Mario Zagallo, Dünya kupaları tarihinde kupanın kendisine ait olduğunu iddia edebilecek belki de tek isim. Kupayı sadece kazanan olarak kalmayıp futbola, oyuna bıraktığı izle de kendine farklı bir yer edinen Zagallo, Brezilya’ya kazanma ruhunu aşılayan isim olarak da tarih sayfalarındaki yeri aldı.
Tarihlerden 25 Haziran 2013’tü. Brezilya’nın tüm sokaklarında bir taraftan öfke, bir taraftan da tatlı bir heyecan herkesi kıpır kıpır ediyordu. Öfkeliydiler, çünkü devlet başkanı ülkenin içinde bulunduğu tüm ekonomik sıkıntılara rağmen bir Dünya kupası, bir de Olimpiyat Oyunları düzenlemekte inat etmiş, kendisine yakın insanlar da bu ranttan faydalanmışlardı. Ancak iş futbola gelince tüm protestolara rağmen ertesi gün oynanacak Konfederasyonlar Kupası yarı final maçı iple çekiliyordu. Çünkü görülecek bir hesap vardı. Hem de taa! 1950’den kalma… Maracana’da tüm Brezilya’yı ağlatan Uruguay’a karşı hesap sorulacaktı.
1950 Dünya Kupası final grubunda iddialı iki takım vardı. Biri doğal olarak ev sahibi Brezilya diğeri de Uruguay’dı. Diğer iki rakip Avrupalı, İsveç ve İspanya’ydı. İlk maçlar oynandığında son maç olan Brezilya-Uruguay maçının galibinin, kupaya ulaşacağı anlaşılmıştı. Öyle de oldu. Son maça Brezilya, Uruguay’ın bir puan önünde çıktı. Maracana tıklım tıklımdı. Kimine göre 199,854, kimine göre 200,000, kimine göreyse 210,000 kişi Maracana’daydı. Ancak doğrusu, Brezilya’da o nesilden kime sorsanız o gün mabetteydi. Herkes beyaz mendilini çıkarmış Brezilya’yı desteklemek için sallıyordu. Brezilya ilk golü attı. Maracana yıkıldı. Devre de bu şekilde bitti. Ancak Uruguay, maça ikinci yarı ile başladı. 66’da ilk gol, 79’de ise ikinci gol geldi. Son 10 dakika Brezilya her şeyi denese de sonuç değişmedi. Kupa Uruguay’ın olmuştu. Hem de Maracana’da!
Brezilyalı ünlü yazar Nelson Rodrigues, o maç için; “Bizim Hiroşima’mız” demişti. Herkes yıkılmış, herkes gerçek anlamda ağlıyordu. Dakikalarca tribünler boşalmadı. Hayal kırıklığını tümüyle bedenlerinde hisseden binlerce insan, üzerlerindeki şoku ağlayarak atmaya çalışıyordu. Saha kenarında olan biteni kafasında anlamlandırmaya çalışan biri daha vardı. Asker üniformalı 19 yaşındaki genç, güvenlik tedbirleri nedeniyle saha kenarında görevliydi. Her şeyi, tüm maçı, tüm ayrıntısına kadar saha kenarından izlemiş, üzüntüyü en derinden yaşayanlardan biri olmuştu. O gün askerlik görevi için orada olan o genç, daha sonra kafasında bir şey hayal etti. Bu kupayı kazanmak ülkesini mutlu etmek istiyordu. Bunu yapabilecek yetenek onda vardı, artık o coşkuyu da hissediyordu. Çok geçmeden bunu da başardı. Hem de defalarca. O genç, Mario Zagallo’ydu.
Zagallo futbol kariyerine 1948’de amatör olarak America takımıyla başladı. Burada geçirdiği bir sezonun ardından askerlik görevini yerine getirdikten sonra futbol sahnesinde parlayacağı ve gerçek izler bırakacağı Flamengo’ya transfer oldu. Fiziksel olarak çok güçlü değildi. Hatta çelimsizdi. Ancak onu farklı kılan harika bir yeteneği vardı. Sol kanatta oyunu yönlendirmeyi başarabiliyordu. Bunun yanı sıra onu diğerlerinden ayran özelliği, takımı topu kaybettiğinde geriye ilk koşanlardan biri o olurdu. Sekiz sezon formasını terlettiği takımında 217 maça çıktı. Sol kanadın değişilmelerinden olmuştu. Flamingo ile üç Rio de Jenerio Eyalet Kupası kazandı. Tüm bunlar da ona, Seleçao’nun yolunu açtı.
1958 Mayıs’ında Milli Takım kariyeri başladı. İlk zorlu görev İsveç’te düzenlenen 58 Dünya Kupası’ydı. Harika bir kadroları vardı. Bir de daha kendilerinin bile nasıl bir yıldıza dönüşeceğinden haberlerinin olmadığı 18’inde muhteşem bir yetenek. Kendilerini biliyorlardı ancak daha futbol dünyası onları yakından tanımıyordu. 1958 Dünya Kupası, tüm futbol severlerin Zagallo ve arkadaşlarını tanıdığı Dünya Kupası olarak kayıtlara geçti. Kupaya doğru giderken, hem de tüm Avrupa’yı oynadıkları futbolla etkileyerek. Zagallo, Garrincha’yla birlikte sahaya ağırlığını koymuştu. Herkesi etkileyen özellikleri ise sürekli hücumu düşünüp defansif aksiyonlarda görev almamalarıydı. Bu Avrupalı futbol severlere tuhaf gelmişti. Onlara grubun son maçından itibaren 18 yaşındaki genç Pele de dahil oldu. Hem de ne dahil olma. Çeyrek finalden itibaren gollerini atmaya başlayan Pele, Dünya futboluna ilk fenomenini tanıtıyordu. Zagallo ve Garrincha savunmaların kilidini açıyor Vava ve Pele golleri atıyordu. Sovyetler Birliği, İngiltere ve Avusturya’nın olduğu gruptan birinci sırada çıkmayı başardılar. Çeyrek finalde Galler, Pele’nin tek golüyle geçildi. Bu gol aynı zamanda Dünya Kupa’larında attığı ilk goldü. Yarı finalde Fransa, beş golle geçildi. Finalde ise rakip, ev sahibi İsveç’di. Beş gol de onlara attılar. Vava ve Pele golleriyle final maçına da damgalarını vurmayı başarmışlardı. Ancak Zagallo, bu maçta golleri hazırlayan olmanın yanı sıra takımın dördüncü golünü de atmayı başarmıştı. Sekiz yıl önce Maracana’da saha kenarında kurduğu hayali gerçekleştirmenin haklı gururunu yaşıyordu.
Bu Zagallo’nun hikayesinin daha başlangıcı sayılabilirdi. Çünkü hikayenin devamında bu kupadan üç tane daha kazanacaktı. 58 Dünya Kupası’ndan sonra Botafogo’ya geçti. Burada da çok iyi performanslar sergilemeye devam etti ve iki Rio de Janeiro Eyalet şampiyonluğu daha yaşadı. Bu performanslar da onu tekrar milli takımla birlikte bu kez 1962 Dünya Kupası’na taşıdı.
Artık bir kanat oyuncusundan sinsi bir iç forvet oyuncusuna evirilmişti. Bir önceki turnuvanın yıldızları Garrincha, Vava ve tabii ki artık tüm dünyanın merakla beklediği Pele bu turnuvaya da damgalarını vurmaya hazırlanıyorlardı. Öyle de oldu. Daha grubun ilk maçında dişli Meksika karşısında Zagallo ve Pele’nin golleriyle zor ama çok önemli bir galibiyet elde edilmişti. Gruptan lider çıkmayı başardılar. hem de Meksika’yla birlikte Çekoslovakya ve İspanya’yı da geride bırakarak. Çeyrek finalde rakip İngiltere’ydi. Futbolun mucitlerinin hakkından Garrincha ve Vava’nın golleriyle geldiler. Her maçta bir yıldız sahneye çıkıyor ve düğümü çözüyordu. Yarı finalde ise sıra ev sahibi Şili’ye gelmişti. Garrincha ve Vava bu kez ikişer golle ev sahibini saf dışı bıraktı. Zagallo ve arkadaşları tekrar dünyanın zirvesine çıkmışlardı. Finaldeki rakip grup aşamasında berabere kaldıkları Çekoslovakya’ydı. Daha maçın 15’inci dakikasında 1-0 geriye düştüler ancak, Amarildo hemen iki dakika sonra maça eşitliği getiren golü attı. Sonrasın da Çekoslovakların sert savunması ve Brezilyalıların kilidi açmak için her şeyi denediği bölüm başladı. Bu durum da ikinci yarıya kadar sürdü. 69’da Didi ile birlikte orta sahanın yıldızlarından Zito, takımını öne geçiren golü attı. 78’de de turnuvanın en golcü oyuncularından olan Vava galibiyeti garantileyen golü atarak kupayı müjdeledi. Bu onun turnuvadaki dördüncü golüydü.
Zagallo ve arkadaşları üst üste ikinci kez Dünya Kupası’nı kaldırma başarısı göstermişleri. 1938’de İtalya’nın ardından bunu başarabilen ikinci takım oldular. Ancak dört yıl sonra ikinci madalyasını alan bir sporcu hikayesinin aksine bu, Zagallo hikayesinin daha başlangıcıydı.
Zagallo 1965’te, Botafoga’da 302 maça çıktıktan sonra profesyonel futbolculuk kariyerini bitirdi. Bir yıl arada sonra bu kez futbolu bıraktığı takıma teknik direktör olarak döndü. İşte bu karar da Zagallo hikayesinin gelişme bölümünün açıyordu. Oyunun içinde olduğu kadar saha kenarında da çok yetenekliydi. En büyük farkı ise taktiksel olarak çok zeki olmasıydı. Bu farkını da hemen ortaya koydu. Teknik direktörlüğünün ilk iki yılında Brezilya Kupası, Rio de Jenerio Eyalet şampiyonluğu ve Guanabara Kupası kazandı.
O bunları başarırken Brezilya Milli Takımı da büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Art arda iki Dünya Kupası kazanan takım, hala daha harika yetenekleri içinde barındırırken eski performansının çok gerisinde kalmıştı. İngiltere’deki 1966 Dünya Kupası büyük bir hayal kırıklığı ile geçmiş, Brezilya grubunda sadece bir galibiyet alarak turnuvaya grup aşamasında veda etmişti. Şaşalı geçen harika bir dönem sonunda bu performans herkesi derinden üzmüştü.
Muhteşem yeteneklere sahip bir oyuncu grubu, belki de o dönem için artık ilkel sayılabilecek bir oyun sistemi ile tekrar dünyaya meydan okumaya kalkışmış anacak bunu başaramamışlardı. Pele sahada ayakta kalan ender isimlerden biri olmuştu ancak tek başına o da yetememişti. Bu noktada da Brezilya Futbol Federasyonu, devreye girdi ve dönemin en başarılı ve yenilikçi teknik adamlarından Zagallo milli takım teknik direktörlüğü için göreve getirildi. Bu tabii ki işin teknik boyutuydu. Anacak Zagallo’nun göreve getirilmesinin bir de saha dışı nedenleri vardı. Malum devir, Güney Amerika’da cunta diktatörlüklerinin revaçta olduğu bir devir. Devlet başkanlığı yapan Emílio Garrastazu Medici, Milli Takım teknik direktörü Joao Saldanha’dan en sevdiği oyunculardan biri olan Drio’u da takıma alınmasını istemişti. Ancak Saldanha; “Benim de ülkenin yönetimi hakkında birkaç fikrim var.” deyip bu isteği reddetti ve bu da onun görevinin sonu oldu.
70 Dünya Kupası arifesinde yaşanan bu olaylar sonucu Zagallo “Profesör” olarak anılacağı görevin başına geçti ve takımı kupaya hazırlamaya başladı. Hem de o dönem için devrim sayılabilecek yöntemlerle. İlk önce takıma bir kondisyoner tuttu ve fiziksel olarak da çok iyi olmaları gerektiğini tüm takıma aşıladı. Muhteşem yeteneklere sahip bu oyuncu grubu kariyerlerinin fiziksel açıdan en iyi halini bu sırada aldılar. Bu önceden Brezilyalılar için çok önemli bir faktör değildi. Zira topu ayaklarına aldıkların saf yetenekleriyle her şeyi başarabileceklerini düşünüyorlardı. Daha sonra Meksika’da düzenlenecek organizasyonda, şehirler deniz seviyesinden çok yüksekte olduğu için bu güçlükle de mücadele etmeleri gerektiğini düşündü ve takımı tam da bu özelliklere uygun olan Guanajuato’da 21 günlük bir kampa aldı. Burası aynı zamanda kupa finalinin oynanacağı Mexico City ile benzer yükseklikteydi. O zamana kadar 4-2-4 taktiği ile oynayan ve bir önceki Dünya Kupası’nda bu taktiğin demode olmuş olması nedeniyle çok zorlanan takımının dizilişinde de değişikliğe gitti ve 4-3-3’ü oyuncularını benimsetti. Artık daha modern bir anlayışla sahada olacaklardı. Ancak basına göre büyük bir sorun daha vardı. “Pele ile Rivelino aynı anda sahada olur muydu?” İki on numaranın sahada karmaşıklık yaratacağı düşünülüyordu. Ki bu düşünde de haklılık payı vardı. Çünkü Pele’yle birlikte sahada olduklarında, Rivelinho gerektiği kadar sorumluluk almıyor bu durum ikisinin de oyununu etkiliyordu. Zagallo ileri üçlünün soluna Rivelino’yu yerleştirerek bu sorunu çözdü. Pele için de yeteneklerini sergileyebileceği bir alan yaratmış oldu. Rivelinho da kendisine bahşedilmiş saf yeteneğini sol taraftan defansların kilidini açmak için kullanacaktı. Sahada hem daha mücadeleci ancak geleneğinden kopmadan tüm yeteneklerini de sahaya yansıtacak bir Brezilya olacaktı.
Profesör’ün tüm planları tutmuştu. Bütün titizliğiyle planladığı her şey turnuva boyunca işe yaradı. Brezilya, Meksika’da tüm Dünya’ya daha önce görmedikleri bir oyun izletiyordu. Hem de bunu sahada Rivelinho, Jairzinho, Tostao, Pele ve Jerson gibi temel olarak 10 numara pozisyonun oyuncuları varken yaptılar. Gruba bir önceki Dünya Kupası şampiyonu İngiltere’yi yenerek başladılar. Bu şaşalı başlangıç dikkatlerin üzerlerine çevrilmesine neden oldu. Zagallo’ya göre o gün 1-0 kaybedebilirlerdi, ancak güçlü oyunları onları 1-0’lık galibiyete taşımıştı. Daha sonra Romanya ve Çekoslovakya’yı da yenerek yenilgisiz gruptan çıktılar. Çeyrek finalde rakip Peru oldu. Art arda iki Dünya Kupası kazandıkları dönemde Zagallo’nun takım arkadaşı olan Didi, Peru’nun başındaydı ve Peru’ya herkesi etkileyen bir oyun oynatmayı başarabilmişti. Ancak Brezilya onları da üzmeyi başardı. 4-2 biten maçın sonunda yarı finalde belalıları Uruguay ile eşleştiler. 1950 Dünya Kupası finalinde Uruguay, Brezilya’ya futbol dünyasının o zamana kadar gördüğü en büyük trajediyi yaşatmıştı. O yüzden bu maç her şeyden çok önemliydi. 19’uncu dakikada Cubilla, Uruguay’ı öne geçirdi. Devre bitmeden de Clodoaldo, Brezilya adına eşitliği sağladı. Devre arasında Zagallo’nun takım konuşması işleri tersine çevirdi. İkinci yarı gerginliği bir kenara bırakmış bir takım sahadaydı ve 76’ıncı dakika Jairzinho, 89’da da Rivellinho attıkları gollerle takımı finale taşımayı bildiler. Asker üniforması ile saha kenarında büyük bir hayal kırıklığı yaşayan o çocuk, takımını bir kez daha finale taşımıştı. Final ise 1970 Dünya Kupası’nın neden bu kadar ikonik olduğunun bir kanıtıydı. Dönemin en iyi takımlarından İtalya ile Brezilya, dönemin en görkemli stadyumlarından biri olan Azteca’da karşı karşıya geldiler. Brezilya daha maçın hemen başında Pele ile öne geçip rahatladı. İtalya ilk yarı bitmeden beraberliği yakalasa da sabırla topa sahip olarak atakları ilmek ilmek ören Brezilya’ya 66’ıncı dakikaya kadar direnebildiler. O dakikada Gerson, 71’de de Jairzinho attıkları gollerle durumu 3-1’e getirdiler. Deniz seviyesinden 2000 feet yüksekte oynan maçta, Zagallo’nun öğrencileri ayakta kalmayı başarmışlardı. İtalya için aynı şeyi söyleyebilmek mümkün değildi. Ancak Zagallo’nun oyunu, son imzasını maçın bitiminden hemen önce Carlos Alberto ile attı. Harika çalımlar ve paslarla kurulan oyun, en son Pele’nin topu sağ tarafa gerilerden gelen Carlos Alberto’ya bırakmasıyla sonlandı. O da yaptığı vuruşla Brezilya futbol tarihinin en ikonik gollerinden birini atarak üçüncü Dünya Kupası zaferini bir kez daha müjdeledi. 21 Haziran 1970’de Zagallo, bir oyuncu olarak kazanma şerefini daha önce yaşamış olduğu Dünya Kupası’nı, teknik direktör olarak da kazanan ilk kişi oldu.
Yıllar sonra o günkü takımı 2010’lu yıllardaki İspanya’ya benzeten Zagallo, kendi inşa ettiği takımın tek farkının topa baskı uygulamak yerine orta sahada rakibi beklemek olduğunu söylemişti. “Biz de yıllarca topa hükmettik ama aynı hızda değildi. Ancak bizim bıraktığımız iz daha derin olmuştu.” demişti.
Ona göre futbolculuk döneminde kupayı kaldırdığı 58 takımı ve kendi inşa ettiği 70 takımı futbol tarihinin en iyi takımlarıydı. Belki bu tartışılabilir ancak bıraktıkları etki çok büyüktü. Öyle ki ondan sonra gelen tüm nesiller o dönem ile sürekli karşılaştırıldılar ve beklenti hep en az onlar kadar olmak oldu.
Zagallo’nun kurduğu takım ve sistem 1974 Dünya Kupası’na rahatlıkla gitmelerini sağladı. 70’teki harika performanstan dolayı takım üzerindeki beklenti çok yüksekti. Ancak Zagallo’nun değişim rüzgarı bu kez sert esmişti. Kadroda mecburi bir jenerasyon değişimi yapılmıştı. Pele, Carlos Alberto, Tostao ve Gerson gibi yıldızlar Milli Takımı bırakmışlardı. Yerleri hiç de küçümsenemeyecek isimlerle dolmuştu ancak Dünya futboluna müthiş bir etki bırakan jenerasyon artık sahnede olmayacaktı. Defansın önünde Wilson Piazza, on numarada Rivellino forvette ise Jairzinho iskeleti üzerine takım kuruldu. Pele’nin 10 numaralı forması artık Rivellino’ya emanetti. Oyun sistemi sisteminde de değişiklik vardı. Zagallo daha tempolu ve savunma güvenliğini önemseyen daha Avrupai bir oyun anlayışını futbolcularına benimsetti. Ancak bu anlayış, Hollanda ile oynanan ikinci tur grup aşaması son maçına kadar işe yaramıştı. O maçta ise bir devrin daha bittiği ve yeni bir devrin başlangıcına şahitlik edildi. 74 Hollanda takımı Cruyff önderliğinde futbol severlere bambaşka bir oyun sergilemişlerdi. Sonu kupa ile taçlanmasa da ortaya koydukları bu akım Dünya futbolunu hala daha etkisi altına alan harika bir anlayışın temelleri olmuştu. Brezilya ise Polonya ile üçüncülük maçı oynadı. O maç da kaybedildi ve Zagollo yönetiminde ikinci Dünya Kupası’ndan dördüncülük madalyasıyla dönüldü.
74 Dünya Kupası’ndan sonra Zagallo, kulüp kariyerine Fluminese ve Flamengo’da devam etti. Titizliği ve taktiksel zekasını bu takımlarda da konuşturarak kupa koleksiyonunu yenilerini kattı. Daha sonraki limanı Basra körfezi oldu. Kuveyt Milli Takımı ile Körfez Kupası’nı kazandı. Dokunduğu her yere kazanma alışkanlığı getirmesi onu Suudi Arabistan Milli Takımı’nın kapılarını da açtı. Daha sonra sihrini onlar için de kullandı ve Arapları İtalya 90’na taşıyarak tarihlerindeki ilk Dünya Kupası’na katılma başarılarına önderlik etti.
O tüm bunları yaparken Brezilya, 58, 62 ve 70’te kazanılan kupaların ve o jenerasyonların sergilediği muhteşem futbolun keyfiyle yıllarca uyudu. Gidilen kupalarda yarı finalin ötesi bir türlü görülemedi. 94 Amerika’ya hazırlanılırken teknik direktör Carlos Alberto Perreira onun tecrübelerinden faydalanmak için yardımcı antrenör olarak ekibe Zagallo’yu da dahil etti. Bu hamle Brezilya’yı yıllarca uyuduğu uykudan uyandırmaya yetti. Brezilya, onun tecrübeleri ve desteğiyle 24 yıl sonra Amerika’da tekrar Dünyanın zirvesine oturdu. Finalde yine İtalya ile karşılaşan Sambacılar, penaltı atışlarına giden oyunda, Roberto Baggio’nun futbol tarihinin en büyük trajedilerinden birini yaşayarak kaçırdığı penaltı sonrası kupaya uzandılar.
Dokunduğu her yere kazanma alışkanlığı getiren Zagallo bir ilki daha başararak hem futbolcu hem de teknik direktör olarak kazandığı bu kupayı bir de yardımcı antrenör olarak da kazanmayı başardı. Bu başarı sorumluluğun tekrar ona verilmesini gündeme getirdi. Kupadan sonra Seleçao, tekrar ona emanet edildi. Hedef Fransa 98’di elbet anacak o tarih gelene kadar ülkesine bir Copa Amerika bir de Konfederasyonlar Kupası kazandırmayı başardı. Elindeki kadro onu Avrupa’nın devleriyle başa baş mücadele etmesi için fazlasıyla yeterliydi. O yüzden de Fransa 98’de de beklenti bir kez daha Dünya Kupası şampiyonluğuydu. Ancak futbol tanrısının sürprizleri bu kez onlara farklı bir drama hazırlamıştı. Finale kadar çok iyi bir performansla giden takım ev sahibi Fransa ile eşleşti. Final sabahı, takımın artık en önemli yıldızlarından biri olan Ronaldo, tüm takım arkadaşlarının önünde kriz geçirdi. Herkes dona kaldı. Maç için otobüse binilip stadyuma gidilirken Ronaldo otelde kalmıştı. Maçın başlamasına yakın stada, Zagollo’nun yanına gelen El Fenomeno, onu oynatması için yalvardı. Zagallo kararı doktorların vermesini istemişti ancak onlar hiçbir şey söyleyemedi. O da oyuncusuna güvendi ve onu sahaya sürdü. Sonrası ise Zidane’nın hikayesi. 3-0 sona eren maç sonunda Fransa kupaya uzanırken, Brezilya evine değişik duygularla döndü.
Zagallo, Dünya kupaları tarihinde kupanın kendisine ait olduğunu iddia edebilecek belki de tek isim olarak tarih sayfalarına yazılırken, kupayı sadece kazanan olarak kalmayıp futbola, oyuna bıraktığı izle de kendine farklı bir yer edinmeyi başardı.
2013’te ertesi gün Uruguay’la oynanacak Konfederasyonlar Kupası yarı final maçı için konuşurken; “Brezilya’nın ikinci bir kez kendi evinde kaybetmesine katlanamam.” demişti. Buna ilk katlanamayışında saha kenarında görevli bir asker olarak hayal ettiği zaferi tam dört kez yaşadı ve yaşattı. Bunu yaparken de tüm ülkeye kazanma mantalitesini aşıladı.
Sonra da son söz olarak şunu söyledi; “Sarı formalılar tekrar zirveye yükselmeli. Hem de burada, kendi evinde.”