Aksanlı, matrak bir İtalyanca, futbol aforizmaları ve Sampdoria’yla Avrupa’nın zirvesine tırmanışı… Vujadin Boskov ile orta sıralardan gelerek Wembley’de Barcelona karşısına çıkıyoruz…
“İki takım da çok değişik futbol anlayışına sahip. Finallerde kazanan, oyun içerisinde belli olur. Sampdoria, savunma içgüdüleriyle üstesinden gelmeye çalışsa da Vialli ve Mancini’ye güveniyor. Bu nedenle kontratak temelli oynayacaklar. Barcelona oyunu domine edip, topa sahip olacaktır ama dikkatli olmaları gerekiyor. Laudrup ve Stoichkov gibi fark yaratan oyuncuları var ama yine de öngörülmeyen bir final hakkında konuşuyoruz”
1980’lerin sonundan itibaren İtalyan futbolunun ‘ağa babası’ konumundaki Arrigo Sacchi, 20 Mayıs 1992’de Barcelona ile Sampdoria arasında Wembley’de oynanacak Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nden önce bunları söylemişti. Sacchi için ‘öngörülmez’ taraf Barcelona değildi. Nitekim 1961 ve 1986’da büyük sahnede final oynamışlar ve dünyanın parmakla gösterilen takımları arasına çoktan girmişlerdi. Bütün bu tarihinin yanına bir de 1980’lerin sonunda Johan Cruyff’un başa geçmesi ve yepyeni bir futbol kültürünü aşılaması, ütopik bir kulübe dönüştürmüştü Barcelona’yı. Büyük yıldızlar, kendi sisteminin yarattığı yetenekler, hücum futbolu ve her an herkesin gol atabileceği 90 dakikalar… Barcelona, birçok futbolsever için ‘izlenmesi şart’ takımdı ve ulaştıkları final, kimseyi şaşırtmamıştı.
Rakip Sampdoria için durum çok farklıydı. İtalya’da dahi ‘büyük’ statüsünde değilken, 1980’lerin ikinci yarısında çıkışa geçmişler ve hem ligde hem de Avrupa Kupaları’nda korkulan takım olmayı başarmışlardı. Bu çıkışta, mavi-beyazlı formayla parlayan ikili Gianluca Vialli ve Roberto Mancini’nin payı büyüktü elbet. Fakat arka planda, bir başkan-antrenör işbirliği vardı. ‘Öngörülmez’ takımı yaratan ortaklığın adı: Mantovani-Boskov’du…
Sampdoria, uzun yıllar Serie A’nın gediklisi olsa da zirve için hayal kurmakla yetindi. Rüyaların kâbusa dönüştüğü sene, 1977’ydi. Serie B’nin yolunu tuttuklarında, tüm sezon boyunca sadece altı galibiyet almışlardı. Gelecek karanlık görünüyordu ama iki sene sonra bir umut ışığı doğacaktı. Romalı iş adamı Paolo Mantovani, takımın başkanlığına geldi ve başkanların başrolü oynadığı 1980’lerin İtalya’sında Sampdoria’nın ilacı oldu. 1981-1982 sezonunda beş yıllık Serie A özlemine son vererek ilk büyük adımı attı. Aynı sene, Bologna’nın istidatlı genci Roberto Mancini’yi Genoa şehrine getirerek de ‘Samdoria Projesi’ne başladı. Yerli yatırım, 1984’te Gianluca Vialli’yle devam ederken, Serie A’da çığırından çıkan yabancı futbolcu transferlerinde de hiç geri kalmadılar. Graeme Souness, Liam Brady ve Trevor Francis gibi şöhretler Sampdoria formasını giymeye başlamıştı. İlk kayda değer başarı da bu dönemde geldi. 1985 yılında İtalya Kupası’nı kazandılar ve kulüp tarihinin ilk büyük başarısını elde ettiler. Kupaya rağmen oyuncular arasındaki bezginlik, potansiyellerini tırmanışa geçirmeye engel oluyordu. Topçulara nefes aldırmamasıyla nam salan ‘duvar’ Eugenio Bersellini, 1985-1986 sezonu 11. sırada sonlanınca, görevinden ayrıldı. Mantovani, bir kez daha önemli hamlesiyle sahnedeydi: Yugoslav hoca Vujadin Boskov, Sampdoria’nın yeni antrenörüydü.
Devamlı espri yapacakmış hissi uyandıran tonton amca imajı, basit, kimi zaman hatalı ama etkili cümleler kurduğu İtalyancası ve Real Madrid görmüş cv’siyle İtalya’ya ayak basan Vujadin Boskov için Çizme macerası ilk değildi. Topçuluk yıllarında kısa da olsa yine Sampdoria’da birkaç maça çıkmıştı. Fakat antrenörlük kariyeri, bu kez Sampdoria’da daha uzun kalacağının sinyallerini veriyordu. Real Madrid’le lig şampiyonluğu kazanmış ve Şampiyon Kulüpler Kupası finaline kadar yükselmişti. Yine de Sampdoria’ya Madrid ayarında büyük sıfatlar kazandırması pek de olasılıklar arasında değildi…
Yıldızlık mertebesine ulaşmasında büyük pay sahibi olacağı Roberto Mancini, otobiyografisinde Boskov’un gelişini şu sözlerle anlatmıştı: “Daima ‘Yüzbaşı’ Bersellini’nin barakasındaydık. Antrenmanlar o kadar sessiz geçerdi ki çimlerin büyümesini duyabilirdiniz. Boskov’un gelişi, hayata dönüş gibiydi. Bir sonraki antrenmanı dört gözle beklerdik çünkü eğlenirdik. Vujadin daima şakalar yapar, bizi şaşırtırdı. Antrenmanda gülerken terlerdiniz. Bessellini ile konuşamazdınız ama Vujadin, özellikle de ailesinden uzakta olan gençler için güven kaynağıydı.”
Boskov sadece futbolcuları güldürmüyordu. Basın, yöneticiler, diğer takımların futbolcuları… Herkesin konuşmak istediği adamdı. Maç öncesi ve sonrası verdiği demeçler, gazetecilerin manşet düşünme sürelerini azaltıyordu. FIAT sahibi Giovanni Agnelli’nin takımı Juventus ile oynayacakları bir maç öncesinde, dönemin Avrupa’da fırtınalar estiren Juventus’undan korkup korkmadığını merak eden bir gazeteciye şunları söylemişti: “Bizden farksızlar. İki bacakları ve sahada 11 oyuncuları var. Tek fazlalıkları, hepsinin FIAT arabalara sahip olması!”

Büyük ortaklık: Mantovani-Boskov
Oyuncularının taktığı isimle ‘Vujadin Amca’ bütün bu ‘şamatacı’ kişiliğinin yanında disiplini elinde tutmasını da bildi. İtalyan futboluna kattığı onlarca aforizmanın birinde, “Disiplinsiz hayat zordur” demişti. Bunu sahada ve saha dışında oyuncularına yansıttı. Vialli ve Mancini ikilsi ile ilgili ‘disiplin’ anılarından biri şöyle: “Ligurya Bölgesi’nde (Genoa’nın bulunduğu özerk bölge) gece kulüplerini gezen dört-beş adamım vardı. Luca Vialli ya da Roberto Mancini’yi kontrol ederlerdi. Bir sabah Vialli’ye şöyle dedim: “Hey, Luca, dün şuradaki bardaydın! Roberto sen de diğer barda” onları kontrol ederek disiplin verdim. Başarımızın sırrı buydu.
Sisteminin ilk ödülü 1988’de alındı. Kulüp, bir kez daha İtalya Kupası’na ulaştı. Aslında Boskov’un Sampdoria’sı için yükseliş, ertesi yıl başlıyordu. Kupa Galipleri Kupası’nda finale yükseldiler. Vialli-Mancini ikilisinin etkili futbolu, 1982’de Dünya Kupası kazanan İtalya’nın kadrosunda yer alan Giuseppe Dossena’dan alınan verim, Roma’nın ‘işi bitik’ gerekçesiyle gönderdiği Toninho Cerezo’nun kilit rolü ve genç kaleci Gianluca Pagliuca’nın performansıyla Sampdoria, tarihinde bir ilk yaşadı ve Kupa 2 için Barcelona’nın karşısına çıktı. Vialli, final öncesinde Boskov’la arasında geçen konuşmayı şu sözlerle hatırlıyor: “Maç öncesinde sakatlığım vardı. ‘Vujadin Amca’ sahada olmamı istiyordu. ‘Luca Vialli’yi sahada gördüklerinde korkacaklar’ demişti”. Fakat Johan Cruyff önderliğinde ilk senesini geçiren Barcelona, Vialli’den pek çekinmedi ve kupayı kaptı. Cruyff, antrenörlük kariyerinde Barcelona ile ilk Avrupa Kupası’nı kazanırken, Sampdoria da Avrupa sahnesinde tırmanışına başlıyordu…
Kupa Galipleri Kupası’nda finali gördükleri 1988-1989 sezonunda İtalya Kupası’nı bir kez daha kazandılar. Başkan Mantovani ve antrenör Boskov için yeni hedef Scudetto’ydu (Serie A şampiyonluğu). 1989-1990 sezonuna yine önemli hamlelerle girdiler. Stuttgart’tan Yugoslav Srecko Katanec’i ve Cremonese’den Atillo Lombardo’yu kadrolarına katsalar da ligde istedikleri pozisyona yerleşemediler. Beşincilik, hayal kırıklığı olabilirdi ama umut verici bir başka ilk yaşandı. ‘Palazlandıkları’ Kupa Galipleri Kupası’nda Monaco ve Dortmund gibi takımları geçerek bir kez daha finale yükseldiler. Rakip, ihtişamlı döneminin sonunu yaşayan Anderlecht’ti. Bir yıl evvel Barca’ya korku salamayan Vialli, bu kez sahnedeki yerini aldı ve uzatma dakikalarında attığı iki golle, kulüp tarihinin ilk Avrupa Kupası’nı Genoa şehrine getirdi. Vujadin Boskov, “Futbolda antrenörler aleyhine bir kural vardır; Futbolcular kazanır, antrenörler kaybeder!” dese de bu zaferdeki aslan paylarından biri de ona verilmişti çoktan…
Esas gösteri 1990-1991 sezonuna taşınmıştı. Kadro iskeleti korunmuş, Ivano Bonetti ve Sovyet Aleksey Mikhaylichenko hamleleriyle güçlenmişlerdi. Sacchi’nin Milan’ı ve Trappattoni’nin Inter’ine rağmen ligde muhteşem bir istikrar yakaladılar ve son 18 maçta mağlup olmayıp, Serie A şampiyonluğuna uzandılar. Genoa şehri için efsane bir sezon olmuştu. Nitekim Verona ile birkaç yıl önce ligin zirvesine kurulan Osvaldo Bagnoli’nin çalıştırdığı ezeli rakip Genoa da dördüncü sıradaydı. Sampdoria, ligdeki iki maçta da ezeli rakibini yenemese de kurtlar sofrası Serie A’nın en tepesindeydi. Başkan Mantovani’nin hayalleri gerçekleşmiş, dipte aldığı takımla Serie A’nın tahtına kurulmuştu. Boskov’un bir kelamı daha yerini buluyordu: “Yağmurdan sonra güneş doğar”
Scudetto, belki başkan için yeterliydi ama Boskov’u kesmedi. Ertesi yıl, Avrupa’daki kıdemleri yükselmiş, uzmanlaştıkları Kupa Galipleri Kupası’ndan Şampiyon Kulüpler Kupası’na terfi etmişlerdi. Avrupa’nın bir numaralı kupasında değişim rüzgârları hafiften esmeye başlamış, 1991-1992 sezonu, son sekiz takımdan itibaren grup statüsünde oynanmaya başlamıştı. Sampdoria, birbirini ezberleyen oyuncu topluluğuyla Rosenborg ve Honved’i geçerek son sekize kalmayı başardı. Grup aşamasında en çetin rakip, son şampiyon Kızılyıldız’dı. Boskov’un ekibi, Yugoslavya’daki karmaşanın da etkisiyle psikolojik olarak zor günler geçiren Kızılyıldız’ı geçmeyi başardı. Finaldeki rakip, üç sene sonra bir kez daha Cruyff’un Barcelona’sıydı…

Koeman, hayalleri yıkıyor…
Sacchi’nin de öngördüğü üzere kolay bir final olmadı. 1990 model Total Futbol’un temsilcisi Barcelona, topa hâkim olsa da Sampdoria savunmasının direncini kıramadı. Üstelik hızlı ataklarla Barcelona kalesini de zorladılar. Lombardo ile ilk yarıda önemli bir pozisyona girdiler… İlerleyen dakikalarda ise Vialli, iki net pozisyondan yararlanamadı. Bütün bunlar yine bir Boskov özdeyişiyle açıklanabilirdi: “Top, Tanrı isterse kaleye girer”. Bazıları da Sampdoria golcüsünün kaçırdığı golleri birkaç gün önce Juventus’la anlaşmasına bağlıyordu. Her şeye rağmen Boskov, uzatmaya giden maçtan umutluydu. Pagliuca’nın penaltı atışlarındaki kabiliyetine güveniyordu ki, ilk uzatma devresinin bitimine dakikalar kala Alman hakem Aron Schmidhuber, Barca lehine tartışmalı bir serbest vuruş kararı verdi. Topların canını yakan adam Ronald Koeman, Pagliuca’nın koruduğu kaleye yaklaştı, kendine has, şimşek hızındaki şutlarından birini çıkardı ve altın sarısı saçlarını sallayarak gol sevincini yaşamaya başladı. Barcelona’nın başında ilk Avrupa Kupası’nı Sampdoria karşısında kazanan Johan Cruyff, Boskov’u bir kez daha mağlup etmeyi başarmıştı.
Roberto Mancini, o gün için şunları söylüyor: “Sampdoria günlerimin en kötü gecesiydi. Ertesi gün daha da zordu. Neyi kaybettiğimizin farkına daha çok varmıştık. Kazanmayı çok istemiştim.” Sampdoria, finalden sonra yavaş yavaş dağıldı. Önce Vialli gitti, sonra Cerezo. Finalden bir sene sonra ise belki de kayıpların en büyüğü yaşandı. Başkan Paolo Mantovani, hayata gözlerini yumdu. Mancini birkaç yıl daha kalsa da Lazio’ya transfer olana kadar ligde fırtınalar estirmeye hasret kalacaktı…
Finalin ertesinde ayrılanlardan biri de Boskov’du. Bir daha Sampdoria ile kazandığı başarılara ulaşamadı. “Antrenörler etek gibidir. Bir sene mini modadır, ertesi yıl gardıroba konulur.” dese de bıraktığı etki unutulmadı. Bugün antrenörlük yapan birçok futbolcusu, onun oyuncu psikolojisine önem veren yöntemlerini uygulamaya çalışıyor. Sahalara attığı imzalardan henüz kurumayanları bile var. Boskov’un Roma yıllarında ilk kez forma verdiği Francesco Totti, bu isimlerin belki de en şöhretlisi.
Koeman’ın şutu, kariyerinin zirve anında Boskov’u sessiz bıraktı. Boskov 2014’te hayata veda ettiğinde belki de sportif açıdan tek ‘keşkesi’ bu kupa oldu. Şampiyonlar Ligi’nin onun için ne denli mühim olduğunu, meşhur aforizmalarının birinde gayet açık şekilde belirtiyordu: “Eğer bir erkek, kız arkadaşını soğuk bira ve Şampiyonlar Ligi finalinden daha çok seviyorsa buna ‘gerçek’ aşk diyebiliriz. Ama o erkeğe ‘gerçek’ erkek diyemeyiz!”