Toprak Saha – Aylık retro futbol e-mecmuası
  • Zat-ı Muhteremler
  • An-ı Şahaneler
  • Yad-ı Hafta
  • Fi Maçı
  • Kadim Takımlar
  • Cemiyet Haberleri
  • Malumat Saha
KONUK YAZAR

Göksel Abim

Toprak Saha · Temmuz 2013

– Bir Ali ECE yazısı –

1995 yazı… Galatasaray Lisesi’ndeki antrenman sahasına gitmek için bindiğim Tünel’de plaktan bir tarafına Stone Roses diğer tarafına The La’s albümleri kaydettiğim kaseti dinleye dinleye yeni sezon hayalleri kuruyordum. Stone Roses Manchester’lı, The La’s ise Liverpool’luydu. Ve o sezon, bir önceki yıl Blackburn Rovers şampiyon olmasına rağmen şampiyonluğun en büyük iki adayı ezeli rakipler Manchester United ve Liverpool’du.

Cantona’lı Manchester United, Kanchelskis, Ince, Mark Hughes gibi tecrübeli yıldızlarını satmış, Neville kardeşler, Beckham, Scholes, Butt gibi gençlerle yeniden yapılanmaya gitmişti. İlk hafta Manchester United yenilince BBC’nin baş futbol yorumcusu, Liverpool’un eski yıldızı Alan Hansen “Çocuklarla hiçbir şey kazanamazsınız!” diye buyurmuştu. Ama Ferguson 4-4-Cantona-1 formasyonuna gençleri beklenenden çok daha iyi adapte edecekti. Liverpool ise genç süper golcü Robbie Fowler’ın yanına İngiltere transfer rekorunu kırarak Stan Collymore’u eklemişti. Teknik direktörleri Roy Evans, sezon sonunda asist kralı olacak olan Steve McManaman’ı 2 santrforun arkasında oynatmak ve defansif eksiklerini nötralize etmek hedefiyle 3-5-2’yle devam edecekti…

Peki, bu sezon biz Galatasaray Üniversitesi’nde ne oynayacaktık? Teknik direktörümüz nasıl bir adamdı? 3-5-2’ci miydi, 4-4-2’ci mi? İngiltere Ligi mi severdi yoksa sağlam İtalyancılardan mıydı? Topkapıspor’daki hocamız beni kale hariç her yerde oynatacağını söylemişti. Kendimi ona göre hazırlamıştım. Peki, Galatasaray Üniversitesi’ndeki hocamız beni nerede oynatacaktı acaba? Kadroda yer alan öğrencilerden amatörde ya da 3. ligde oynayan topu topu 4 kişiymişiz… Ama bizim hoca, bizim üniversite kadrosundaki oyuncuların önemli kısmının zaten yıllardır Galatasaray Lisesi Futbol takımlarından teknik direktörüymüş? Acaba liseli-lisesiz ayrımı yapar mıydı ki?

Takımdan önce okula kaydolmaya giderken tanışma mutluluğuna eriştiğim ilk kişi olan Erol abi “Ne liseli lisesisizi? Kim iyiyse onu oynatır Göksel! Ama ne oynattığını tam olarak anlayamazsın. Kafandaki tüm şablonları boşver, maç kazanmak için değil insan kazanmak için oynayacak bu takım!” demişti… Lisenin girişindeki heykellerden birinin önündeydik. Erol abi libero olduğunu ve izlediği kadarıyla benden iyi bir stoper ya da önlibero olacağını söylemişti. “Önlibero da ne ki abi?” dediğimde “İşte Milan’da Desailly nasıl stoper değil de stoperin hemen önü oyun kurucu Boban’ın hemen arkasında oynuyor, orada… Göksel mutlaka iki iç futbolcusundan birisini pas verebilen savunma oyuncusu formasyonlu adamdan seçer.” cevabını vermişti. “Ama beni Topkapı’da kanatta da oynatıyorlar çünkü her iki ayağımla 60-70 metre uzun atabiliyorum” dediğimde ise kahkahalarla gülmüştü Erol abi. Sonra da “Eğer herhangi bir yerden 60 metre pas atarsan ve top bizden biriyle buluşmazsa bir dahaki maçta kesiği yersin. Göksel kısa pasçıdır, Total Futbolcu’dur!” demişti.

“İyi de abi bizde Cruyff var mı ki kadroda Total Futbol oynayalım?”

“Onu Göksel’e ben de anlatamadım yıllardır, istersen sen anlatmayı dene ama boşuna nefes tüketirsin!”

Sahi, nasıl bir adamdı bu teknik direktörümüz Göksel abi? Erol abi ve diğer takım arkadaşlarımın anlattığına göre biraz El Loco’ydu, deliydi; orası kesin! 90’ların ortasındaki amatör ve okul maçlarının yapıldığı statlarda değil Total Futbol, “topal futbol” bile oynamak imkânsızdı. Alttan alta “Ben kanatta da oynarım ama” diye yol yapmamın sebebi de sadece -bazı sahaların- en azından kenarlarının çimle kaplı olmasıydı!

Antrenman sahasına geldiğimde masada uyuyan bir abiyle karşılaştım. Ufak tefek, tıknaz ama uyanır uyanmaz ne kadar futbol ateşiyle sarılı bir ruh olduğunu hemen anlayabileceğiniz cinsten bir abi… “Ya Erol dün benim nöbet sarktı daha yeni uyudum, kusura bakma!” diye söze başladı Göksel abi. Sonradan birçok antrenman sabahı üst üste 3-4 kahve içmesine rağmen bir türlü tam olarak uyanamayan gözlerinden daha iyi anlayacaktım: Teknik direktörümüz Göksel abi ne lise ne de üniversite takımımızı çalıştırmak için para almıyor, onun yerine geçinmek için geceleri sabaha kadar özel bir şirkette güvenlikçi olarak çalışıyormuş. Bir Galatasaray Lisesi mezunu olarak geçinmekte bu kadar zorlanması ilk kez görülen cinsten bir şeydi. Ama işin aslı hayalleri gerçekleştirmek bağlamında en zengin adam Göksel abinin ta kendisiymiş!

Bir keresinde Erol Abi, “Göksel değil para almak Galatasaray Lisesi ve üniversitesinin teknik direktörü olmak için üstüne para bile verir. Tabii parası olsaydı!” diyecekti. O zaman amatör kümedeki ve kısa süren 3. lig maceramdaki hocalarımın aksine %101 idealist, hatta 90’lar Türkiye futbolu ise “hayalcioğlu hayalci” bir teknik direktörümüz vardı. Ama bu tüm futbolculuk kariyerimde başıma gelecek en güzel “gerçek”miş aslında!

Sezonun ilk maçından bir hafta önce Göksel abi ilk 11’i açıkladığında beni stoperin hemen önüne oyun kurucu 10 numaramızın 5 metre kadar arkasına koymuştu. Hâlbuki ben en başta bu o döneme göre çok “garip” 4-2-3-1’de nasıl olsa geri dörtlünün herhangi bir yerinde ya da orta sahanın kanatlarında oynarım diye kendimi hazırlamıştım. Bu yüzden “Anlamayan var mı gençler?” diye sorduğunda Göksel abiye üst üste sorular soran 2 kişiden birisi olacaktım. Santrforumuz “Abi 4 savunmaya karşı nasıl tek forvet oynayacağım, nasıl gol atacağım?” diye sorduğunda Göksel abi kısaca “Oğlum top bizdeyken 1 değil 4 forvetiz iyi bak!” demiş, santrforumuz sonradan maçta da somut olarak göstereceği gibi hiçbir şey anlamamış, sadece anlar gibi yapmıştı.

Ancak benim durum daha karmaşıktı. Koskoca 80 metrelik sahada nasıl hem stoperimin 5 metre önündeyken 10 numaramın 5 metre gerisinde olacaktım ki? “Abi yalnız bizim stoperle 10 numaranın arasının bu durumda 10 metre olması lazım, nasıl olabilir ki?” dediğimde Göksel abi çok netti “Orada top sende, sürekli taktik teknik konularda bu kadar konuşan adamın teknik direktör olabilmesi için önce futbolcuyken bunu becermesi gerekmez mi?”

Topkapıspor’da “1995 model Stoke City taktiği”mizle oynarken ya libero ya da santrfordum. Ve stoperle santrforumuz arası korner atışları hariç en az 50 metreydi. Zaten liberodaki görevim topu doğrudan santrforumuza atmaktı. Santrforumuz liberoya geçince ise ben en ileri uca geçiyordum çünkü ikimizin bir ortak özelliği vardı: Topları en uzağa en az isabetsiz gönderen ve havadan gelen topları en az kötü kullanan oyunculardık. Bu taktikle çok maç kazanmış, çok zorlu maçı da 0-0’a bağlamıştık! Yani estetik yoksunu olduğu kadar istatistik zengini bir “sistem”di. Üstelik de Eyüp’teki üçte biri (yaz günü bile) balçık, üçte biri kum-toprak karışımı üçte biri de futbola yabancı her türlü madde ve çukurcuktan oluşan zeminde skora dönük en gerçekçi sistemdi. Ligin en yavan futbolunu oynayan takımı olmamızın hiçbir önemi yoktu çünkü 3. lige çıkarsak başkana söz veren esnaf ve eşraf bize para bile verecekti!

Göksel abi ile taktik tartışmamız uzadıkça uzayacaktı. Benim “Abi 2 tane cengâver stoperimiz bir tane Erol abi gibi liberomuz var… Ben de uzun topları atayım bizim kuleye işte… 3-5-2 oynasak herkes gibi?” dediğimde cevabı çok netti “Ulan şampiyon olursak okul sizi 1. sınıftan 4’e mi geçirecek? Adı üstünde üniversite takımıyız. Nasıl derste en modern şekilde eğitim veriliyorsa, burada da futbolun en modern şeklini size öğretmekle yükümlüyüm!”

“İyi de abi bizden başka dünyada bu sistemi oynayan var mı ki?” dediğimde Göksel abi “Sen sadece İngiltere Ligi ve Türkiye’yi dünya futbolundan ibaret sanırsan tabii ki göremezsin. Göreceksin çok yakında herkes böyle oynayacak! Hatta libero da olmayacak, geri 4’lü tek çizgi halinde oynayacak!” diye siniri tepesinde bir cevap verip hızlı adımlarla ortadan kaybolmuş, büyük ihtimalle hayatını ikame ettiği gece işine gitmişti…

3 yıl boyunca santralar hariç santrforum ve stoperimle aramda neredeyse hiçbir anda 15’er metre bile olmadı. İşin kötüsü Göksel abinin “Ali sizin duvarınız, ona verin hemen geri atacak. Tık tık, kısa paslarla ilerleyeceğiz” mikro taktiği başıma büyük işler açacaktı. Topkapı’da 60 metre havadan attığım 4 toptan birisi bile santrforun etrafına düşünce hoca tarafından ayakta alkışlanan ben, sürekli maksimum 3 metre pas vermek zorundaydım! Üstelik de yarım metre bile yerden top atsan zemin yüzünden topun berbat şekilde sektiği iğrenç zemin en büyük rakibimdi. Tabii ki % 50 bile pas isabeti yakalayamadım. Üstelik 10 numaramız Rahman’a ceza alanı yayında bile attığım pasları ısrarla geri vermesi üzerine atakların en çok “içine sıçan” oyuncu da oldum.

Göksel abi bir keresinde “Bu hafta sonu İngiltere Ligi yok, aç Guardiola ve Redondo’yu izle” diyecekti. Üstelik de o hafta sonu Man Utd – Liverpool derbisi vardı! Ama ben o zamanlar 18’imde olmama rağmen halen dünya çapında bir futbolcu olabileceğime ısrarla inanıyordum. Championship Manager’da nasıl “schoolboy”lar vardı ben de onlar gibi keşfedilecektim! Ah bir de keşke Göksel abi şu “acayip” 4-2-3-1 inadından vazgeçip beni dinleseydi!

Sol bekimiz kart cezalısı olup sağ açığımız kötü oynayınca birkaç kez daha mevkimi değiştirmek için kulis yaptım, alttan alta çalıştım. Göksel abinin cevabı ise çok netti: “Futbolcu olman için çok geç ama çok iyi bir teknik direktör olabilirsin o yüzden de benim oynattığım yerde oynamaya devam etmelisin, edeceksin!”

“Futbolcu olman için çok geç” konusunda kabul etmek istemesem de ne kadar haklı olduğunu bir dahaki yaz ortaya çıktı. Benle aynı yaştaki Phil Neville, Euro 96’da oyuna girince gözlerim birkaç damla yaş süzülmedi değil ama gerçek acı olduğu kadar da zihin açıcıydı! 90’lar Türkiye’sinde iyi bir eğitim alırken bir yandan da değil Dalglish bir Phil Neville hatta Jason McAteer bile olmak imkânsızdı.

2 yaz sonra Göksel abi daha da haklı çıkacaktı. 1998’de Fransa, Dünya Kupası şampiyonu olurken 4-2-3-1 oynuyordu. Aynı takım birkaç takviye ama aynı dizilişle Euro 2000’de de şampiyon oldu. Euro 96-Euro 2000 arasında kendime ve etrafıma açıkça itiraf edemesem de futbolcu olma hayalimden müzisyen olma bahanesiyle çoktan vazgeçmiştim. Yine de mümkün olduğu kadar hiçbir maçı kaçırmadım. 99’da amatör kümeyi dizimi haşat eden bir kavgayı bahane ederek tamamen bırakacak, sonrasında da üniversite takımında yavaştan Göksel abinin gayrı resmi yardımcısı kontenjanından takılacaktım…

Bu sene GSÜ binası yandığında aklıma birçok sevgili arkadaşım ve tek tük sevdiğim hocalardan çok Göksel abi geldi. Aradım. Radyo ya da TV bütün programlarımı dinlediğini ve beklediğinden daha iyi bir “teknik direktör” olduğumu söyledi. Bir çocukluk-delikanlılık inadı, hayali, tatlı çekmesiydi. Tüm futbol bilinçaltımı kaplamıştı. Ama Göksel abi beni beğendiğine göre asıl amacına o ulaşmıştı: “Futbolcudan önce insan yetiştirmek”

17 yıl sonra halen üniversite ve lise takımlarını çalıştırmaktan şeref duyduğunu bu yüzden halen para almayı reddettiğini söyleyen Göksel abi bir deliymiş sahiden de… Bielsa’nın “deli” tarifindeki gibi: “Diğerlerinden farklı fikirleri olan ve henüz bu teorideki kendince parlak fikirlerin doğruluğunu pratikte kanıtlayamayan adama deli derler ama sadece bir süre. Asıl deli ise başarınca o deli dediklerini bir anda dahiliğe terfi ettirenlerdir!” Sahi Göksel abi, liseyi bitirince Fransa’ya gitmiş olsaydı, en azından Fransa U-17’nin hocası olmaz da ne olurdu ki?

PaylaşShare on Facebook0Share on Google+0Share on LinkedIn0Email this to someonePin on Pinterest0Share on Tumblr0Print this page
12. Sayı4-2-3-1Ali EceGençler Özel SayısıGöksel AbiLiverpoolManhester United
Share Tweet

Toprak Saha

Eski Sayılardan

  • KONUK YAZAR

    Türkiye Futbolunun İlk Evi: Taksim Stadyumu

    Mayıs 2020
  • KONUK YAZAR

    Futbol Masabaşında Oynanır

    Mayıs 2020
  • KONUK YAZAR

    Uzaydan Düşen Top

    Haziran 2019

REKLAM

REKLAM

ESKİ SAYILAR

TAKVİM-İ MAZİ

TAKVİM-İ MAZİ

@topraksaha_net

  • topraksaha_net RT @aarhanata: Graham Potter, Vincenzo Italiano ve Çağdaş Atan. Üç teknik adam da son haftalarda yara alıyor. Ama tek ortak noktaları bu de… Tarih: 1 Gün önce via Twitter for iPad Cevap - Retweet - Favori
  • RT @SocratesPods: ⚽️ Socrates FC #68 yayında! @inanozdemir ve İlhan Özgen, Netflix'te gösterime giren Pele belgeseli ve Türkçeye çevrilen "… Tarih: 2 Gün önce via Twitter for iPad Cevap - Retweet - Favori
  • RT @burcuas: Bugün Hasan Âli Yücel'in 60. ölüm yıldönümü. Yakın zamanda biyografisini kaleme alan Tanıl Bora ile Yücel'in düşün hayatını ve… Tarih: 2 Gün önce via Twitter for iPad Cevap - Retweet - Favori

Twitter'da @topraksaha_net Takip Et.

  • Anasayfa
  • İletişim

Toprak Saha © 2017. Tüm Hakları Saklıdır.