Trabzonspor, İstanbul takımlarının hakimiyet kurduğu bir ligde, son ana kadar kimse inanmak istemese de şampiyonluğa ulaşmıştı. O takımın kaptanı bugün bile herkes tarafından sevgiyle anılan Cemil Usta’ydı. Ancak onun hikayesi hiç de beklendiği gibi olmayacaktı.
Trabzonspor yıllarca futbol oynadığı ve şehrin ortak anılarına tanıklık eden Avni Aker’i yalnızlığa terk edip yeni stadında çıktığı Beşiktaş maçında, en büyük efsanelerinden biri olan Şenol Güneş’in çalıştırdığı İstanbul ekibine ironik biçimde kaybetmişti. Aslında biraz daha yakından bakıldığında Karadeniz ekibi o gün bir maçtan ya da üç puandan çok daha fazlasını yitirmişti.
Yıllarını mekân üzerine çalışmalara ayıran Fransız sosyolog Henri Lefebvre, mekân için, toplumsal değerler ve anlamlara dayalı “toplumsal ürün” tanımını yapmıştı. Dolayısıyla Trabzonspor’un o gün ardında bıraktığı şey, Avni Aker’de inşa ettiği ve aslında kökeni çok daha eskiye dayanan, şehir ve kulüp arasındaki sosyal ilişkiydi. Trabzonspor kulübü ülkenin genel gidişatına uygun bir şekilde, geçmişten tamamen kopuk bir ‘yeniyi’ tesislerinin olmadığı dönemde futbolcuların idman yaptığı sahili doldurarak inşa etti. Ancak o açılış gününde tribünleri dolduran binlerce taraftar arasında geçmişin bağlarını bu ‘tuhaf’ yeniye taşımak isteyenler de vardı. Maç öncesi doğu tribününde dev bir kareografi yapıldı. Gösterinin sağında ve solunda ise şu pankartlar açıldı: “Dozer gibi oyna, Kazım gibi sev.”
Kazım Koyuncu, aslen Artvinli olmasına rağmen Trabzonspor’u hep İstanbul takımlarının hegemonyasını kırarak onlara karşı kazandığı şampiyonluklar için seven biri olmuştu. Bugün bile, ardından bıraktığı miras sayesinde ölümünden 12 yıl sonra hâlâ aynı değerleri hatırlatıyor. Pankartın sağ tarafı geçmişin bu yanını kopuk geleceğe taşımaya çalışıyordu. Sol tarafı ise Avni Aker’in çizgilerle belirlenmiş nizami oyun alanı içerisinde futbolcuların bireysel karakterlerinde gelişen değerleri. O gün tribünlerde bu değeri temsil eden kişi olarak Cemil Usta, yani nam-ı diğer “Dozer Cemil” seçilmişti.
Yalnızlığa Adım
“Yapayalnız ölmekten korkuyorum.” Trabzon’da çıkan bir yerel gazetede eski kaptan Cemil Usta, röportaj sırasında böyle demişti. Her ne kadar gazeteleri okuyanlar ve o yıllarda onu izleyebilenler için iç acıtan bir ifade olsa da Trabzonspor tarafında değişen bir şey olmadı. Onun korkusu aslında Cemil’in, Trabzonspor kimsenin ihtimal vermediği bir şekilde ligin zirvesine çıkarken takımdan bir anda gönderilmek istenmesiyle başlamıştı. Yıllarca kaptanlık yaptığı kulüp, 1977-78 sezonu bittiğinde ve Cumhurbaşkanlığı Kupası bir kez daha kazanıldığında aldığı bir kararla formasını çıkarması istedi.
“Takımdan gönderilmek istediğimizi duyduk, sonra yönetime çıktık. Cemil’in yanında ben de vardım. Cemil, ekonomik sıkıntılar yaşamasına rağmen o gün ‘para istemiyorum, parasız da oynarım. Beni göndermeyin’ dedi.” Cemil’in daha küçükken mahalleden arkadaşı olan ve birlikte Trabzonspor takımına girdiği arkadaşı Bekir Barçın o günü böyle anlatıyor. “O yılın sonunda Özkan Sümer geldi teknik direktör olarak. Takımı yenilemek istiyorlardı. Başta Cemil, ben, Ali Kemal (Denizci) gönderilmek istendik.”
O dönem Bordo Mavili formayı giyen hemen hemen bütün oyuncular, kendilerini başka hiçbir takımda oynarken düşlememişlerdi. İkinci şampiyonluğun kazanıldığı maçın ardından soyunma odasına giren ve seneye de şampiyon olup olamayacaklarını soran TRT muhabirine, Ali Kemal Denizci “Bu takım muhafaza edildikten sonra en az üç sene daha şampiyon biziz” demişti. Aynı muhabir sonra daha maç sonu masajı bitmeyen Cemil’e de aynı soruyu sorup şu cevabı almıştı: “Seneye de birçok kupalar kazanmak en büyük emelimiz.”
Bu dileklerin hiçbiri gerçek olmadı! İki futbolcu da bir sonraki sezon kadroda yer almadı. Ali Kemal Denizci kulübün borçlarının ödenmesi amacıyla İstanbul kulüplerine satıldı. Cemil Usta ise Rizespor’a gönderilmek istendi ama “Ben Trabzonspor kaptanıyım, başka kulüpte oynamam” diyerek çok radikal bir kararla henüz 28 yaşındayken futbolu bıraktı.
O yıllarda beraber top koşturduğu arkadaşları kaptanın biraz soğuk olduğunu anlatır hep. Takım içinde dostlukları olsa da özellikle futbol sahası dışında sessiz, kimseyle pek de derin ilişkiler kurmayan biriydi. Ve o yaz, kulüp yönetimi Türkiye futbol tarihinde imkansız olarak görülen başarılara imza atıp onca kupalar kazanan takımın kaptanı Dozer Cemil’i, yeşil saha dışında bırakarak, onun röportajda korktuğunu söylediği yalnızlığın temelini atmıştı.
Cemil Usta, futbola Sebat Gençlerbirliği takımda başladı. Birkaç yıl burada oynadıktan sonra Ankara takımlarının kendisine olan ilgisini reddetti ve 1970 yılında Trabzonspor’a katıldı. İki yıl sonra Bordo Mavili ekibin birinci lige çıkma maçında PTT’ye kaybetmesinden sonra politika değiştirip, kendi yöresinde yetişen oyuncuları kadroya katma eyleminin ardından takımın en önemli isimlerinden biri haline geldi. 1973/74 sezonunda takım bu kez birinci lige çıkma başarısını gösterince de kaptanlık pazubandını koluna geçirdi. Ligde geçirdikleri ilk yılı dokuzuncu sırada tamamladılar ancak daha o yıldan ligde önemli hedeflere ulaşabilecek bir takım olduklarını kanıtlamışlardı. Birçok kişi o yıl bittiğinde Trabzonspor’un “ışığı”ndan bahsetmeye başlamıştı. Ertesi yıl lig daha başlamadan gerçekten de o ışık, bir anda Türkiye futbolunun yönünü Karadeniz’e çevirdi. Ligden önce Ziya Şengül’ün jübilesi için Didi’nin çalıştırdığı Fenerbahçe’yle karşı karşıya gelip kazandıklarında Turgay Şeren, “taş gibi takım” yorumunu yapmıştı. Ardından ligin ilk maçında Galatasaray’ı yenince, Şansal Büyüka öngörülü bir şekilde “İstanbul beyefendilerini zor günler bekliyor” diye yazmıştı.
Karadeniz ekibi haftalar geçtikçe Şansal Büyüka’nın ilk zamanlar pek de gerçekçi bulunmayan öngörüsünü gerçeğe dönüştürmeye başladı. 4 Nisan’da ise evinde ağırladığı Fenerbahçe’yi Hüseyin Tok’un 61. dakikada attığı golle yenerek şampiyonluğun en büyük adımını attı. Ligde büyük paralar harcayarak oluşturalan kadrolara karşı kendi mütevazı oyuncularıyla başarıya ulaşan bu takımda en önemli yeniliği ise takımı çalıştıran ve futbolculuğunda da oyun zekasıyla herkesi kendine hayran bırakan Ahmet Suat Özyazıcı yapmıştı: “O yıllarda liberolu sistem uygulanırdı. Bekler pek hücuma çıkmazdı. Ama biz aynı şimdiki takımlar gibi iki stoperli bir sistemle oyunuyorduk. Beklerimiz de zaman zaman ileriye çıkıyordu.” Ali Kemal Denizci o yıllardaki oyun sistemini bu sözlerle anlatmıştı.
Bu yenilikçi oyun yapısı ve takım içindeki gerçek bir dostluk havasıyla sezonu şampiyon olarak tamamlayan Trabzonspor, ligde şampiyonluğa ulaşan dördüncü takım, İstanbul dışından bu başarıyı gerçekleştiren ilk takım olmuştu. Anadolu’nun Türkiye futbolu üzerindeki etkisinin en yüksek boyutlara ulaştığı dönem böylelikle başlamış oldu.
Kaptanlık Anı
Dozer Cemil ise kaptan olarak ikinci yılını tamamlamıştı. Ancak onun kaptanlık özelliğinin tam anlamıyla ortaya çıktığı an üçüncü sezonda gerçekleşecekti.
Sezonu şampiyon tamamlayan Bordo Mavililer ertesi yıl, Türkiye’yi Şampiyon Kulüpler Kupası’nda temsil etmeye başladılar. İlk turu Akrenas’ı iki maçta da yenerek rahat geçtikten sonra ikinci turdaki rakip son beş yılda İngiltere’de ne kadar kupa varsa ambargo koyan Liverpool’du. Şehirde Avrupa’nın en iyi takımlarından birini ağırlayacak olmanın heyecanı vardı. Oyuncular ise bunun sadece bir maç olduğunu hatırlatmaya çalışıyorlardı kendilerine. Kaldı ki ilk düdük çaldıktan sonra hiç de altta kalır bir performans sergilemediler. Derken başa baş giden mücadelenin 63. dakikasında Emlyn Hughes ceza sahası içinde Necmi Perekli’yi düşürdü. Maçın Rumen hakemi Nicolae Rainea penaltı noktasını gösterdi. Kararı kulübeden gören Ahmet Suat Özyacı yerinden fırladı ve takımın normal şartlarda penaltıcısı olan Kadir Özcan’a “sen at” diye işaret etti. Ama Kadir tereddüt etti. Yıllar sonra o anları şöyle anlatacaktı: “Tabii kalede Clemence var, 1.90, yani kaleyi kapatıyor. Hiç unutmuyorum, Suat Hoca hemen bana bağırdı, “at” diye. Birden korktum. İçimde atamam diye bir duygu oluştu.”
İşte tam o anda bunlara şahit olan kaptan Cemil hiç kimseye bir şey söylemeden topu elleri arasına aldı. Kaptan hiçbir zaman yetenekleriyle ya da teknik vuruşlarıyla ön plana çıkan bir oyuncu değildi. O lakabı olduğu üzere rakibin hücum oyuncularına güçlü fiziğiyle zorluklar yaratan ve iyi oynamalarına engel olan bir bek oyuncusuydu. Kimse Trabzonspor’un bu en önemli Avrupa sınavında onun penaltı kullanacağını hayal bile edemezdi. Ama o an takımın yaşadığı bu tereddüttü kaptanlığına yakışır bir şekilde soğukkanlılıkla aştı Cemil. Topu beyaz noktaya koydu. Clemence’e hiç bakmadı bile ve topu direğe de çarptırarak ağlara gönderdi. Sonra hiç de Liverpool’a gol atan bir oyuncu değilmiş gibi görev yerine doğru koştu. Kaptan Cemil’in karakterini daha iyi anlatan başka hiçbir an yaşanmamıştı ve yaşanmayacaktı da.
Dalgalara Bakarken
O yıl bir kez daha şampiyon oldu Bordo Mavililer. Avrupa’ya ise Liverpool’un rövanşında veda ettiler. İkinci şampiyonluğun ardından artan borçlar nedeniyle kurulmak istenen yeni takımda, yaptığı fedakarlıklara rağmen Cemil Usta’ya yer açmayı hiç düşünmedi kulüp ve ayrılmasını istedi.
Futbolu bıraktıktan sonra zaman zaman antrenörlük görevleri üstlendi. Ama kaptanlığına son verildiği o andan beri her geçen gün biraz daha yalnızlaştı. Önceleri her şeye rağmen Trabzonspor’dan kopmak istemedi. Maçlara gitti, yakından takip etti. Fakat ülke futboluna başka bir boyut kazandıran takımın efsane kaptanı olmasına rağmen uzun bilet sıralarında beklemek zorunda kaldı. Hiçbir zaman ona yaraşır bir saygıyı kulüpten göremedi. Trabzonspor’un özellikle 80’li yıllardan sonra, ülke futbolunun yapısal değişimine uygun biçimde yenilenme çabalarının ardından oluşan yeni görüntüsüne de giderek yabancılaştı. Verdiği demeçlerde artık kulübü tanıyamaz olduğunu söyledi: “Bizim başarımızda en önemli etken arkadaşlık bağıydı. Hep samimi ve içtendik. Hata yapana yardım ediyorduk. Gerek sahada gerek saha dışında yardımlaşmamız en üst seviyedeydi. Felsefemiz ‘senin açığını kapayana sen de yardım et’ idi.” Kaptanı olduğu takımı bu sözlerle anlatan Cemil, işte hep bu duyguları aradığını söylemişti.
Sonra bir gün, 15 Mart 2003 akşamı, mahallesi Esentepe’de Tanjant Köprüsü üzerinde yere yığıldı. Kalp krizi geçirmiş ve gerçekten de verdiği röportajda söylediği gibi yalnız başına hayata veda etmişti. Hakan Dilek, kulüp dergisinde o son anı şöyle anlatmıştı: “Yüzümüze bir gülücük gibi yayılan dalgalara bakarken duruvermiş kalbi. Yüzünde bir dalga gibi gülücüğü…”
Trabzonspor’un maçlarını oynadığı yeni stadyumu Medical Park, Karadeniz ekibinin eski zafer dolu günlerinin tekrar yaşanabileceği bir mekân olur mu bilinmez. Bu konuda karamsar olmaya da gerek yok. Ancak hiçbir zaman geçmişte yaşanan Anadolu devrimiyle ve mucizevi şekilde şampiyon olan o takımların, Trabzon sokaklarından başlayıp bütün Türkiye’ye yayılan mirasıyla bağ kurabilen bir yer olmayacak. Her ne kadar ilk gün tribünlerinde pankartı açılsa da Dozer Cemil Avni Aker’de kalacak.