Şövalyelik dönemi tarih sayfalarındaki yerini çoktan aldığında geride futbola ruhunu bırakmıştır. Modern futbolla o ruh da gökyüzüne yükselmiştir. Sonrasında o ruhu görenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Çünkü artık dönem; hakemi aldatma, paranın peşinde koşma, bahis oynama dönemidir. Şövalyelik kavramı, Fransızlar tarafından şekillendirilse de aslında Britanya tarihiyle bütünleşmiş bir kavramdır. En önemlisi; soydan gelmeyen ve soyluluk ifadesi olmayan bir seçkinlik ünvanıdır. Yani kan bağı değil gönül ve azim bağı gerektirir. İşte; Britanya tarihinin en önemli oyunculardan biri olan Alan Shearer, golleri kadar herkes tarafından saygı duyulan şövalye ruhlu kişiliğiyle tüm futbolseverlerin kalbinde taht kurmayı başarır. O yuvarlak masaların değil yeşil sahaların şövalyesidir. Öyle ki tüm kariyeri boyunca sadece ve sadece iki kırmızı kart görecek kadar centilmendir. 1970 Ağustos’unda Newcastle’da dünyaya gelir Shearer. Metal işcisi babasının da cesaretlendirmesiyle genç yaşta futbola başlar. Sokaklar savaş meydanıdır onun için, oralarda çalışır ve oyununu geliştirir. Southampton’a transfer olur ve zamanla orada kendini göstermeye başlar. Öyle ki ‘kral’ Manchester United, onu himayesi altına almak ister. Şövalye, kral mıral dinlemez, kalbinin sesini dinler. Kralı reddeder ve Blackburn’e transfer olur. Üstelik yeni takımını Premier Lig şampiyonluğuna taşır ve gol kralı olur. İkinci sezonunda, işler iyi gitmese de, sezonu tekrar gol kralı olarak tamamlar. Ama tarih kitaplarında hiç rahat duran bir kral görülmüş müdür? Manchester tekrar devreye girer. Shearer yine kalbini dinler. Hayallerinin peşinden koşar ve bu sefer küçüklükten beri tuttuğu takıma, Newcastle’a transfer olur. Üstelik bu transfer, Newcastle’a pahalıya patlar. Kasadan 15 milyon sterlin çıkar. O artık gol attıktan sonra Newcastle tribünlerine dönerek sağ eli havada koşan bir şövalyedir. Üstelik sadece St. James Park’ın değil İngiltere’nin de şövalyesidir. üst Üste gösterdiği muhteşem performansların ardından 1996’da İngiliz yıldız, FIFA yılın oyuncusu ödülünde Ronaldo ve George Weah’dan sonra 3. sırayı alır. Bu yazının asıl konusu; 7 Ağustos 1999’de Shearer’ın daha doğrusu hakem Uriah Rennie’nin bir ilke imza attığı ‘’o’’ andır aslında (ama şövalyeden bahsetmemek de olmaz ki). O gece Newcastle, sezonun açılış maçında Aston Villa’yı misafir eder evinde. Şövalye de sahadadır. Her an sağ elini havaya kaldırıp tribünlere koşacak gibidir. Dakikalar 71’i gösterdiğinde Shearer, topu kapmak için Aston Villa’lı futbolcuya hamle yapar. Ardından bir düdük sesi duyulur. Hakem Rennie’nin eli cebine gider. Kartın rengi önce sarı sonra kırmızıdır. Tribünden uğultular duyulur. Çünkü kimse anlam veremez. Hatta, hakeme göre, faule mağruz kalan Villa’lı Ian Taylor bile o an kendini gülmemek için zor tutar. Zaten şövalye de soyunma odasının yolunu tutmuştur. Arkasında 28 yaşında gördüğü kariyerinin ilk kırmızı kartını bırakarak. İşte; o an Ada için unutulmaz bir tarihtir. Çünkü herkesin sevgilisi ve İngiliz futbolunda önemli bir yere sahip olan Allan Shearer o gün ilk kez bir maçta kırmızı kart görmüştür. Hem de ne kırmızı kart. Üstelik bu kırmızı kart Newcastle’nın yüzüncü yılına denk gelir. Sonraki maçta Newcastle’lılar, Sherarer’ın yumruğunu havada göremezler ama kısa bir aradan sonra şövalye gollerine yine kaldığı yerden devam eder. Futbolu bırakana kadar bir kırmızı kart daha görür Shearer. Ama o kart da şövalyeliğin rengini değiştirmez. O futbolun tutkunları için hep şövalye kalır. Ki o, Blackburn’le oynadıkları bir maçta rakip oyuncu Savage’e yanlışlıkla çarpıp sakatlayan hakeme bile kırmızı kartı gösterecek kadar da mizaj sahibi bir şövalyedir.