Ahlar vahlar arasında kaçan en unutulmaz pozisyonlardandı. Tarih 25 Haziran 1978, yer Buenos Aires, rakip ise kale direğiydi…
Ulaşması o an çok uzak görünen rakip kaleye bir bakış attı. Kale direklerinin dibi, sanki konfetiler içinde fark edilmesi için siyaha boyanmıştı. Arjantin baskısı gitgide artıyordu. Öyle tangoyu andıran zarif bir tempo yoktu. Ölüm kalım mücadelesini andıran, hunharca ve bilinçsiz atak girişimleri vardı. Takımının maruz kaldığı hücumları, sol çizgiye yakın bölgelerden izliyordu. Dört sene evvelki Alman taarruzunu hatırladı. “Ama onlar daha sistemliydi” dedi kendi kendine. Savunma halindeki arkadaşları; Krol, Brandts, Jansen ve Portvielt’ten seken toplar, Gallego-Ardiles ikilisi tarafından toplanıyor ve Arjantin atağına dönüştürülüyordu. Tek amaç, bir an önce Jongbloed’un koruduğu kaleyi zapt etmekti. Evet, 1978 Dünya Kupası Finali fazlasıyla savaşı andırıyordu. Estadio Antonio Vespucio Liberti’deki 70 bin Arjantinli karşısındaki bu savaşta olmayabilirdi…
Arjantin’deki Videla yönetimi, birçok ülkenin Dünya Kupası’na mesafeli yaklaşmasına neden olmuştu. Hollanda hükümeti ve futbol federasyonundan bir grup yönetici ile Videla diktasına muhalif olan Hollandalı aktivistler, Portakalların Arjantin’de olmamasından yanaydı. Arjantin’de yaşananlar, tüm dünyaya yayılmaya başlamıştı. Kayıp insanlar, kayıpları için yürüyüş yapanlar ve onlara karşı olabildiğince sert uygulamalar… Bunlarla çalkalanan Arjantin, birçok kesimden tepki görmekteydi. Güney Amerika ülkesinin Dünya Kupası’nı düzenlemesi hususunda da aynı tepkiler husule gelmişti. Fakat futbolun tepesindekiler Videla ve yöntemlerinden memnundu. João Havelange, Videla’nın başta olmasının kupanın sorunsuz düzenlenmesi adına olumlu bir durum olduğunu düşünürken; Videla aynı fikirde değildi.
Yapılacak olan harcamaların, ekonomik olarak büyük bir darbe vuracağını düşünen Videla da kupayı düzenlemeye pek sıcak bakmaz. Onu ikna eden isim Amiral Massera olacaktır. Massera, ihtişamlı bir organizasyonun ve kazanılacak kupanın, Videla rejimi için kusursuz bir propaganda olacağı konusunda diktatörü ikna eder. Tıpkı Berlin Olimpiyatları’ndaki Goebbels gibidir Masser, bu kupayı o kadar hayat-memat meselesi haline getirir ki cunta tarafından kupa komite başkanlığına getirilen General Actis’in suikastında başrolü oynar. Sebep, Actis’in kupa için mütevazi bir bütçe ayırması ve fazla masrafa hacet görmemesidir. Bu komitenin başında kendisi olmalıdır. Arjantin’de yaşanan bu kirli olaylar, kusursuz bir organizasyonla ve “Burada halk mutlu!” sloganlarıyla unutulabilecektir.
Arjantin’de yaşananlardan haberi yoktu. Sadece onun değil, Hollanda Milli Takımı’nın hiçbir oyuncusu olaylar hakkında bilgi sahibi değildi. Büyük tartışmalar sonucunda takımı Arjantin’e gönderen Hollanda Futbol Federasyonu, oyunculara yaşananları hissettirmemeye çalışmıştı. Hatta kupa için yapılan kampın bölgesi de tam manasıyla dağ başında bir mekândı. Arjantin baskısı, Luque, Kempes ve Bertoni’nin de katkılarıyla artarak devam ediyordu. Sol çizgideki ‘canlı maç izleme’ seansı da aynı şekilde…
Başkent Buenos Aires’in Estadio Antonio Vespucio Liberti Stadyumu’ndaki devasa skorboarda baktı. Maçın bitmesine iki dakikadan daha az vardı. Senaryo, ritmini bozmadan devam ediyordu. Yine takım arkadaşlarının karşıladığı bir atak, Arjantinli sol bek Tarantini’nin kafasında Hollanda yarı sahasına bombalanıyordu. Bu atağı en başından sonlandıran ise ne Krol ne de Brandts’tı. Maçın İtalyan hakemi Sergio Gonella, düdüğünü çalmış ve ofsayt kararıyla topu, hücum etmeye yer arayan Arjantinlilerden almıştı. “Bir atak daha geçti!” dedi. Topun başında çiçeği burnunda libero Ruud Krol vardı. Krol’ün kullanacağı serbest vuruş, yine direkt olarak mavi-beyaz bir hücuma mı dönüşecekti?
Krol, Arjantin sağ beki Olguin’in olduğu noktaya doğru topu şişirdi. Hücumu başlatan bu sefer Olguin olacaktı galiba! Havada süzülen top, Galvan ve Olguin’in arasına düşer düşmez orada beliriverdi. Neticede lakapları “Akrobat” ya da “Yılan Adam”dı. Yani bu sızmalar ve defansı allak bullak etmeler onun işiydi. Genelde topla yaptığı ‘hallaç pamuğu gibi atma” vazifesini, topsuz icra etme kararı aldı. İki savunmacının arasına seken topa ayağının içiyle küçük bir dokunuş yaptı. Takımının gol atacağından emin 71 bin Arjantinli, büyük bir şok içerisindeydi. Beş numaralı kaleci Fillol’ü geçen top, aheste aheste Arjantin kalesine ilerlemeye başladı. Hollanda, hiç ummadığı bir ana öne geçecekti; hem de maçın bitmesine bir dakika kala… Fakat olmadı! Ayağından çıkan top, dipleri siyaha boyanmış kale direğinden oyun alanına dönmüştü. Arjantinli futbolculardaki telaş onda da vardı. Büyük bir stresle taca atılan topun peşinden koştu ama iş işten geçmişti.
Hollanda, 89. dakikadaki pozisyondan yararlanamadı ve uzatmalarda yediği gollerle, üst üste oynadığı ikinci Dünya Kupası Finali’nden de boynu bükük ayrıldı. Kariyeri boyunca birçok beki harap eden ve son dakikada direğe takılan Rob Rensenbrink, en büyük rakibi Cruyff’u sollamak için son fırsatı da kaçırmıştı. Anderlect’ten takım arkadaşı Van Himst’in bile “Dünya’nın en iyi ikinci oyuncusuydu. Johan Cruyff’tan sonra.” diyerek değerlendirdiği Rensenbrink, eğer o golü atsaydı hem kupanın gol kralı, hem de kupayı Hollanda’ya getiren adam olacaktı. Gerçi, belki Cruyff’tan daha büyük iş başaracaktı ama şeref tribününün en şerefli (!) katılımcısı diktatör Videla’nın izlediği finali Hollanda kazansaydı eğer; “Cehennemde İki Devre” filminin tekrarını yaşama korkusu da Hollandalı topçuların kafasında olacak mıydı bilinmez…
Anderlecht ve milli takım kariyerindeki onca başarıya rağmen hala o ‘direk’le anılan büyük sol açığı, bari yazının sonunda güzel analım. Unutulmaz Belçikalı antrenör Raymond Goethals’ın da dediği üzere: “Anderlecht yeni bir stad yapabildiyse, bunun yarısı Rob sayesinde kazandıklarındandır”. Dünya Kupalarının 1000. golünü atan ‘Akrobat’a saygılar…