyleşide halkın hissettiği sonsuz çaresizliğe tercüman oluyordu. ‘‘Arjantin’de savaşan diktatörlük değildir. Kadını, çocuğu, yaşlısıyla, politik görüşüne bakılmaksızın herkes. Benim gibi rejim karşıtları onurumuz için, sömürgeciliğin son kalıntılarını temizlemek için savaşıyoruz. Yanılgıya düşme Avrupa, Malvinas (Falkland adalarına Arjantin’de verilen ad) için savaşan diktatörlük değil, tüm ülkedir.’’
Savaş sırasında başkent Buenos Aires’teki hava oldukça duyarsızdı. Maradona’nın yer aldığı karikatürle futbolun savaş ile bağlantısı açıkça ortadayken hükümetin bu kör milliyetçilik ile halkı sefalete sürükleyişi göz ardı ediliyordu. Keza ülkenin önde gelen gazetelerinden Clarín, Belçika mağlubiyeti sonrasında baş sayfasını iki başlığa ayırmıştı: ‘‘İngiliz Güçlerin Bombardımanı’’ ve ‘‘Dünya Kupası’na Kötü Başlangıç’’. Öyle ki Arjantin medyasının bakış açısında savaş ve futbol aynı düzlemde, aynı ideallerin peşinde ilerliyordu.
Saha içine gelindiğinde ise saha dışından farksız bir belirsizlik hakimdi. 1978 kadrosundan pek çok isim hala kadrodaydı ve halihazırda cuntanın gölgesinde kalmaktan bıkmış, biçare yorgun bir oyuncu grubu mevcuttu. Diego Maradona kadronun yeni ismiydi ancak bir ülkenin tek umudu olarak lanse edilmesi pek fazla zaman almamıştı. Aslında politikadan uzak durmaya çalışıyordu, onun tek isteği ülkesinin en iyisi olmaktı. Lakin İspanya’ya gidildiğinde yaşanan şok duygusu takımı fazlasıyla etkiledi. Oyuncular tarafsız İspanyol gazetelerini okuduklarında Arjantin’de onlara sunulandan bambaşka bir öykü, bambaşka bir savaş olduğunu gördüler. ‘‘Savaşı kazandığımıza ikna olmuştuk ve her vatansever gibi ben de bayrağımıza bağlıydım.’’ diyordu Maradona. ‘‘Takımdaki herkes için tam anlamıyla bir darbeydi.’’
Saha dışında yaşanan sıkıntılar bununla sınırlı değildi. Menotti’nin birçok kez odasından Alman modellerle çıkarken görülmesi onun zaten bilinen kadın düşkünlüğünün bir parçasıydı. Ama Dünya Kupası bunun için doğru yer değildi ve yaşanan disiplinsizliklerin ardı arkası kesilmiyordu. Alberto Tarantini’nin karısının plajda onunla kavga edip, defans oyuncusunu başka erkeklerle aldatma tehditleri İspanyol gazetelerinde fazlasıyla yer buldu. Öte yandan Brezilyalı efsane Pele’nin Clarín’de ‘‘Onun (Maradona) dünya çapındaki bir seyirci tarafından onurlandırılmayı hak edecek insani büyüklüğe sahip olup olmadığıyla ilgili kuşkuları olduğunu’’ yazması Maradona’yı oldukça kızdırmıştı.
Macaristan’ı Daniel Bertoni, Ardiles ve Maradona’nın iki golüyle 4-1 geçerek nefes alan Tangocuların gruptan çıkması için El Salvador’u mağlup etmesi yetecekti. Kaptan Daniel Passarella’nın penaltıdan attığı golün ardından Bertoni skoru 2-0’a getirdi ve Arjantin kendini güç bela ikinci tura atmayı başardı. Gruptan lider çıkamamanın karşılığını İtalya ve Brezilya ile aynı gruba düşmekle alan Arjantin için işler pek parlak gözükmüyordu. Zira Barcelona’da oynanan İtalya maçını 2-1 kaybettiler. Maç boyunca İtalyan savunmacı Claudio Gentile’nin Maradona’yı bir an bile rahat bırakmamasından dolayı İtalya karşısında oldukça etkisiz kaldılar. Maçın sonlarına doğru Passarella’nın serbest vuruştan attığı gol ise sadece teselli niteliğindeydi. Yarı final için tek yol Brezilya’yı farklı yenmekti ama Zico’nun maçın başında attığı gol bunun pek mümkün olmadığını gösterdi. İkinci yarıda Serginho ve Junior farkı üçe çıkardı, skoru Ramon Diaz belirledi. Son şampiyon 3-1’lik Brezilya mağlubiyetinin ardından başını öne eğmiş, evine dönüyordu. O kadrodan tam dokuz oyuncu bir daha milli takımda forma giyemedi.
İspanya’ya Las Malvinas son Argentinas (Las Malvinas Arjantin’indir) pankartlarıyla giden milli takım sahada oldukça yetersiz kaldı ve elendi. Plaza de Mayo’da İngiliz ve Amerikan bayrakları yakan yüz binlerce kişinin yaşadığı çaresizlik de pek farklı sayılmazdı. Yazar Jimmy Burns’e göre tüm bu yaşananlar ‘‘bireyciliğin bastırılmasının, tarihin inkar edilmesinin ve bunların yerine yabancı düşmanlığına varan aşırı milliyetçiliğin geçmesinin’’ işaretiydi. Yüzde 900’e kadar çıkan enflasyon, yılda yüzde on küçülen bir ekonomi ve 39 milyar dolara çıkan dış borç. Gümüş ülkesi Arjantin kahramanlarını hem sahada hem de saha dışında kaybetmeye mahkum kalmış, biçare yapayalnızdı.