-Bir Gündüz KILIÇ yazısı-
Gündüz Kılıç, antrenörlüğü bıraktığı dönemde dahi dünya futbolunda olan bitenleri yakından takip etmişti. Brezilya’ya ilk Dünya Kupası’nı kazandıran meslektaşı Vicente Feola’nın vefatından sonra yazdıkları bunun en iyi göstergesi.
Gündüz Kılıç, namı diğer ‘Baba’ Gündüz, bu ülkede futbol denince akla gelen, önemli etkiler bırakan isimlerden biri oldu. Milli takım seviyesine ulaşan topçuluk kariyerine rağmen esas alkışı antrenörlük yıllarında aldı. Galatasaray’ı belki de popüler bir takım haline getiren isimlerdendi. Uzun yıllar birçok takım çalıştırdı ve hepsinde saygı kazandı. 2014’ün Kasım ayında Beşiktaş efsanesi Sanlı Sarıalioğlu ile yaptığımız röportajda Sanlı Kaptan, “Beşiktaş isminin önüne geçmişti. Böyle bir adam olur mu? Geldi reform oldu. Şeref Stadı’nda bile reform yaptı. Zihniyeti değiştirdi, kıyafetleri değiştirdi, soyunma odasını biraz yeniledi. Her şeyiyle bir otoriteydi.” sözleriyle Baba Gündüz’ü yâd etmişti…
O Baba Gündüz, bir süre sonra antrenörlüğü bıraktı. Fakat birikiminden insanları mahrum bırakmadı. Gazetelere yazdı, kitaplar yayımladı. Kaleme aldıklarının çoğunluğu yurtiçi mevzulardı ama dünya futbolunu da ne kadar yakından takip ettiğini hissettiriyordu. İngiltere’deki antrenörlük kursunda yaşadıklarından Dünya Kupası izlenimlerine, Leeds United’ın hücum setlerinden modern futbolcu tanımlamalarına kadar birçok konu hakkında genel kültürünü de konuşturarak kalem oynattı. Beynelmilel sahneye yakınlığını gösteren yazılarından birini de, Brezilya’yı 1958’de ilk Dünya Kupası zaferine taşıyan Vicente Feola’nın 6 Kasım 1975’teki vefatından sonra yazdı. İşte 16 Kasım 1975’te ‘Toplum Gözünde Ölmek’ başlığıyla yayımlanan o yazı:
‘Feola Öldü’
Geçen gün kısacık bir ajans haberi gazete sütunlarının daha iri puntolu haberlerinin arasında ezildi gitti: ‘Feola öldü’. Okuyup geçen de oldu, içini çeken de. Oysa bu haberin altında dünyanın bütün ünlülerini ilgilendiren ibret verici bir dram yatıyordu. Fakat artık onu hatırlayan da galiba pek azdı.
Vicente Feola 1950’lerden 1966 yılına kadar başlangıçta Brezilya’da sonra da dünya futbolunda hüküm sürmüş bir futbol imparatoru idi. Brezilya Milli Takımı’nın tek seçicisi, menajeri, kısaca her şeyi idi. Brezilya’yı yıllarca yenilmez bir armada haline getirmişti. 1958’de Dünya Kupası’nı ülkesine götürürken Brezilya’ya muzaffer krallar gibi girdi. Ünlü Austerlitz zaferinden sonra belki Napolyon bile ülkesine böylesine bir sevgi seli içerisinde dönmemişti. Austerlitz dedim de, o harpte geçen ilginç bir sahne geldi aklıma. Napolyon ile Feola arasındaki kader benzerliğini yansıtan bir sahne.
Napolyon Austerlitz’de düşmanlarına son darbeyi vurmak üzere hazırlanmaktadır. Fakat kötü hava şartları ordusunun moralini bozduğundan tereddüt içindedir. Bir gün birdenbire hava açar, ortaya ısıtıcı bir güneş çıkar. Napolyon bunu hayır alameti sayar, hemen hücum emrini verip düşmanlarını parçalar. Aradan yıllar geçer, bu sefer Napolyon, Rusya macerasının peşine takılmış, Moskova önlerindedir. Fakat dondurucu bir soğuk askerlerini kırıp geçirmektedir. Bir gün gene birdenbire hava açılır, masmavi gökte beliren güneşten etrafa ılık ışıklar saçılır. Napolyon, Austerlitz zaferinin başladığı günü hatırlayarak askerlerine bağırır: “Askerler, işte Austerlitz güneşi gene doğdu. Bize zaferi müjdeliyor. İleri…” Fakat bu savaşın neticesi bir bozgun ve Napolyon’un sonu olur.
Feola’yı da 1966’da Dünya Kupası öncesinde İsveç’te futbolcularıyla birlikte görmekteyiz. İmparator, hazırlık kampını orada kurmuştur. 1958’de şampiyon oldukları tatlı anılarla dolu İsveç’te. Feola orayı takımın moralini güçlendirmek için kasten seçmiştir. İsveç onun için adeta bir Austerlitz güneşidir. Fakat bildiğiniz gibi 1966 Dünya Kupası’nın sonucu, Brezilya’nın çöküşü ve Feola’nın Brezilya’da vatan haini ilan edilişi olmuştur. Zavallı Feola, İngiltere’den yurduna takımı ile dönememiştir. Ayrıca şurada burada dolaşıp Brezilya’daki büyük öfkenin geçmesini beklemiştir. Zira halk Sao Paulo’daki evini kuşatmış onu linç etmek üzere beklemektedir…
Muzaffer Konferansçı
Feola’yı iki kez görmüş ve görüşmüştüm. İlki 1964’te İngiltere’deki futbol seminerindeydi. Üstat, oraya misafir konferansçı olarak davetliydi. Programda ona ayrılan saatte seminer salonuna hiç unutamayacağım bir haşmet içerisinde girmişti. Laf değil bu, salona giren dünya şampiyonu olmuş bir takımın lideriydi. O önde yürüyor arkasında bulunan üç adam da onu izliyordu. Bunlardan biri, Brezilya’nın İngiltere Büyükelçisi, biri dünyaca ünlü spor doktoru Gozlin, biri de Brezilya’nın Spor Bakanı idi. Hükümet gibi bir adam derler ya, işte tam anlamıyla öyle bir adamdı Feola o zamanlar. Kürsüye çıkmış, Brezilya kadrosunu nasıl seçtiğini, nasıl çalıştırdığını, nasıl oynattığını anlatmıştı uzun uzun. Konuşmalarını seminerdeki İngiliz otoriteleri dikkatle not ettiler. Sonra ona sorular sordular, cevaplarının hepsini haklı buldular. En sonunda da ayakta alkışladılar. İnsanların dünya kurulduğundan beri boyun eğdikleri bir kural o gün de mağrur İngiliz futbol adamlarına boyun eğdirmişti. Hak daima kuvvetlinindi, galibindi…
Maracana’daki Üzücü Tablo
1968’de ikinci kez karşılaştım Feola ile. Geniş bir futbol araştırması için Güney Amerika’ya gitmiştim. Bu arada tabii Brezilya’ya da uğradım. Bir gün Rio’da dünyanın en büyük stadı Maracana’yı gezerken çok üzücü bir tablo ile karşılaştım. Stadın mermer kaplı şeref holünde Brezilya’nın dünya şampiyonu futbol takımının doğal büyüklükte bir resmi asılmıştı. Takımın ortasında şişman gövdesinden ve kılık kıyafetinden anlaşıldığına göre Feola da vardı. Anlaşıldığına göre diyorum çünkü yüzü gözü delik deşik edilmiş, kalem darbeleri ile karalanmıştı. Demek şeref holünden her geçen, unutamadığı 1966’nın acısını ondan böyle çıkarmıştı. Gözlerimle görmesem İngiltere seminerindeki o kudretli adamın bu durumlara düşeceğine asla inanmazdım. İçim burkuldu, ona pek acıdım.
Sordum soruşturdum, Sao Paulo’da yaşıyormuş. Gittim kendisini buldum. İçinde yetiştiği sonra da yönettiği Sao Paulo F.C Kulübü hatırşinas çıkmış, ona oyalansın diye idarede bir iş vermişti. Futbol adamı olarak hatırlanmasına çok sevinmişti. Uzun uzun futboldan konuştuk. Zekâsı hala keskin, futbol bilgisi alabildiğine zengindi, ama bir türlü beni bırakmayışından, sormadan eski zaferlerini tekrar tekrar anlatmasından hemen anladım ki Feola artık bitmişti. Anlayacağınız Feola aslında 1966’da öldü. Geçen gün ise sadece gömüldü. Zaten çok kez ünlü futbol adamları için de, hatta diğer dalların ünlüleri için de son hep böyledir. Onlar ilk önce topluma göre ölürler, sonra da tıbba göre gerçekten ölüp gömülürler. Toprağın bol olsun koca imparator…
-‘Toplum Gözünde Ölmek’ yazısı, Mehmet Emin Kunt’un ‘Galatasaray ve Türk Futbolundan Geçen Bir Dev: Baba Gündüz’ kitabından alınmıştır.