-Bir Batu ANADOLU yazısı-
Bayanlar baylar! Dünyanın en büyük şovuna hoş geldiniz! Huzurlarınızda bu gecenin yıldızı Palyaço Tomaszewski!
Tarih 17 Ekim 1973’ü gösterdiğinde İngiltere’nin Wembley Stadyumu tarihinin en büyük gösterilerinden birine hazırlanıyordu. Tribünleri dolduran 90 bin izleyici, eğlence garantili bu gösteriyi izlemek için akın akın stadyuma hücum etmişti. Yeşil sahaya spot ışıklarının düştüğü anda gösterinin kahramanları sahneye çıkıyorlardı. Bu şova daha önce futbol diyenler vardı ama geçen sürede yaşanan bir takım olaylar, gösteriyi bir sirke çevirmeye yetmişti.
İngiltere takımının kendi evindeki ve deplasmandaki şovları pek de iyi geçmemişti. Galler’de beğeni toplasalar da Polonya’da uğradıkları hezimet, eve döndüklerinde üstlerine domates atılmasına neden olmuştu. Ama son bir şov her şeyi düzeltebilirdi. Dünyanın en büyük sirki olan Dünya Kupası’na katılmak istiyorlarsa bu şovdan zaferle ayrılmak zorundaydılar. Zaten herkes zaferden emin gibiydi. Özellikle de sahneye çıkan on bir aslanın rakibini gördükten sonra “gibi”den fazlasına sahiptiler. İngiliz teknik direktör ve yorumcu Brian Clough’un deyimiyle rakip bir palyaçoydu. Eldivenlerini ve kıyafetini giymiş, dağınık saçlı ve ilginç kurtarış tarzıyla Polonyalı bir kaleci olan Jan Tomaszewski; İngiliz taraftarları güldürme amacıyla sahaya sürülmüş gibi görünüyordu. Zaten kimsenin yeni bir ağlayan palyaço hikayesine ihtiyacı da yoktu. Gece aslanların gecesi olmalıydı ve Alf Ramsey bu aslanları kuzulara kurban etmek gibi bir seçeneğe sahip değildi.
Belçikalı hakem Vital Loraux’un düdüğüyle başlayan şovun, tek taraflı bir gösteri haline gelmesi gecikmez. Aslanlar palyaçoya saldırdıkça sirk, modern bir gladyatör arenasına dönüşür. Mick Channon’ın altı pas bölgesinden dokunuşunu bacaklarıyla çıkaran palyaço, Colin Bell’in şutuna da geçit vermez. Yine Channon’ın kafa vuruşunu artistik çıkarışı ise izleyicilere partinin mahvolmaya başladığı hissini verir. Öyle ki karşı kaledeki Peter Shilton maçı neredeyse elinde bir patlamış mısır kutusuyla takip edecek kadar rahat geçirmektedir. Şovun ilk yarısı sona ermiş, vaat edilen eğlence bir türlü gerçekleşmemiştir.
İzleyiciler ikinci bölüme yüksek beklentilerle başlarlar. Ama sahnedeki profesyonel şovmenler, vakit geçtikçe rollerinden kopmaya başlarlar. Palyaçomuz, Tony Currie’nin şutunu “gülünç” bir şekilde çıkarırken Bobby Moore’un yerine rol kesen Norman Hunter, avcıyken av haline gelir. Orta sahada kaybettiği top, kimsenin beklemediği bir anda Shilton’ın kalesinde ağlara gider. Diğer kaleye odaklanan izleyiciler bu golü görmüş müdür bilinmez ama Shilton’ın spot ışıkları kendisine çevrildiğinde rolünü unuttuğu kesin gibidir. Şovu beğenmeyen İngilizler biletlerini iade edemeyeceklerini bildikleri için homurdanmaya başlamışlardır ki hakem Laroux, bir organizatör edasıyla sahneye çıkar ve aslanlar lehine penaltı kararı vererek izleyicileri yatıştırır. Clarke’ın penaltısı, palyaçonun solundan ağlara gider ama kimilerine göre bir başlangıç olan bu gol, sadece sonun başlangıcıdır. Aslanın pençesi rakibi öldürmeye yetmez. McFarland’ın ve Peters’ın şutlarını çıkaran palyaço, “tutabileceği topları bile yumrukluyor” diyerek kendisini eleştiren Clough’a inat yumruklarını savurmaya devam eder. Süre azaldıkça ve palyaço; trapez ve akrobatlık işlerini de yapmaya başlayınca dikkati dağılan Alf Ramsey, ilk oyuncu değişikliğini 88. dakikada yapar ama şov vakitlice biter. Polonya dünyanın en büyük gösterisine gitmeye hak kazanırken İngilizler kendi mizahlarıyla idare etmek zorunda kalırlar. Maç sonrasında Tomaszewski’ye hala palyaço olarak hitap eden Brian Clough ile “saatim durduğu için zamanında oyuncu değişikliği yapamadım” diyen Alf Ramsey, bu mizahın mezesi haline gelirler. Diğer taraftaysa palyaçonun ekibi için her şey yeni başlamıştır. Dünyanın en büyük gösterisinde alacakları üçüncülük, onlar için gurur kaynağı; aslanlar içinse teselli olur.
“Harikalar sirki”nin o geceki şovu, yıllar boyu hatırlanırken insanlara şu dersi verir: “Bir gösteriyi izlediğiniz zaman ne zaman onun parçası haline geleceğinizi asla bilemezsiniz.”
Not: Bu yazı Toprak Saha’nın 8. sayısından alınmıştır.