-Bir Batu ANADOLU yazısı-
Bazı teknik direktörlerin ismi, takımlarından bile önce anılır. Bazıları ise o kadar iyi bir takıma sahiplerdir ki tek yapmaları mevcut boşlukları doldurmaktır. Peki ya Dünya Kupası’nı kazanan ilk teknik direktör olan Alberto Suppici hangi kategoriye giriyor?
Bundan 100 yıla yakın bir süre önce, henüz Dünya Kupası’nın yapılmadığı ve Olimpiyatların yegane futbol turnuvası olarak görüldüğü bir dönemde Güney Amerika’da yer alan küçük bir ülke yeşil sahalarda resital sunuyordu. Önce 1924 Paris, ardından 1928 Amsterdam Olimpiyatları’nda güle oynaya şampiyon olan bu takımın futbolcuları Avrupa sahnesinde ve hatta sosyetesinde bile konuşulan isimler haline gelmişlerdi. Ardından FIFA, bir Dünya Kupası düzenlemeye karar verdi. Kupanın yapılacağı yer için fazla düşünmeye bile gerek yoktu, hali hazırda Dünya’nın en iyi takımı bu iş için de hazırdı. Zaten kupanın düzenleneceği 1930 yılı, aynı zamanda anayasanın da 100. yılına denk geliyordu. Kısacası Dünya’nın en iyi takımı, dünyanın en büyük kupasını kendi evinde 100 binlerce taraftarının önünde düzenleyecekti. Daha iyi ne olabilirdi ki?
Bu soruyu belki bir de kupada Uruguay’ın teknik direktörlüğünü yapan Alberto Suppici’ye sormak lazım. Neredeyse her şeyi kazanmış ve de kazanması beklenen bir takımın başına geçen, henüz 30 yaşındaki bir teknik adamın ne yapması gerekir? Her şeyi akışına bırakıp kulübede dikilmesi mi yoksa radikal kararlara başvurup risk alarak, kendi imzasını atması mı? İki tercihin de risk içerdiği kesin; çünkü büyük ihtimal başarı takımın, başarısızlık ise teknik direktörün olacaktır. Suppici ise iki tercih arasında orta yolu bulacaktır.
1898 doğumlu Suppici, futbol hayatını National Football Club of Montevideo’da geçirir. Sekiz yılda toplam 143 maça çıkarken yedi şampiyonluk kazanır. Onu en iyi ifade eden kavramlar disiplin ve devamlılıktır. 1917’de doğduğu topraklarda kendi kulübünü bile kurar: Plaza Colonia in Colonia del Sacramento. 1920’lerde Uruguay, dünya futboluna damga vurmaktadır. Andrade, Nasazzi, Scarone, Cea, Mazali gibi oyunculardan oluşan kadro, henüz profesyonelliğin olmadığı yıllarda makine gibi işleyen ve birlikte oynamaktan keyif alan bir takım görüntüsüne kavuşur. Takımın başında Ernesto Fígoli ve Primo Giannotti gibi teknik direktörler olsa da asıl üne kavuşan sistemdir aslında. 1909’da İskoç futbol adamı John Harley’in ülkeye gelişi ile temelleri atılan 2-3-5 sistemi, bir bakıma günümüzün hem rüya hem de kabus sistemi tiki-takanın büyük büyük babasıdır. Sistemin mükemmelleşmesi ise 15-20 yılı almıştır. İşin ilginç kısmı, Uruguay gibi bu taktiği uygulayan Arjantin’in de dünya futboluna o dönemde damga vurmasıdır. Kısacası doğru kadrolar ve sistemler bir araya gelince onu işleyen teknik direktör olmak, pek de matah bir iş olarak görülmez.
Suppici, Olimpiyatlar’dan sonra takımın başına geçtiğinde sisteme dokunmaz. İlk büyük sınavını 1929’daki Copa America’da verir. Büyük beklentilere karşın kupayı finalde ezeli rakibi Arjantin’e kaptırır. Suppici’ye göre takım, bir kırılma anının eşiğindedir. Düşük formun yanı sıra psikolojik bir düşüş de göze çarpmaktadır. Bunun üzerine genç teknik direktörün ilk hamlesi, takımı disipline etmek olur. Çalışma ve dinlenme saatleri oldukça net bir şekilde belirlenir. Antrenmanlar yoğunlaştırılır. Takımla ilgili alınan en radikal karar ise kaleci Andres Mazali’nin kadrodan çıkarılmasıdır. İki Olimpiyat şampiyonluğu bulunan Mazali, son Copa America’daki düşük formu sonucunda kalesinde altı gol görür. Fakat ipini çeken asıl olay, dinlenme saatlerinin dışında gizlice otelden ayrılması ve kimi kaynaklara göre “gizemli bir sarışın”la buluşmasıdır. Sebep ne olursa olsun, iki durum da Suppici için kabul edilemezdir. Diğer dikkat çekici bir nokta da 1928’de şampiyon olan takımın teknik direktörü Giannotti ile savunma oyuncusu Pedro Arispe’nin teknik ekipte bulunmasıdır. Yani Suppici bu kararı, en az tepki çekeceği ortamı kurduktan sonra alır. Mazali’nin yerine Rampla Juniors takımının kalecisi Enrique Ballestrero gelir.
Suppici’nin en önemli tercihlerinden biri de taktikle neredeyse hiç ilgilenmemesi olur. Hatta tüm taktik planlamayı tecrübeli oyuncusu ve takım kaptanı Jose Nassazi’ye bırakır. İşleyen sisteme müdahale etmez, sadece fiziksel kondisyonu arttırmaya yönelir. Kupaya iki ay kala oyuncuları kampa sokar, dışarıyla olan bağlantılarını keser. 12 günde dört hazırlık maçı oynatarak takımın gerekli sertliğe ve agresifliğe ulaşmasını hedefler. Uruguay, turnuvaya sadece 13 takımın katılması sonucu üçlü gruba düşer. İlk rakip Peru’dur. Meşhur Centenario Stadyumu, inşaatın devam etmesi sonucu tam kapasite dolmasa da taraftarlar yerlerini alırlar. İlk yarıda gol sesi çıkmayınca, bir yıl öncesinden soru işaretleri uyandıran Suppici de gerginliği iyice hisseder. İkinci yarıda ise sahneye, sağ kolu olmayan forvet oyuncusu Hector Castro çıkar. Pedro Petrone’den aldığı topu ağlara gönderir ve maçın tek golünü atmış olur. İlk hedef olan galibiyete ulaşılmıştır ama oynanan futbol ve taraftarın tepkisi, Suppici’nin iyiden iyiye dümene geçmesine yol açar. İkinci maçı Romanya ile oynarlar ve bu sefer stadyum tam kapasite olarak hazırdır. Suppici bu maçta ilk 11’de değişikliklere gider; savunmada Tejera’nın yerini daha hızlı bir oyuncu olan Mascheroni ile doldurur. Dorado, Anselmo ve Scarone gibi oyuncular yedek kulübesinden çıkmışlardır. Sahada daha hızlı top çeviren ve ters 9 pozisyonunda yer alan Anselmo ile rakip savunmayı şaşırtan bir Uruguay vardır. Suppici, bu kumarın karşılığını 4 golle alır ve takımı yarı finale taşır.
Yarı finalde rakip Yugoslavya’dır. Avrupa kıtasından gelen dört takım arasında yarı finale kalan tek ekip olan Yugoslavlar, maça Vujadinović golüyle hızlı girseler de sonrasında Uruguay, hakemle el ele vererek tam 6 gol bulur. Skor 2-1 iken dışarı çıkan top, bir polis tarafından tekrar saha içine yuvarlanır ve Uruguay’ın üçüncü golüne asist olur! Cea üç, Anselmo iki golle yıldızlaşırken Yugoslavlar, üçüncülük maçı oynamayı reddederek ülkeden ayrılırlar. Finalde ise rakip, yarı finalde ABD’ye aynı altı gollük tarifeyi uygulayan Arjantin’dir. Önceki yıldan kalan husumet ve gerginlik, daha maç başlamadan kendisini hissettirir. Arjantinli oyunculardan Monti, ölüm tehdidi içeren bir mektup alır. Maçın hakemi John Langenus’un ismi, maçtan ancak birkaç saat önce açıklanır ve maçtan sonra hemen kaçabilmesi için bir tekne hazır edilir. Takımlar arasında maç topuyla ilgili tartışma bile çıkmıştır; sonuçta ilk yarı Arjantin’in ikinci yarı Uruguay’ın istediği top kullanılacaktır! Maç öncesinde ise Anselmo’nun hastalığı, Suppici’yi en çok düşündüren konudur. Onun yerine Hector Castro’ya güvenmekten başka şansı yoktur. Uruguay, oldukça sert geçen maça Dorado’nu golüyle başlasa da sonraki 15 dakikada Peucelle ve Stabile’nin golleriyle 2-1 geriye düşer. Hatta Varallo, bir an Nasazzi’nin markajından kurtulup üçüncü golü atmaya çok yaklaşsa da direği geçemez. İkinci yarıda ibre Uruguay’a döner. Arjantinli oyuncular sertlikten yılmaya ve oyundan düşmeye başlarken Suppici’nin eseri olan fiziksel kondisyon kendisini gösterir. Uruguay’ın seçtiği topun hikmetinden midir bilinmez, önce Cea sonrasında Iriarte “Celeste”yi (Gök Mavililer) 3-2 öne geçirir. Son sözü Hector söyler ve maçı 4-2 kazanan Uruguay, Dünya Kupası’nın ilk sahibi olur. Suppici ise kupayı kazandığında henüz 31 yaşındadır ve bunu başaran en genç teknik direktör olarak kırılamayan bir rekorun sahibi olmaya devam edecektir.
Bugün 1930’a yeniden baktığımızda Guillermo Stabile, Andrade gibi isimler Suppici’den daha çok hatırlanıyor. Hatta golf pantolonu ile sahaya çıkan hakem Langenus bile daha çok hatırlanan bir imge. Suppici ise kendi egosunu tatmin etmek ve kırıp dökmek yerine, hali hazırda zaten başarılı olan takımının boşluklarını sessizce ve sakince doldurduğu için pek de hatırlanmıyor belki de. Uruguay 1934 ve 1938’deki turnuvalara katılsa, Suppici Espanol’a gitmek yerine yeni şampiyonluklar kazanır mıydı bilemiyoruz. Ama 1950’de kupayı yeniden kazanan Uruguay’ın temelini oluşturan Penarol’ü çalıştırdığı ve o takımın teknik direktörü Fontana’nın akıl hocası olduğu bilinen gerçekler. Bu yıl tarihinde ilk kez Clasura’yı kazanan ve bunu Montevidio dışında başaran ilk takım olan Plaza Colonia, onun adı ile onurlandırılan stadyumda şampiyonluğu kutladı. Suppici’yi anmak için bundan daha iyi bir zaman olamaz, ne dersiniz?