Metin Türel, Türkiye Ligi’nin kalburüstü kalecilerindendi. Fakat akıllarda kalması, antrenörlük kariyeriyle oldu. Kulüp takımları ve milli takımda aldığı görevlerin yanı sıra ülke futbolunun gelişmesi adına yaptığı çalışmalar nedeniyle ‘Hocaların Hocası’ olarak anılan Türel ile antrenörlük kariyerini konuştuk.
Futbolculuk kariyerimin son zamanlarında antrenör olmaya karar verdim. Yedek subay öğretmenliği yaptım, öğretmenliğin güzel bir şey olduğunu anladım. Ama o dönem top oynuyordum daha. Sonra Vefa’da girdik antrenörlük işine…
Afyon maceranız da var galiba?
Afyon’a yardımcı antrenör olarak gittim, oynamak mecburiyetinde kaldım. Alman Peter Kirchrath gelmişti eğitim vermek için. Adama ilah gibi bakıyoruz. Gündüz Kılıç filan da onun kursuna katıldı. Biz de ondan yetiştik. Kirchrath, “Hiçbiriniz Fritz Walter değilsiniz. Bakıyorum, aranızda hala top oynayacak fizikte olanlar var. Antrenör-futbolcu olarak sakın oynamayın. Walter oynadı, rezil oldu. Oynayın, karar verince antrenörlüğe başlayın.” dedi. Zekai Selli vardı PTT’den. Ben de PTT’de uzun oynadım. Üst düzey yöneticileri, “Sen ona yardımcı git” teklifinde bulundular. O zaman da Afyonspor yeni kurulmuştu. Disiplinli olduğumu için böyle bir teklif yapmışlar, biraz sert yapılıydım. Başarı için çalışmak gerektiğine inanırdım. “Ulan Zekai, bakıyorum sen top oynayacak gibisin. Ben tövbe oynamam” dedim.
Derken bir gün Afyon Milletvekili Hasan Dinçer vardı, aynı zamanda Adalet Bakanı… Aldılar beni, onun karşısına götürdüler. O zaman bakanlık değerliydi, bugünkü gibi değil. Altımdan girdi üstümden çıktı, noteri ayarladı, Vefa’ya iki bin lira bonservis parası ödedi aldı benim lisansımı. Vefa da haybeden para aldı sayemde. Öyle olunca oynamak mecburiyetinde kaldım. Sonra bir maçta kasığımdan sakatlandım ama inandıramadım. En son kızdım “Oynamıyorum lan” diye çıkıştım.
Daha sonra futbolcu-antrenör olarak görev yaptınız mı hiç?
En son İstanbulspor’dan takım arkadaşım (Koço) Kasapoğlu’nun jübilesinde beni antrenör yaptılar. Bu arada Lefter de İstanbulspor Şöhretleri’nde beni oynatmak için götürüyor. Recep Abi, ben yaparım, sen git deyince oynamak zorunda kaldım. Oynuyoruz, birkaç top kurtardım Can Bartu, “Ulan, topçuyken bu kadar kurtarmıyordun be” dedi. Afyon’da da fena oynamadık ki halkın sevgisini kazandık. Sonra bir yolunu buldum, İstanbul’a naklimi yaptırdım ama.
1970’li yılların başında Macaristan’a gidiyorsunuz eğitim için. Oradaki kursta ülke futbolu ile Avrupa futbolu arasında ne gibi farklılıklar görmüştünüz?
Şimdi 12 bin metre koşmak gibi mevzular var. Hatta Fatih, “15 bin koşmalıyız” dedi. O 12 binin içinde oyuna etki etmeyen koşular var. Avrupalı, o 12 bin kilometrenin içinde 700-800 metre depar atıyor. Türk topçusu 300 filan koşuyor. Bu da defansa ya da hücuma gidişlerde fark yaratıyor. Mühim olan olumlu koşu… Bunu 1971’de Macaristan’daki antrenörlük seminerinde öğrenmiştim. Sene 2016… Bir de Avrupa’da istikrara ne kadar önem verildiğini gördüm. Bizdeki gibi değildi.
‘Olumlu Koşu’ mevzusunu Aykut Kocaman da sık sık dile getirmişti…
E kimin yardımcısı! (İstanbulspor’da birlikte çalıştılar)
Döndükten bir süre sonra da Beşiktaş’ın başına geçiyorsunuz. Beşiktaş’tan teklif nasıl gelmişti?
Avrupa’dan dönünce bir sene kadar milli takımda Coşkun Ağabey’in yardımcısıydım. Bir olaya kızdım, istifa ettim. Remzi Tosyalı vardı Futbol Federasyonu İstanbul Bürosu’nun müdürü, İnönü Stadı’ndaydı o zaman onlar. Telefon etti bana, ben de evimin karşısındaki kahvenin numarasını vermiştim. “Atla gel” dedi bana Tosyalı, gittim ben de… Odaya girdim, “Bak, bir arkadaşın arıyor seni” diyerek telefonu uzattı… Arayan, Beşiktaş Başkanı Mehmet Üstünkaya; Galatasaray Lisesi’nden sınıf hatta sıra arkadaşım. Beşiktaş antrenörlüğünü teklif etti. “Benden daha şöhretliler var” itirazında bulunsam da “Sana ne ulan, ben karşılayacağım her şeyi” deyince kabul ettim. Sonra Recep Ağabey (Adanır) geldi, “Senin yardımcılığını kabul ettim.” demez mi! Karşısında titreyerek top oynamışız senelerce ama takımın başına geçmeye itiraz ettik bir kere, bir de buna edersek karışacak ortalık; hiç sesimi çıkarmadım. Sonra sezon öncesi bir toplantı yaptık. Orada, “Recep Ağabey, senin karşında zevkle top oynuyordum. Sen benim yardımcım değil, menajer olacaksın” dedim, duygulandı çok.
Beşiktaşlılar için 1970’li yıllar pek de hoş anılar barındırmaz. O yılların en başarılı dönemlerinden biri yaşanıyor aslında sizin antrenörlüğünüz sürecinde. Şampiyonluğun bir bakıma şart olduğu kulüpte zorluklar yaşadınız mı?
Macaristan’da gördüğümüz eğitim neticesinde hazırlık aşamasında çok fazla dinlenme vermiyordum. Sezon öncesi yüklen Allah yüklen, yüklen Allah yüklen… Hazırlık maçları bir başladı, önümüze gelene yeniliyoruz… Neredeyse amatör kümedeki takımlara yeniliyoruz hem de. Pamuk ipliğindeyim gittim gideceğim. Bir gün çim saha için Sarıyer’e antrenmana gittik. Malum, İnönü Stadı o zaman kupkuru toprak. Antrenmana çıktık Recep Ağabey, “Hocam, çocuklarla biraz konuşabilir miyim?” ricasında bulundu. Beşiktaş’ta üç kişi ‘Baba’ unvanını almış; Hüsnü Savman, Hakkı Yeten, Recep Adanır… Recep Ağabey’in bu yüzden kulüpte ağırlığı var. Recep Ağabey başladı konuşmaya:
-Çocuklar, ağır antrenmanlar nedeniyle ağlayıp, sızlanıyorsunuz. Ben böyle dünya çapındaki çalışmaları, Beşiktaş’ı çalıştırdığı dönemde Giuseppe Meazza’da görmedim. Şikâyet ettiğinizi duymayayım!
Ha gittim ha gideceğim derken, bu konuşma ile birlikte iki yıl Beşiktaş’ta kaldım. İkinci olduk, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nı kazandık.
Beşiktaş’ta o yıllarda yaşanan ekonomik sorunlardan bahsedilir hep. Bunun yarattığı sıkıntılar oluyor muydu?
Beşiktaş’ta ekonomik durum çok da kötü değildi. O sene ikinci olduk ama Emin Cankurtaran rahmetli, bu işleri iyi biliyordu. Bizimkiler acemiydi, Sami Albayrak falan… Orhan Cebe diye bir hakem vardı, hep Fenerbahçe maçlarını yönetti. Üç puan farkla Fenerbahçe birinci, biz ikinci olduk.
Beşiktaş’tan sonra milli takım macerası tekrar başlıyor. Hatta 1978 Dünya Kupası Elemeleri’nde uzun yıllar sonra kupaya gitme heyecanı yaşatıyorsunuz. O meşhur Avusturya maçıyla ilgili neler hatırlıyorsunuz?
Bedavadan kaçırdık. 0-0 Avusturya’ya yarıyor, bize yaramıyordu. Önümde rahmetli Erdoğan Arıca oynuyor, öbür taraftaki bekte de Turgay (Semercioğlu) var. Erdoğan’a “Sen de ileriye git, Turgay da. Açık gibi oynayın” dedim. Turgay topa vurdu, bir oyuncunun sırtına çarpıp Prohaska’ya geldi, o da bomboş zaten golü attı. Fatih (Terim) koştu ama yetişemedi… Cemil Turan’ın iyi bir vuruşu vardı, liberoları Pezzey kafayla çıkardı son anda. Kalecileri Koncilia, çok iyi kurtarışlar yaptı. Felaket! O zaman bir de tek takım gidiyor, şimdiki gibi üç takım gitmiyor ki anasını satayım! Erman Toroğlu’na kızarım ama güzel espri yaptı, “Fatih Terim köprüden atlasa, Beylerbeyi’nden lüfer balığıyla çıkar” diye. Hakikaten sekiz maç da istediğimiz gibi bitti de gittik. Fatih o yönden şanslıdır. Allah şansını da devam ettirsin…
Milli takımda yönetmesi zor isimler vardı; Ali Kemal Denizci, Mustafa Denizli, Cemil Turan gibi… Onlarla ilişkileriniz nasıldı?
Zor değil. Ali Kemal de Cemil de… Ama Ali Kemal gamsız bir çocuk. Dünya iyisi bir insan ama mesuliyetsiz, sıkıntıya gelemiyor. Gençlerbirliği’nde onu yardımcı olarak yanıma almıştım, antrenörlükte bazen sıkıntıya geleceksin… En sonunda, “Hadi ulan, senden antrenör olmaz!” dedim. Kafası çalışıyor ama sıkıntıya gelemiyor…
Mustafa’yla ilgili bir anım var: Milli takımın başındayken, İzmir’deki bir maçta Mustafa Denizli’yi oynattım. Maçta sakatlandı, “N’oldu?” dedim, “Adale nezlesi oldum” cevabını verdi. Neymiş lan adale nezlesi! Meğer adale sertleşmiş.
Futbolcuma her zaman, “Maharet bende değil sizde, siz çıkıp top oynuyorsunuz. Benim velinimetimsiniz ama futbolcuya dayalı bir sistem olmaz” hatırlatmasını yaptım. 80 yaşıma yaklaştım ama hala sevilip sayılıyoruz. Şenol’a (Güneş) diplomasını ben verdim, Ersun’a (Yanal) da… Ama ben vermedim onlar aldı bu diplomayı…
Sedat Özden, bir milli maçın devre arasında ona çok acıdığınızı, halini görünce yüreğinizin parçalandığını söylemişti. O maçı hatırlıyor musunuz?
Çekoslovakya, Avrupa şampiyonu olmuştu. Hazırlık maçına gittik, 1-0 yenildik. Orada Sedat 3’e (Özden) “Sen ilk müdafaa kademesisin, santrhaf olacaksın” dedim. Orta saha oyuncusuydu aslında Sedat. Haftaym oldu soyunma odasına bir girdik, çocuk yeşil kusuyor. Koşmaktan bitmiş. Ciğerim parçalandı o halde görünce.
Milli takım, 1970’li yıllarda çok iyi kadrolara sahip olmasına rağmen bir türlü büyük turnuvalara katılamıyor. Sizin döneminizde de öncesinde de bu durum var. Tek nedeni gruptan bir takımın hak kazandığı statü müydü?
Futbol Federasyonu bizim zamanımızda özerk değildi. Şimdi bir seyahate hem malzemeci hem masör götürülüyor. O dönemde Beden Terbiyesi’nden izin onay almak gerekiyordu, kamp yeri için bile izin gerekiyordu. Şimdi özel sekreterler, özel arabalar var. Ben bunu kıskanmıyorum. Biz öyle uzun süreli kamp yapamazdık, onay alamazdık. Bunlar tabii ki başarıyı da etkiliyor. Bir de tek takım çıkıyordu dediğim gibi. Ama realiteye bakarsak, götüremediğimize göre başarısızız.
Milli takım antrenörlüğü mü zor kulüp antrenörlüğü mü? Aralarındaki fark ne?
Daha zor değil de daha yorucu diyelim. Kulüp daha yorucu… Milli takımda daha çok rakibi tanımak, rakibe göre hazırlamak mühimdir. Bir nevi organizasyon kabiliyetinin yüksek olması gerekir. Kulüp, eğiticiliğe girer, milli takım ise seçiciliğe…
Hocam, milli takım demişken… İnternette Sudi Arabistan Milli Takımı’nda çalıştığınıza dair bilgiler var…
Yok öyle bir şey ya! Bir yerde de beni 1931’li yapmışlar, 1937’liyim. Suudi Arabistan Milli Takımı’nı, Ruanda’yı falan çalıştırmışım… Neresi Ruanda? Haritada yerini bilmem! Yazmışlar ama alakası yok.
Türkiye Milli Takımı’ndan ayrıldıktan sonra bir kez daha Beşiktaş’ın başına geçiyorsunuz ama sadece birkaç maç sürüyor… Nedeni neydi?
1980-1981’de bir daha geldim. Dört maç sonunda Gazi Akınal istifa edince ben de istifa ettim, ne yapayım! Derici Rıza Kumruoğlu başkan oldu, “Hadi ya, ne işim var burada!” diye ayrıldım. Mehmet Üstünkaya gelecek diye imza atmıştım ama olmadı, sonra geldi onlar gerçi. Bir sene sonra da şampiyon oldu Beşiktaş zaten
Beşiktaş tarihinde en çok forma giyen oyuncu Rıza Çalımbay. Sizin A takıma aldığınız bir oyuncu. Nasıl keşfettiniz Rıza’yı? Hangi özellikleri etkilemişti sizi?
Rıza’yı Tekirdağ’da bir gençler maçında izledim. Hocasına “Bunu A takıma ver” dedim hemen. Biraz mırın kırın etti, üsteleyince aldım tabii A takıma. Ondan sonra ben ayrıldım ama Rıza devam etti. Çok çalışkan ve aerobik kapasitesi muazzam genişti. Yanılmamışım da… Antrenörlüğünü de maşallah beğeniyorum.
Türk futbolunda beraber çalışması en zor isimlerden İlhan Cavcav ile pek çok kez çalıştınız. Hatta Gençlerbirliği’ne Türkiye Kupası kazandırarak ilke imza attınız. İlhan Cavcav’la çalışmak nasıl bir tecrübeydi?
Maalesef, maalesef… Bana Ankara’da ‘Hacı’ derler. Dört defa çalıştım; hacca gittim bir nevi. Ama sustalı maymun durdururdum onu. Bunun amcası, benim Galatasaray’dan takım arkadaşım Tayyar Cavcav, Allah rahmet eylesin. Askerliğe geldi İlhan Cavcav İstanbul’a… Tayyar Cavcav, “Al bunu gezdir.” diye bana emanet etti, ben de pavyona filan götürdüm onu. Oradan da arkadaşım yani. Tanışıklığımız buralara dayandığı için, bir şey yaptığı zaman “Gel ulan sen yap, ben gidiyorum!” derdim. Başarılı dönemlerde geçirdik. Türkiye Kupası kazandım, UEFA Kupası, Intertoto Kupası hepsine girdim. Türkiye Kupası’nı kazandıktan sonra, “Al, bunu sana bomba diye veriyorum” dedim ve kupayı ona bıraktım.
Gereğinden fazla müdahale ettiği doğru mu?
Yumuşak adam bulursa karışır. Daima patron kulübün başkanıdır. Rölasyonu çok iyi tesir edeceksin. Sen bilgili olup antrenörlük mesleğini hakkıyla yaptığın zaman sana saygı duyarlar. Antrenörlük kurslarında fırlamalar gelip, “Hocam, Napolyon bile savaştan korkmazmış ama sınavdan korkarmış” dediklerinde, “Oğlum, ben hepinizi geçireceğim. Siz ne zaman sınavdan geçeceksiniz? Piyasaya çıktığınız zaman. İnsanlar sana saygı gösterme durumunda olursa, orada sınıfı geçeceksiniz. Bunu da elde edebilmen için genel kültürünü, antrenörlük bilgini arttıracaksın. Gerekirse diksiyon dersleri alacaksın, konuşma sanatının öğreneceksin… Bunların kitapları var, sen bir lidersin. Bunları yaparsan sınıfı geçeceksin” cevabını verirdim. Ben geçiririm yoksa bana ne…
1987-1988 sezonunda Trabzonspor’un başına geçtiniz. Trabzonspor için de çalışması zor kulüp denir. O baskıyı siz de yaşadınız mı?
Katılmıyorum. Trabzon’da futbol kültürü iyi. Macaristan’da okuyoruz, akademi de komünist idarede o zaman. Teori dersi var önce, sonra branşlara göre ayrılıyoruz. Spor Organizasyonu dersine girdik, hoca “Türkiye’de ilk ecnebi teması kim yapmıştır?” diye bir soru sordu. Tabii biz hemen başladık, “Fener, Galatasaray, Beşiktaş…” Necdet Niş de vardı, o da aynı şekilde cevapladı. Meğer Trabzon Lisesi yapmış ilk ecnebi teması. Futbol kültürü vardır adamlarda. Gelirler antrenmana, eğer iyi antrenman yaptırıyorsan ama yine de mağlup olmuşsan, “Hoca, sen iyi çalıştırdın hakkını yemeyiz” derler. O kadar zor değil orada çalışmak. Ama sevmeyen de oluyordur tabii. Yardımcı olarak Şenol Güneş’i almıştın yanıma mesela Trabzonspor’dayken. Bir Trabzonlu gazeteci gelip, “Neden aldın onu” diye sordu. Ulan, adam sizin kaptanınız, efsaneniz! Herkes siyaseti bilir, herkes futbolu bilir dedikodusu bol camianın…
Şenol Güneş de günümüzde başarılı olan birçok antrenör gibi sizin yardımcınız olarak teknik adamlığa başladı. Onunla ilişkiniz nasıl?
Şenol’a her zaman nasihat ediyorum: “Şenol, Fatih’le Mustafa insanlarla arasına dağ koymuş durumda; sen koyma. Bunun emekliliği var.” Fatih altı şampiyonluk yaşadı, kulüp içerisinde adamı sevmeyen bir ton insan var… Fatih başarısız olursan, başarılarına gölge düşürürsün. Kendisini çok seviyorum ama akıl hocaları başka…
Hocam, kariyerinizde yer alan zor kulüplere devam edelim… Adana Demirspor’u 1. Lig’e (Süper Lig) çıkaran son hocasınız. Başarıyı nasıl sağlamıştınız?
Adana Demirspor’u 1994’te 1.Lig’e çıkarmışım. Sene 2016, hala çıkacaklar. Bu yöneticilerle, bu kafayla giderlerse bir 2016 daha geçse çıkmaz. Biz parasız pulsuz, yerli ve genç çocuklarla çıktık. Homojen kadro olmadığı müddetçe zor. O başarı nedeniyle Adana’da hala çok sevilirim.
Gençlerbirliği’nin başındayken İlhan Mansız’ı beğenmeyip transferine izin vermediğiniz söylenir…
O da yalan. Ben Antalya’nın başına geçiyordum, Gençlerbirliği’nde de Ümit Karan var. Cavcav, “Ümit varken ben buna para vermem” dedi, ben de “Bana ne ya, ben Antalya’ya gidiyorum” dedim. Sonra Samsun’da oynattım ama İlhan’ı. Tümer’i de B Milli Takım’a almıştım. Takım kaptanı yapmıştım. Fatih oradan aldı A Milli Takım’a.
Antrenörlük kariyerinizde gittiğinize pişman olduğunuz takımlar var mı?
Zonguldak’a bir geçici gittim, nerden geldim dedim. Sevemedim orayı. Onun dışında her gittiğim yerde kapıyı açık bıraktım. Gittiğimiz yerde hep sevgi saygı gördüm.
Önemli yerli futbolcularla çalıştınız. Daha iyi yerlere gelmesini beklediğiniz isimler var mıydı? Mesela Yusuf Tunaoğlu gibi…
Yusuf topa elle hükmederdi sanki, müthiş bir yetenekti ama kendine bakmazdı. Antrenör, bazen gördüğünü görmemezlikten gelecek. Çok çok iyi bir çocuktu ama.
Ali Kemal daha büyük bir yere gelebilirdi. Cemil’e bir şey demem. O tamamen olmuştur. Pır diye giderdi, Allah vergisi bir patlama özelliği vardı ve hareketli topa iyi vururdu. Avrupa yapabilirdi ama şimdiki şartlar olsa yapardı. Şimdi daha iyi tanıyorlar Türkiye’yi. Teknoloji ilerledi çok. Alpaslan’da çengel gibi bir sol ayak vardı. Kesti mi topu oyuna sokardı. O zamana kadar savunmacılar dan diye vururdu topa.
Altyapıyla ilgili bir sorun mu bu ‘beklenen seviyeye çıkamama’?
Oyuncu yetiştirme ve performans eğitimi ayrıdır. Oyuncu yetiştirme 14-15 yaşına kadar olur en geç. Sonra performans eğitim başlar. Oyuncu yetiştirme de koordinasyon eğitimi çok önemlidir. Türkiye’deki hocalarda bu yok mesela. Almanya’dan gelen topçulara bakın. Hakan Çalhanoğlu mesela, Mehmet Ekici ya da… Öyle ahım şahım oyuncular değiller ama frikik ve kornerleri onlar atıyor. Etkili de kullanıyorlar. Fark nedir? Koordinasyon eğitimini görmeleri. Oğuzhan da görmüş mesela… Oyuncu yetiştirmede bu çok önemli.
Altyapı konusunda kitabınız da var değil mi?
River Plate, Santos ve Corinthians’la birlikte birçok Avrupa takımının da kasetlerini izledik, Hacettepe Üniversitesi’nde 800 sayfaya yakın bir kitap yayımladık altyapıyla ilgili. Ağırlığını ben çekiyordum, Özkan Sümer gibi isimler de vardı ama kimse okumuyor. Daha önce de 500 sayfalık bir kitap yazmıştım yarışma antrenörlüğü dönemimde. Bir gün seminerde antrenörler “Hocam o kitaptan çok memnunuz” dedi. Ben de “O kitabı şimdi okursanız küme düşersiniz” karşılığını verdim. O bilgiler eskide kalmıştı…
Antrenörlüğü erken bıraktım dediğiniz oluyor mu?
Yok, akıllı olup tam zamanında elimi ayağımı çekmesini bildim, rezil olmadım hiç. Mustafa (Denizli) kendini rezil etti mesela. Oraya gidiyorsun bari bir yardımcı çocuk al yanına…
Antrenörlük kurslarında hocalığa nasıl başladınız?
Beni kurslarda hoca yapan Allah rahmet eylesin eski federasyon başkanı Hasan Polat’tır. Onun teklifiyle başladım.
Bu kursların birinde bilgisayar yardımı alarak çalışmayla ilgili meşhur bir lafınız da var…
Dosya tutarsın yırtılır, bir şey olur ve bilgiler gider. Bilgisayar modern dosyalama. Bir şey olmaz. Ama sen ona vereceksin ki o da sana versin. Bir seminerde bundan bahsediyordum. “Hagi 50 pastan bir sıkarsa, o klavye adamın bilmem neresine kaçar” dedim. Fırlama Rıdvan bunu televizyonda söyledi. Benzer bir olay daha var. Kursta konuşma yapıyorum, “Futbolda, homojen kadro geçerlidir. Bir Liverpool takımını Londra’da sokaktaki simitçi bile sayar” der demez bu parmak kaldırdı: “Hocam, Londra’da simitçi var mı?” “Çık dışarı ulan!” dedim.
Federasyonun özerkleşmesi için de önemli çalışmalar yaptınız. O fikrin doğuşu nasıl oldu?
Özerklik fikrini, Tamer Güney ortaya attı. Bende de Fransızca olduğu için yurt dışı kaynakları okumaya başladım. İspanyol Federasyonu’ndan da kitaplar falan aldık. Özerk nasıl olunur falan baktık, araştırdık. Başımıza Coşkun Ağabey’i (Özarı) getirdik lider olarak. Tamer Güney, Gündüz Tekin Onay, Özkan Sümer falan var… İsmail Dilber bize yardım ederdi. Derken, rahmetli Turgay Aksoylu vardı Fenerbahçe Kongre Üyesi… O, Ahmet Özal’la askerliği birlikte yapmış. Gençlik ve Spor Bakanı Hasan Celal Güzel’i, oğlu kanalıyla da Turgut Özal’ı etkiliyor. Biz de bu şekilde Turgut Özal’a verdik projeyi ve federasyon özerk oldu. Coşkun Ağabey’in hiç unutmadığımız bir davranışı vardı. Onu başkan yapmak istiyordu Özal ama “Hayır, seçim olsun” diyerek karşı çıktı. Seçimde de kaybetti hatta kayyuma kaldı. Mehmet Ali Yılmaz oldu sonra başkan… Tohumları biz attık, bununla da iftihar ederim. Ama antrenörler cemiyeti adına attık. Özerkliğin bir amacı da; şahısların emri altında kulüplerin kalmaması, özerk kulüp gelirleri sağlanması… Kurumsallaşsın istedik ama kurumsallaşmadı hiçbiri. Aziz Yıldırım oyuncağı bırakır mı elinden?