1990’larda futbol izlemeye başlamışsanız eğer, Trabzonspor ile özdeşleştireceğiniz birçok isim aklınızda canlanacaktır. ‘Büyük’ Orhan Çıkrıkçı’nın süratini, Hami Mandıralı’nın şutlarını, Ünal Karaman’ın temposunu ya da Abdullah Ercan’ın sol ayağını unutmak, Türk futbol izleyicisi için hiç de kolay değil. Bir de Gürcü kardeşler var: Şota ve Arçil (kısaca Açi) Arveladze. İlk olarak 1993-1994 sezonunda Trabzon’a kiralık olarak adım atan ikizler, bir sene sonra bonservisleriye Karadeniz’e inecek ve genç yaşlarına rağmen zerafetleri ile futbolseverleri büyüleyecekti. Arçil’in sihiri, sakatlıklar nedeniyle sahalara istikrarlı bir şekilde yansımadı ama Şota, attığı akıl almaz goller, fantezi dolu vuruşlarla sadece Trabzsonspor’a gönül verenlerin değil tüm ülkenin hayranlığını kazanacaktı…
Trabzonspor 50. yıl Özel Sayısı’nı hazırlarken, elbette ikizlerin de kapısını çalmayı denedik. Toprak Saha ruhuna en uygun isim, gölgede kalan Arçil’di tabii ki. Ama uğraşlarımız, bulunan telefon numaraları ve bağlantılar, hedefe yaklaştık derken beraberinden bir bardak soğuk suyu getirdi. Fakat imdadımıza bir kitap yetişti. Harun Çimke’nin çevirisi ile Gece Kitaplığı tarafından Türkçe’ye kazandırılan Şota Arveladze’nin otobiyografisi Dün, ikizlerin Türkiye macerası ile ilgili merak ettiğimiz birçok hususta bize doyurcu bilgi sunuyordu. İşte Şota Arveladze’nin otobiyografisinden Trabzonspor’a transfer oldukları ilk dönem ile ilgili o bölüm:
Rakibimiz herkesin de yakından tanıdığı Danimarka takımı Kopenhag’dı. Çok güçlü ve tecrübeli bir takımdı. Fakat elden ne gelir! UEFA, Dinamo’yu Türk hakeme rüşvet vermekle suçlayarak kupadan diskalifiye etti. Biz bu konu hakkında hiçbir bilgi sahibi değildik., bütün bunları evde televizyon seyrederken UEFA’nın karar sonrası yaptığı açıklamada öğrenmiştik. Neredeyse kalp krizi geçirecektik. Dinamo’daki spor tesislerine gittiğimizde Nodar Akhalkatsi ve Merab Jordania’nın itiraz yazısı için İsviçre’de bulunduklarını öğrendik.
Orta hakem Erman Toroğlu Tiflis’te kendisine Gürcülerin hediyeler verdiğini söylemiş. Dinamo takımının yönetim kurulu üyelerinin yakın dostu olan bazı Gürcü işadamları Gürcü misafirperverliğini göstermek adına hakemlere küçük hediyeler vermiş. Ve bu da Gürcü futbolunun büyük bir skandalla karşı karşıya kalmasına sebep olmuştu. UEFA’nın kararı doğrultusunda Dinamo Tiflis takımı iki yıl kupalardan ve Avrupa’dan men edildi. Revaz Dzodzuaşvili’nin takımdan ayrılması bizim için ayrı bir yıkım olmuştu. Her şey birbirine girdi. İki yıl bizim için çok büyük bir zamandı. UEFA’nın temyiz başvurusunu kabul edip etmeyeceğini kim bilebilirdi ki! Bundan sonra takımın geleceğine dair soru işaretleri belirmişti.
İsetesek de istemesek de mevcut duruma alışmak zorundaydık. Yönetim, takımı hava değişikliği için Trabzon’a gönderme kararı aldı. İki dostluk maçı yapılacaktı. İkisini de kazandık. Tiflis’e dönmeden önce yönetim bizi yanına çağırarak Trabzonspor’un bizimle ilgili teklifleri hakkında bizi bilgilendirdi.
Tam olarak hatırlayamasam da ya Rezi ile Açi’ye ya da ben ile Rezi’ye talip olmuşlardı. Kısacası Trabzonspor üç kardeşten ikisini takımında görmek istiyordu. Beklemediğimiz bu teklif karşısında ne yapacağımızı bilemedik. Rezi eğer üçümüzden ikisi Trabzon’da kalacaksa bunun ikizler olması şartını sundu. Türkler ise hemen karar vermemiz konusunda aceleci davranıyordu. Uzun istişarelerden sonra ikizler olarak altı ay Trabzon’da kalma kararı aldık. Rezi bu durumu Tiflis’i arayarak kendisi babamıza söyledi. Rezi geri döndüğünde Tamriko “Çocukları nasıl bırakırsın!” şeklinde çıkışmış.
Tamuna’ya Trabzon’da kalacağımı söylediğimde bana çok kızdı: “Bana neden hiçbir şey sormadın, her şeye bensiz mi karar verdin?” Tamuna’ya ne durumda olduğumuzu anlatmaya çalıştım, sonra Dinamo’nun içine düştüğü durumdan bahsettim. Tamuna benim durumumu çabuk anladı ve geleceğe dair hayallerimde benimle yürüme konusunda yanımda olacağını söyledi.
İkinci gün takımımız Tiflis’e dönüyordu. Takımı otelden uğurladık. Otobüsün görüntüsü gözlerden uzaklaştığı zaman içime öyle bir his girmişti ki sanki biri boğazıma yapışmış beni boğmaya çalışıyordu. Gözlerim yaşlarla dolmuştu. Açi’ye bakamadım bile, biliyordum ki ikimiz de ağlamaya başlayacaktık.
Gece Açi beni uyandırdı ve: “Hadi gidelim, burada yapamayacağım” şeklinde serzenişte bulundu. Trabzon-Tiflis arası toplam 650 kilometreydi ve ben de ona katılsaydım bizi durduracak hiçbir güç yoktu. 300 dolar taksiye verdiğimiz zaman bütün Gürcistan’ı gezdirirdi. Ben onu sakinleştirmek için: “Altı ay o kadar çabuk geçecek ki, inan sonrasında daha sağlıklı bir karar alacağız” dedim. Bunun kendimizi geliştirmemiz ve profesyonel olmamız adına çok önemli bir fırsat olduğu konusunda onu ikna etmeye çalıştım. Babam Tamuna’nın elinden tuttuğu gibi yanımıza getirmişti. Onların gelişi bizi hem sakinleştirdi hem de bize umut oldu.
Gürcü Konsolosluğu da bize çok destek oldu. Konsolos Gia Cancğava bizim en büyük destekçilerimizden oldu ve çalışma arkadaşlarını da bize yardımcı olması konusunda uyardı.
Trabzonspor tarafından bizimle ilgili bütün işleri Cafer Hazaroğlu üstlenmişti. Gürcü asıllı Hazaroğlu, anne tarafından ise Jordania’ydı. Cafer Bey bizimle çok yakından ilgileniyor, bir dediğimizi iki etmiyor ve bizim kendimizi yalnız hissetmememiz için büyük gayret gösteriyordu. Onun ve birkaç kişinin sayesinde kısa bir zaman içerisinde Trabzon’a alıştık ve bunun sonucunda başarılar peş peşe geldi.
Tamuna’nın annesi İzo ve babası Gia yeni evlenen çift olarak bize her türlü konuda yardımcı oldu. Onlar olmasaydı ne durumda olurduk Allah bilir! Türklerin komşuluk anlayışı bize çok benziyor. Türkiye’nin önemli gazetecilerinden Orhan Kaynar, Oya ve Tolunay Kafkas ailesi ile samimi dost olduk. Alaattin, Cafer… Kısacası burada da Gürcistan benzeri küçük bir ortam oluşturduk. İzo Teyze khacapuri, İzo Teyze salata, İzo Teyze bu, İzo Teyze şu… Kısa zamanda İzo Teyze herkesin İzo Teyzesi olmuştu. Komşularımızla bir büyük aileye dönmüştük. İyi günde ve kötü günde hep birlikteydik.
Bizim bir araya gelmemiz büyük bir bayram havası oluşturdu. Babam ve annemin durumunu çok iyi anlıyordum. Kısa bir zaman sonra futbol oynamak için Rezi de Almanya’ya gitti. Evde yalnız kaldıkları için neredeyse kafayı yiyeceklerdi. Birkaç kez bize “sizden uzak kalmak bizi daha da çabuk yaşlandırdı” dediler. Allah’a binlerce şükür, çok da uzakta değildik, canları ne zaman isterse atlayıp geliyorlardı.
Dinamo’da 200 dolar alırken Trabzonspor’da aldığımız ücret aylık 5000 doları buluyordu. Gürcistan’da bu seviyede yüksek para alan hiçbir oyuncu yok. Ben ve Açi birçok kişiye yardım ediyorduk. Kimseyi unuttuğumuz düşünmüyorum, ama şu çok iyi bilinmeli ki herkese kol-kanat germemiz de imkânsızdı.
Teknik direktörlüğümüzü Türkiye milli takımının ve Trabzonspor’un eski kalecisi Şenol Güneş yapıyordu. Bizi baştan beri iyi karşılayan Şenol Güneş ile ilişkilerimiz sonuna kadar böyle devam etti.
Trabzonspor’da milli takımda oynayan birkaç futbolcu vardı. Bunlar dışında üç Ukraynalı futbolcu, bunlardan ikisi sonraki dönemde İzmir takımlarından Altay’a transfer oldu. Tecrübeli Victor Grişko ise kalede güven veriyordu. İçme teklifini reddettiğimiz zaman “Siz nasıl Gürcüsünüz, gerçekten de içmek istemiyor musunuz? Yuh size…” şeklinde samimi bir şekilde hal hatırımızı sorardı. Sovyetler Birliği kupasında Dinamo Kiev’de, Chornomorets Odessa ve Dnepropetrovsk takımlarında oynadığı günlerle ilgili ilgniç hadiselerden bahsederlerdi. Odesalı kadınlardan bahsederken ne dediğini çok iyi hatırlarım.
Gerçekten de üst seviye bir kaleciydi ve ona Trabzonspor’da büyük saygı duyuluyordu. Kısa sürede dost olduk ve Trabzonluların karakterleri ve kalplerini nasıl kazanmamız gerektiğini ondan öğrendik.
İstanbul takımları ile sadece Trabzonspor başa baş mücadele edebiliyordu. Küçük bir şehir olmasına rağmen insanları çok iddialı ve başarıya açtı. Çok başarılı oldukları zamanlar da olmuş. 1993/94 sezonuna çok kötü başlamışlardı ve hiç de alışık olmadıkları 13. sırada yer alıyorlardı. İnsanlar: “Bizi bu iki civciv ipten alacak” diyordu.
Şenol Güneş çok güçlü bir karaktere sahipti. Trabzon’da çalışan kişinin de böyle olması gerekiyordu. Sabırlı ve istiklarlı adımlarla çok önemli işler başardı ve sonuçlarını da kısa sürede gördü. Her zaman yanımda oldu. Hemen hemen beni hiç eleştirmez, hakkımda olumsuz yazan haylaz gazetecilerden ve taraftarlardan beni korurdu. Benimle ilgili yazılan olumsuz yazılardan etkilenmemem için gayret ederdi. Bizim için büyük bir önem arz eden dil problemini kısa bir süre içerisinde hallettik. Kısa sürede dil problemini çözmemize herkes hayret ediyordu.
Her şeyin yolunda gittiğini düşündüğümüz bir anda, dostluk maçında Açi’nin dizi ağrımaya başladı. Her yere tek gitmek çok zordu. Basın bizim hakkımızda Gürcülerin onları kandırdıklarını ve sakat futbolcuyu Trabzon’a kakaladıklarını bile yazıyordu. Bu haber bizi bir hayli kızdırmıştı. Çözüm bulamadığımız düşündüğümüz anda Allah’ın yardımı geldi. Cemal Çimakzade Trabzon’da bulunan Gürcü Doktor Dato Datunaşvili ile tanıştı ve o doktor Açi’nin birkaç hafta içinde sahalara dönmesini sağladı.
Bu olaydan sonra futbolculuk yaşantımız boyunca Dato bizim özel doktorumuz oldu. Onun katkıları ile bu günlere geldik. İlk günlerde gerçekten çok zorlandık. Ailemiz alışma sürecinde bizim zorlanmamamız için ciddi gayret gösteriyordu. Tamuna faktörü bura önemli rol oynadı. O zaman eşin insana destek olmasının ne kadar önemli ve ne anlama geldiğini anlamış oldum. Onun desteği olmasaydı herhalde sıradan bir futbolcu olurdum. Çok idealist bir yapıya sahip ve benden de aynısını bekliyordu. Eğer iyiysen daha da iyi olman için elinden gelen her şeyi yapıyordu. Evle ilgili her şeyin sorumluluğunu üzerine aldı ve benden sadece işime konsantre olmamamı ve futbolda başarılı olmamı istiyordu.
Hayatımız antrenmanlar, maç üzerine analiz, ağzına kadar dolu statlar, deplasman maçları, günlük röportajla, televizyon programları, haftalık stres, rakipleri takip ve maç takviminin kontrolü gibi meşguliyetlerle geçiyordu. Bunun adı profesyonel futboldu ve ben de bütün ruhumla bu deliliğe adapte oldum be futbol yaşantımın sonuna kadar böyle kaldım.
Gürcistan’da maalesef bu tür futbol yaşantım yoktu. Türkiye liginde önemli maçları kazanmamıza rağmen statlar boştu. Türkiye’deki ilk maçımı Gaziantepspor’a karşı oynadım. Gaziantep cezalı olduğu için maç İstanbul’daydı. Açi henüz sakatlıktan çıkmamıştı. Cafer Bey kendimi yalnız hissetmemem için Açi, Tamuna ve Cemal’i de İstanbul’a getirdi. Maçta durum 1-1 iken Açi, Şenol Güneş’e “Kalenin arkasına geçeceğim. Şoti benden ilham alırsa kesin gol atar.” demiş. Gerçekten de öyle oldu. Birkaç dakika geçmeden ben gol attım ve Trabzon’a bir kahraman gibi döndüm. Şimdi ise Trabzon’da ilk maçıma çıkacaktım. Trabzon taraftarı hakkında anlattıklarından dolayı çok stresliydim. İlk maçta onlara istedikleri gibi bir futbolcu olduğumu ispat etmek durumundaydım. İlk maçımızı İzmir takımlarından Altay’la oynadık e maç 0-0 devam ederken penaltı kazandık. Attığım penaltı golünü hakem saymadı ve tekrarlanmasını istedi. tekrar kullandığım top direğe çarpınca halkın tepkisini görmeliydiniz, çok korkunçtu. Beni sadece bu tür anlarda herkesin çok ihtiyacı olan şans kurtarabilirdi. Tranzonspor taraftarını tanımayan insanlar dışarıdan onların çok agresif olduğunu düşünür. Atılamayan bir penaltı sonrası başıma nelerin geleceğini herkes tahmin edebilirdi. Bir anda ne oldu anlayamadım, ama Allah’ın izni ile bir anda her şey değişti ve ilk yarıda iki gol attım. Maçı 4-1 sonuçla biz kazandık ve Trabzon taraftarı beni kabullendi ve Türkiye’de oynadığım dönemde onlarla çok iyi anlaşıyordum.
Açi aşağı yukarı bir buçuk ay içinde takımın çalışmalarına dahil oldu. Çok sıkı bir çalışmayla kısa zaman için ilk onbire girmeyi başardı. onunla aynı takımda oynayabilmek hayatımda halen unutamadığım en büyük zevkler arasındaydı. Birbirimize verdiğimiz paslarla kaç gol attığımı Allah bilir! İlk sezon bitmeden Trabzon’da Vanspor’la oynadığımız maçın ilk yarısında ben ve Açi beş gol attık. Bu maçta ben hat-trick yapmıştım. Bu maça futbolcu arkadaşım Aka Kavtaradze Tiflis’ten geliyordu. İkinci yarıya yetişebildi. Maçı ikinci yarı Hami’nin attığı bir golle 6-0 kazandık.
Aka maç sonrası “Bu kadar yolu bu maçı izlemek için geldim de, onlar benden önce öğrenmişler maç sonuçlarını. Ben şimdi döndüğümde sizin attığınız gollerin bir tanesini bile görme imkanı bulamadığımı nasıl söyleyeceğim?” diye sinirinden kendini yiyordu. Kısacası Trabzonspor’un işine yaramıştık ve kısa sürede bütün Türkiye bizi “Altın İkizler” adıyla anmaya başladı.
Ankara’da düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda Fenerbahçe’yi yendik. Ben iki, Açi ve Hami birer gol attı. Maç 4-3 bitti. Bu galibiyet, Trabzonspor’un 11 yıllık hasretini sona erdirmişti.
22 maçta 18 gol attıktan sonra. Çok az insan bizim Tiflis’e dönebileceğimizi düşünür. Gürcistan’da karışıklık günden güne içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Birçok akrabamız ve tanıdıklarımız bu trajik olaydan dolayı bu dünyadan göç etti. Gürcistan kaos içinde olmasına rağmen biz verdiğimiz sözden dönmedik. Men cezasının kaldırılması durumunda Tiflis’e dönmeyi düşünüyorduk. Gürcistan’da yaşanan karışık duruma rağmen kararımıza saygı duyan Dinamo yönetimi dört gözle bizim dönmemizi bekliyordu.
Sezon sonrası Trabzonspor Başkanı tatil için bizi Bodrum’daki yazlığına davet etti. Bu nazik daveti büyük bir memnuniyetle kabul ettik. Ben, Açi, Tamuna, Cemal ve ben Trabzon’a geldiğimden beri beni yalnız bırakmayan çocukluk arkadaşım Edo Kakaşvili ile birlikte Bodrum’a gittik. Bodrum Akdeniz’de çok önemli bir turistik bölge. Sadri Bey’in oteli denize yukarıdan baktığı için bodrum buradan çok güzel görünüyor, özellikle akşam saatlerinde bir başka… tenis, deniz motosikleti, paraşüt, yat gezisi.
Günümüzde bu anlattıklarım kimsenin tuhafına gitmiyor, ama o dönem biz kendimizi cennette zannetmiştik.
Sadri Bey gerçekten de çoki yi bir ev sahibiydi, o günleri hiç unutamıyorum. Akşam yemeklerinde zaman zaman fikrimizi değiştirip Trabzon’da kalmamız için ağzımızı arıyordu, ama gitmek konusunda kararlıydık. Tamuna’yı bu konuda etkilemek istedi ama nafile… 21 yaşında olan ben ve Açi halen Tiflis’te bizi rüya takımın beklediğini düşünüyorduk. Biz Trabzon’dan, Rezi Köln’den, Gio Kinkladze ve Murtaz Şelia ise Saarbrücken takımından geri döndük. Hepimizin tek düşüncesi Dinamo’nun başarısıydı. Türkiye’de oynadığımız futbol için yapılan analizler sonucunda Sarbieli Gazetesi tarafından her yıl yapılan geleneksel kamuoyu yoklamasında “Yılın en iyi futbolcusu” seçildim.
Türkiye’nin aydınlığına ve sistemli oluşuna alışan benim için Tiflis’in perişan hali beni biraz hayal kırıklığına uğrattı. Halk çok kötü durumda, moraller sıfırın altında ve onlara uzanacak bir yardım eli bekliyordu ama buna dair bir ışık belirtisi yoktu. Suç dünyası kimsenin kontrolünde değildi. Bütün bu olumsuzluklar içerisinde insanımıza ümit veren ve bütün dünyaya var olduğumuzu hatırlatan tek şey spordu.