“Yirmi yaşın altındakilerin bilemeyeceği zamanlardan söz ediyorum size” diye başlar Montmartre’a hiç gitmeyeni bile o tepeye çıkaran La Boheme. Paris’in bu tarihi tepesine kısa bir tur niteliği taşıyan şanson, bugünün orta yaşlı ya da orta yaşa doğru yolculuğa çıkmış Paris Saint Germain taraftarının hislerine tercüman olmuştur sanki ilk cümlesiyle.
‘Taşranın futboldaki hegamonyasını sona erdirmek’ için aristokratlar tarafından kurulan Paris Saint Germain, uzun süre şehrin en büyük yıldızı Eyfel Kulesi’nin gölgesinden kurtulamaz. Tarihindeki iki şampiyonluğun ilkini Boşnak Saffet Susic, İspanyol asıllı Fransız Luis Fenandez ve 70’lerde fırtına gibi esen ‘taşra takımı’ Saint Etienne’den transfer edilen Dominique Rocheteau önderliğinde 1985-1986 sezonunda kazanan takım, tarihinin en başarılı dönemini ise 90’lı yıllarda yaşar. David Ginola, George Weah gibi dünya çapında yıldızlara sahip takımın en büyük kozu, yıldızı, çileği ve 10 numarası ise Rai Souza Vieira de Oliveira, bilinen adıyla Rai’dir.
15 Mayıs 1965 yılında Ribeiro Preto’da doğan Rai, futbola Botafogo Fuetbol Clube adlı yerel takımda başlar takvimler 1984’ü gösterdiğinde. İki sene sonra transfer olduğu ve ilk Brezilya Serie A tecrübesini yaşayacağı Ponte Preta’da bir yıl oynadıktan sonra 1987’de efsaneye dönüşeceği Sao Paulo’ya geçer. İlk milli takım tecrübesini de bu yıl yaşar. Efsane mertebesine daha o yıllarda yükselmiş olan ağabeyi Socrates’in yerini doldurması için ondan umutludur Brezilya. Fakat belki kulübün yaşadığı sorunlar (6 antrenör değişikliği) belki de ağabeyinin gölgesinden kurtulma çabaları yeteneklerini sergilemesini engeller Ekim 1990’a kadar.
Dünya Kupası’nı kazanamayan en iyi takım olan Brezilya 1982’nin yaratıcısı Tele Santana, 1990 Ekim’inde attığı imzayla Sao Paulo’nun başına geçer ve hikayenin ilk cümleleri dökülmeye başlar futbol sahasına. Çok geçmeden 1991 yılında Brezilya şampiyonluğu gelir ve hemen arkasından 1992’de Libertadores Kupası. Cafu gibi geleceğin, Müller gibi dönemin yıldızlarının da bulunduğu takımın saha içi lideri ve 10 numarası olan Rai, Socrates’in kariyerinde kazanamadığı iki kupayı da kariyerinin ortalarında kazanmıştır ama hala ilk adı ‘Socrates’in kardeşi’ dir.
İşte bu yargıyı kırmak için en büyük fırsatlardan biri, 13 Aralık 1992’de ayağına gelir. Sao Paulo, Dünya Kulüpler Şampiyonası Finali’nde Avrupa Şampiyonu Barcelona karşısındadır. 12. dakikada Stoichkov, Barcelona’yı 1-0 öne geçirir. Her futbolseverin beklediği gibi Barcelona öne geçmiştir ve Cruyff’un total futbol makinesi bir golle yetinmeyecek düşünceleri cümlelere dökülür. Fakat Tele Santana’nın saha içi lideri Rai’yi, kendi deyimleriyle ‘Socrates’in kardeşini’ unutmuşlardır. Önce Müller’in asistine yaptığı enteresan vuruşla eşitliği getirir maça, dakikalar 27’yi gösterirken. Eşitliği getirmekle kalmayan yıldız, ağabeyini aratmayan topuk paslarıyla süslediği oyunuyla orta sahada oyunun temposunu ve pas trafiğini muhteşem organize ederek resital sunmaktadır. Her resitale yakışan son ise 78. dakikada sahnelenir. Kazanılan serbest vuruşta topun başına geçen 10 numara, muhteşem bir vuruşla takımını öne geçirir. Öyle bir vuruş yapmıştır ki o anda sahada olan iki frikik ustası Stoichkov ve Koeman’a ders niteliği taşımaktadır. Bu klas vuruşla kupayı takımına kazandıran Rai, maçtan sonra ‘Maçın Adamı’ ödülüne layık görülürken aynı yıl aldığı ‘Güney Amerika’da Yılın Futbolcusu’ ödülüyle başladığı kişisel başarı zincirini tamamlar.
Takip eden 1993 yılında da Libertadores Kupası’nı kazanan takımın yıldızı olan Rai, yaz döneminde Avrupa’ya açılma kararı alır. O zamanın en popüler ligi olan İtalya Ligi’ni seçmez, belki ağabey’i Socrates’in Fiorentina tecrübesinden dolayı belki de bir felsefe sevdalısı olan ağabeyi nedeniyle tanıdığı Friedrich Nietzche’nin ‘Bir sanatçının Avrupa’da yatacak yeri yoktur, Paris hariç’ sözüne kapılıp. Tercihini tek yıldızı amblemindeki Eyfel Kulesi olan Paris Saint Germain’den yana kullanır futbol sanatçısı. Saçları kadar sorunlarıyla da gündemi meşgul eden David Ginola ile Afrika ve Dünya futbolunun efsanesi olma yolunda ilerleyen George Weah’ın bulunduğu hücum hattını yönetme görevini ilk senesinde layıkıyla yerine getiren Rai, 1993-1994 sezonunda ayağının tozuyla kulüp tarihinin ikinci Fransa Ligi zaferini yaşatır Parislilere. Daha ilk senesinde tribünlerin şarkılarına konu olan bu orkestra şefinin Avrupa’da en bilinen ismi ise ‘Socrates’in kardeşi’ dir.
1994 yazı gelip çatmıştır… 1970’den beri Dünya Kupası’na hasret Brezilya Milli Takımı’nın kaptanı olarak ABD’ye gider. Sıkıcı futbol oynadığı için eleştirilen Carlos Alberto Parreira’nın takımında Romario ile beraber 1982 zarafetini devam ettiren iki oyuncudan biridir. Grubun ilk maçı olan Rusya karşılaşmasında penaltıdan golünü atan Rai ve kaptanlığını yaptığı Brezilya, turnuvaya iyi bir başlangıç yapar. 3-0’lık Kamerun galibiyeti ve 1-1’lik İsveç beraberliği Brezilya’nın lider olarak gruptan çıkmasını sağlarken, grubun son maçı olan İsveç karşılaşmasının 83. dakikasında oyundan alınan Rai, bu dakikadan itibaren yedek kulübesine mahkum olur. Çeyrek finaldeki Hollanda ve yarı finaldeki İsveç maçlarında sonradan oyuna giren Rai, finalde İtalya’yı geçen Brezilya’nın kaptanı olarak olmasa da oyuncusu olarak kupayı kaldırır. Sıkıcı Brezilya’ya iki zarif oyuncu fazla fikrine kapılan Parreira’yı kurtaran kazanılan kupa olur.
Şampiyonlar Ligi’nde kendini gösterme zamanı gelmiştir. 1994-1995 sezonunda gruplara rahatlıkla kalan Paris temsilcisi, Bayern Münih’in de bulunduğu gruptan altıda altı yaparak çeyrek finale yükselir. Çeyrek finalde karşısına birkaç sene evvelinden tanıştığı Barcelona çıkar. Nou Camp’ta alınan 1-1’lik beraberlik ve Paris’de 1-0 geriden gelerek 2-1 kazandıkları maç yarı final kapısını açar onlara. Barcelona’yı boş geçmeyen kahramanımız, galibiyet kıvılcımını yakan oyuncu olur 72. dakikada attığı golle. İlk defa katıldığı turnuvada yarı finale yükselen takım bu turda o dönem ortalığı kasıp kavuran Milan’a çarpar ve elenir. Ligde de yorgun düşen Paris Saint Germain’in tek tesellisi, kazanılan Fransa Kupası olur.
1995-1996 ise Rai ve Paris Saint Germain için tepe noktasıdır. Finalde Rapid Wien’i 1-0’la geçerek kazandıkları Kupa Galipleri Kupası kulüp tarihinin ilk Avrupa Kupası olurken, ‘Paris demek Eyfel demektir’ düşüncesini de yıkmayı başarır. Artık Paris demek en azından futbol severler için Rai demektir. Takip eden 1996-1997 sezonunda da aynı kupada finale yükselen takım, Barcelona’ya 1-0 kaybeder. Rai, ilk defa Barcelona’ya boyun eğmenin üzüntüsünü yaşarken bizim için ‘Yapma Hayrettin!’ feryadıyla hatırlanan kupa, Brezilya’nın yeni yıldızı Ronaldo’nun ellerinde yükselir. Fransa Ligi’ni ikinci bitiren Paris Saint Germain ise yeni kurallar gereği Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkını kazanır.
Avrupa’daki son sezonu olan 1997-1998 sezonunda da Şampiyonlar Ligi’nde elinden geleni yapan Rai, takımın en iyi ikinciler kuralına takılmasını engelleyemez. Fransa Kupası’nın kazanılmasında takımına yardımcı olur ve sezonun sonunda Paris’ten ayrılır. Efsane olduğu Sao Paulo’da bir sene geçiren 10 numara, 1999’da futbolu bırakır.
Eyfel’in gölgesinden, Rai (yaygın adıyla ‘Socrates’in kardeşi’) ile kurtulan kulüp, bugün Katarlı Nassar El-Khelaifi’nin servetinin gölgesinde. Son iki senede belki de taraftarlarının bile istemediği kadar yıldızı kadrosuna katan kulübün son yıldızı ise Zlatan İbrahimoviç. Rai’li günler geri gelir mi bilinmez ama bu transfer ve harcanan paralara rağmen başarı gelmezse Parislilerin duygularına tercüman olacak söz çoktan yazılmış durumda. La Boheme’nin son cümlesi: ‘ Hiçbir şey ifade etmiyor artık’
Not: İşte 1992 Dünya Kulüpler Şampiyonası Finali’nde Rai’nin sunduğu resitalden görüntüler. İyi seyirler.